27 Mart 2012 Salı

KOÇGİRİ / SİVAS - ZARA , İMRANLI - GOWEND

AntiToroslarda Bir Kürt-Alevî Aşireti 'Sînemillîler'

Batı literatüründe Anti-Toroslar (Karşı Toroslar), İçtoroslar veya Orta İçtoroslar olarak adlandırılan bölge, gerek coğrafi özellikleri, gerek tarihi, gerek etnik yapısı, gerekse dinsel-kültürel dokusu açısından son derece ilginç bir konuma sahiptir. Beylikler döneminden 16.yy ortalarına kadar hüküm süren Dulkadiroğulları Beyliği”nin yayılım alanına denk düşen Maraş ili merkezli bu bölge, bir yandan Malatya”nın Darende, Akçadağ, ve Doğanşehir ilçelerini, bir yandan Adıyaman”ın (Hısn-ı Mansur) Besni ve Gölbaşı ilçelerini; bir yandan Antep”in Islahıye, Yavuzeli ve Araban ilçelerini, öte yandan Adana”nın Kadirli, Kozan, Saimbeyli, Tufanbeyli ve Bahçe ilçeleriyle Kayseri”nin Sarız ve kısmen Pınarbaşı (Zamantı) ilçelerini ve Sivas”ın Gürün ilçesini içine alan geniş bir coğrafyayı kapsamaktadır. Bölge, Ceyhan ve Seyhan havzalarının içinde kaldığı gibi, kuzeyden ve güneydoğudan Fırat, güneyden Asi havzalarıyla komşudur.

Yüzyıllardır birçok halkın, etnik topluluğun, dinin ve kültürün iç içe yaşadıgı Alevi-Kürt yoğunluklu bu bölge, Selçuklu dönemindeki Babaî İsyanı”ndan bu yana birçok halk hareketine yataklık etmiş ve geçmişte çok sayıda halk şiirine, günümüzde de modern edebiyat ürünlerine kaynaklık etmiştir.
Selçuklular dönemine kadar Bizanslılar, Sasaniler, Araplar, Ermeniler, Haçlılar ve Eyyubiler ile Türkler arasında zaman zaman el değiştiren bölgeyle Kürtlerin resmi düzlemde tanışması, bildiğimiz kadarıyla ilkin Eyyubiler döneminde olur.
Bu çok renkli yapı ve kültürel doku, bölgede bir dinsel ve kültürel mayalanma sağlamış ve bu durum, çok sayıda şairin, âşığın ve halk ozanının yetişmesine imkan tanımıştır. Bölgede, daha Selçuklu döneminden beri Hıristiyan ve Müslüman inanç sisteminde yer alan Paulusyenler de yaşamaktaydı. Bu olgu, bölge insanlarına daha bir zenginlik kattığı gibi, zaten şiirle/edebiyatla iç içe yaşayan Alevi Kürtlerden çok sayıda halk sanatçısının yetişmesine kapı açıyordu.
Daha 19. yüzyıl sonlarında bölgeyi ziyaret ederek incelemelerde bulunan Batılı gezginler, kısmen bu coğrafyada kalan Sivas ve Malatya illerindeki bircok “Alevi” aşiretinin Kürt kökenli olduğunu, erken yerleşik hayata geçenlerin ana dillerini unuttuklarını, ancak yaşam biçimi olarak eski gelenek ve göreneklerini sürdürdüklerini bildiriyorlar. Gerek bu “doğal” asimilasyon, gerekse 20. yüzyıl başlarında İttihadçılarca uygulamaya konup, Cumhuriyet döneminde sürdürülen “zoraki” asimilasyon politikaları sonucu, Kürtçe”den uzaklaşılarak Türkçe”ye yönelen bir kültürel akış izlenmiştir. Duygu, düşünce ve makamlar, geleneksel Kürt kimlikli edebiyata ve müziğe uygun düşse de, bu kez Türk diline uyarlanan edebiyat ürünleri yaratılmış ve bunda önemli bir başarı kazanılmıştır. Daha önce Kürtçe ve Osmanlıca üretenler giderek yerini, “Kürtçe düşünüp Türkçe yazanlara”, daha sonra da “Türkçe düşünüp Kürtçe yazanlara” bırakmıştır. Kürt diliyle yaratılan edebiyat ürünleri daha çok sözlü gelenekte kaldığı için, çoğu günümüze ulaşamadan yitip gitmiştir. Bugün bu türden birçok halk sanatçısı ilgiyle anılmakta, ancak eserlerine ulaşılamamaktadır.
Medrese eğitimi almış, ağırlıkla Divan şiiri tekniğinde ve Osmanlıca yazan şairlerden ancak çok azının yazma divanları bize ulaşabilmiştir. Genellikle kapalı bir yaşam sürdükleri için, bu aşiretlerden yetişen şair ve aşıkların şiirleri genel cönklere ve şiir mecmualarına da fazla yansımamıştır.
Günümüzde hala varlığını sürdüren, kültürel olarak izlerini hala takip edebildiğimiz köklü aşiretlerden biri de Sinemilli Aşireti”dir. Sinemilli, bir alevi ocağının ve aşiretinin adıdır.
Sinemilli, hem yoğun olarak Maraş ili ve havalisinde yaşamakta olan bir Alevi aşiretinin, hem de o aşiretin bağlı olduğu dede ocağının adıdır. Aşiretin Kalenderler kolundan gelen ve Sinemillier arasında dede soylu kabul edilen ailelerin Maraş yöresindeki ana yerleşim noktası, Elbistan”a bağlı Kantarma Köyü ve eskiden onun mezrası olan Gücük”tür. Yine Maraş iline bağlı Pazarcık ilçesinin Maksutuşağı ile Bozlar köylerinde ve civardaki başka bazı mezra ve köylerde de bu koldan gelen Sinemilli dedeleri vardır. Ocağın “Nadarlar” olarak bilinen daha küçük bir kolu da Erzincan”da, özellikle merkeze bağlı Vağaver (şimdiki Cumhuriyet Mahallesi) ile Kemah”a bağlı Nadaroğlu (yeni adı Dereköy) ve Apuşta (yeni adı Aksakal) köylerindedir. Ayrıca Vağaver köyünden bir dede ailesi, dört kuşak önce Elazığ”ın Keban ilçesine bağlı Bayındır köyüne giderek talipleri arasında yaşamaya başlamıştır. Elazığ aslında Sinemillilerin Maraş ve Erzincan”a göçmeden önceki ortak vatanıdır. Tüm Sinemilliler”in mürşit olarak tanıdıkları Ağuiçen ocağının Koca Seyit kolundan gelen dedeler de yine Elazığ merkeze bağlı Sün köyündedir veya hatırlanabilir bir tarihte Sün”den Erzincan merkeze bağlı Brastik (yeni adı Söyütözü), Erzincan-Kemah”a bağlı Ardos (yeni adı Beşikli) ve Sürek, Elazığ merkeze bağlı Pirinççi, Malatya-Darende”ye bağlı Yeniköy, Elbistan”ın Gücük ve Kantarma köyleri ile Adıyaman-Çelikan”ın Bulam (yeni adı Pınarbaşı) kasabasına göçmüşlerdir.
Sinemilli aşireti mensuplarının yaşadığı köyler ise özellikle Maraş”ın Pazarcık ve Elbistan ilçeleridir. Ancak günümüzde Maraş kökenli Sinemilli nüfusunun büyük çoğunluğu Antep gibi yakın şehir merkezlerine veya İstanbul başta olmak üzere çeşitli metropollere yerleşmiştir. Antep”e göçenler arasında, Pazarcık”ın Bozlar beldesinin Saray köyünden, geleneksel olarak aşiretin reisliğini yapan Azizler koluna mensup aileler de vardır. Ancak Batı Avrupa ülkeleri ve Kanada başta olmak üzere yurtdışına göçmüş ve köylerini ancak yazdan yaza ziyaret eden kayda değer büyülükte bir Sinemilli nüfusu da mevcuttur. Özellikle yurtdışına göçte, 1978 yılında meydana gelen Maraş olaylarının önemli etkisi olduğu söylenmektedir. Maraş dışındaki Sinemilli yerleşimleri ise daha çok Kayseri (Sarız, Pınarbaşı), Malatya (Arguvan, Akçadağ), Adıyaman illerindedir. Bunlar dışında gene aynı bölgelerde ve ayrıca Erzincan, Elazığ, Sivas (Yıldızeli, Şarkışla, Çetinkaya), Ardahan (Damal), Antep (Kilis) ve Çorum”da Sinemilli aşiretine mensup olmamakla birlikte, Sinemilli ocağına bağlı aşiretler, köyler ve aileler mevcuttur. Sinemilli aşiretinden olmayan ama Sinemilli dedelerine bağlı bu gruplar arasında en önemlileri, Maraş ve Adıyaman illerindeki Alhaslar aşireti, Arguvan havalisindeki Atma aşireti ile Malatya Akçadağ ilçesinde meskun Kürecik aşiretinin büyük çoğunluğudur. Maraş Sinemillileri”nin aksine Erzincan”a göçmüş olan ocağa bağlı dede aileleri Kürtçe bilmemektedir. Bununla birlikte her iki kolun talipleri arasında da, anadil olarak hem Kürtçe hem Türkçe konuşanlar vardır.
Kahramanmaraş”ın Elbistan kazasına bağlı Kantarma köyü halk müziği alanında derleme yapanların uğrak yerlerinden biridir. Kantarma”yı derlemeciler için bir çekim merkezi haline getiren, özellikle yaşlı kuşaktan olanlarının hemen hemen tümü birer bağlama ustası olan ve geniş bir deyiş repertuvarına sahip dedelerdir. Kantarma dedeleri, eskiden beri aralarında yüksek oranda okuma yazma bilenlerin varlığı, Alevilik konusundaki derin bilgileri ve hoş sohbetleri ile de yörede ün salmışlardır. Yani sadece Alevi müzik geleneği değil, bu geleneğin beslendiği Alevi inanç ve kültürü açısından da Kantarma köyü bölgenin en önemli merkezlerinden biri konumundadır. Kantarma”ya bu özel konumunu veren dedeleri Sinemilli Ocağı”ndandır.
Sinemilli Aşıkları
Âşık Ali (Lolo) Koşar: Gerçek adı Ali Koşar olan Aşık Lolo Ali, Elbistan”ın Küçük Yapalak köyündendir. Köken olarak Erzurumlu olan Lolo Ali, Balkan Savaşı sırasında buradan göçerek, önce Elbistan”ın Çiçek köyüne, ardından da Yapalak”a yerleşir.
Okuma-yazması dahi olmayan âşık, pek çok konuda son derece bilgili ve akıllı davranışları ile çevresini şaşırtmaktadır. Tasavvuf bilgisine ve görgüsüne de sahip olan aşığın pek çok konuda şiiri vardır.
Ali Murtaza Topal Dede: Ali Murtaza Topal Dede, 1922 senesinde Maraş”ta dünyaya gelir. Ali Murtaza, 1930”lu yıllardan itibaren babasıyla birlikte ayn-i cemlere katılır ve zakir olarak babasının yanında cemlerde yer alır. Babası vefat ettikten sonra, kendisi dedelik görevini üstlenir. 2004 senesinde Bu Bir Sevdadır Sevdiğim isimli albümü Kalan Müzik tarafından yayımlandı.
Büyük Tacim (Bakır) Dede: Sinemilli Ocağı”na bağlı Tacim Bakır Dede, 1906 yılında Kantarma Köyü”nde doğar. Alevi kültürünü yaymak için Türkiye”nin çeşitli il, ilçe ve köylerini dolaşır, buralarda dedelik yapar. Eski Arapça okur ve yazarlığı olduğu gibi, yeni Türkçe okur ve yazarlığı vardır. Bu zamana kadar en çok deyişi, semahı derlenen Sinemilli dedesidir. 1988 senesinde Kantarma Köyü”nde vefat etmiştir.
Tacim Dede”nin birkaç deyişi:
- Dost Sen mi Geldin?
- Sözünden Belli
- Senden Ayrılalı
- Gözleyi Gözleyi
- Bülbül Olup
İbrahim Aldede: İbrahim Aldede, 1936”da Gücük Köyü”nde dünyaya gelir. Daha küçük yaşlardan itibaren babasıyla birlikte toplumlara ve her türlü toplantılara katılmaya başlar. 17 yaşından itibaren cem yürütmüştür. 11 torun dedesi olan İbrahim Aldede; ani bir kalp krizi sonucu 15 Ocak 2008 günü 72 yaşında vefat etmiştir.
İbrahim Aldede”nin birkaç deyişi:
- Aşık ile Etme Sohbet
- Beni Candan Usandırdın
- Elâ Gözlerini Sevdiğim
- Cahil ile Etme Sohbet
Hacı Bayrak: Kayseri”nin Sarız ilçesinin Dallıkavak köyünde dünyaya gelen Hacı Bayrak, Maraş”taki Alevi köyleri ile sürekli bir ilişki halinde olan Dallıkavak”ta Alevi geleneğini, gerek curası, gerek bağlaması gerekse de kemanıyla en iyi şekilde temsil eden dedelerden biri olan Haydar Bayrak”ın oğludur. Hacı Bayrak”ın, Erdal Erzincan”ın da bağlama çaldığı Esrar-ı Hak isimli albümü 2004 senesinde Güvercin Müzik tarafından yayınlamıştır. 2005 senesinde aramızdan ayrılmıştır.
Kul Ahmet: Kul Ahmet mahlasını kullanan Ahmet Kartalkanat, Sinemilli Ocağı`na bağlı en tanınmış ozanlardan biridir. Babası sonradan Pazarcık”ın Kantarma köyü”ne yerleşmiş olan Kul Ahmet, Maraş`ın Pazarcık ilçesine bağlı Bozlar Köyü`nde 1932 yılında dünyaya gelmiştir. Ankara`ya yerleştikten sonra Mahzunî Şerif, Feyzullah Çınar ve Âşık Veysel gibi müzisyenlerle tanışır. Kul Ahmet, 1997 yılında aramızdan ayrılmıştır. Kul Ahmet`in arşiv kayıtlarından derlenen parçalardan oluşan İsmini Sevdiğim isimli albüm Kalan Müzik tarafından 2008 yılında yayınlanmıştır.
Mehmet Mustafa (Yüksel) Dede: Tacim Dede”nin amcasının oğlu ve bağlamasına oldukça hakim olan dedelerden biridir. 1991 yılında vefat etmiştir. Beni Candan Usandırdın adlı albümü yayınlanmıştır.
Mehmet Mustafa Dede”nin birkaç deyişi:
- Şah-ı Merdan (Kün Deyince)
- Biz Harabat Ehliyiz
Meluli (Latife): Asıl adı Karaca Hüseyin Erbil olan Meluli, Afşin”in Kötüre köyünden olup, 1892 senesinde dünyaya gelmiştir. 10 yaşlarında Afşin”de, dostları olan bir Ermeni ailenin yanına gönderilir. 20”li yaşlarına kadar Ermeni Okulu”nda eğitim görür ve Arapça, Ermenice, matematik ve edebiyat dersleri alır. Şiirlerinin bir bölümünde Latife mahlasını kullanan Meluli”nin yazdığı şiirler, hem ilahi aşkla birlikte tasavvuf kültürünün özünü oluşturan dini, ahlaki, evrensel değerler ile çağdaş toplumsal gerçekleri ve Bektaşilik yolunu izleyenlere yapılan öğütleri içerdiği, hem de günlük halk diliyle yazıldıkları için oldukça rahat ve hızlı bir şekilde Alevi köyleri arasında yayılmış ve sıkça kullanılır olmuştur. Meluli, 14 Kasın 1989”de aramızdan ayrılmıştır.
Mücrimi: Asıl adı Mehmet Özbozok olan Aşık Mücrimi, 1882 yılında Malatya”nın Doğanşehir ilçesine bağlı Karaterzi köyünde doğar. Bir eli sakat olduğundan “çolak” lakabıyla tanınır. Köyde bulunduğu dönemde bir kıza aşık olur ama kızı kendisine vermezler. Köylüler onu başkasıyla evlendirmek isteyince kabul etmez ve köyü terk eder. Mücrimi, Birinci Dünya Savaşı yıllarında İslahiye”ye bağlı Keferdiz”e yerleşir ve öldüğü 1970 yılına kadar burada kalır. Mezarı Keferdiz”dedir.
Yakınları, Mücrimi”nin 500 dolayında şiiri bulunduğunu söylerler. Ancak bugün, bunların çok az bir bölümü elde bulunmaktadır.
Mücrimi”nin birkaç deyişi:
- Gönlüm Sağ yare
- Derd-i hakk”la aşka düşen aşıklar
- Kamil ile Yoldaş olan
- Şı Diyar-ı gurbet elde
Sadık Hüseyin Dede: Maraş”ın Pazarcık ilçesine bağlı Sofulu Uşağı (Halkaçayır) köyünün dedelerindendir ve pek çok deyişi derlenmiştir. 1990 yılında ölmüştür.

Sinemilli Şivesi
Coğrafya
Sinemilli şivesi Maraş (Elbistan, Nurhak, Pazarcık ve çevresi), Adıyaman (Gölbaşı ve Çelikhan civarları), Sivas (Gürün'ün bazı köyleri), Malatya (Arguvan, Akçadağ, Doğanşehir, Yazıhan, Kuluncak, Yeşilyurt/Haçova, Darende/Engizek), Elazığ, Kayseri (Pınarbaşı ve Sarız çevresi), Gümüşhane (Şiran) ve İç/Kuzey Anadolu'da (özellikle Çorum-Amasya-Yozgat-Tokat kesişme bölgesinde ve daha az sayıda Ankara/Haymana, Kırıkkale, Çankırı, Zonguldak) bölgelerinde meskûn diğer Kürt Alevi aşiret ve köylerinde de konuşulur. [2]

Dikkat edilecek olursa, Sinemilli Kürt nüfusunun nispeten az yaşadığı yörelerde konuşulur ve bu şiveyi konuşanların tamamı Alevi'dir. [3] Bu yönüyle Alevi Kurmanci'si olarak da adlandırılabilir ancak bu tanımlama Dersim (Tunceli) işin içerisine girdiğinde yanlışa çıkacaktır. Çünkü, Dersim/Ovacık ve çevresinde de Kurmanci konuşan Aleviler vardır ama konuşulan şive kesinlikle Sinemilli değildir. Daha çok Botanî ve diğer şivelere benzer.

1978'deki Malatya ve Maraş Katliam'larında saldırıya uğrayanların çoğunluğu Sinemilli konuşan Kürt Aleviler'den oluşmaktadır.
Ayrıca 6 Mayıs 1972'de Deniz Gezmiş'le birlikte idam edilen Hüseyin İnan da Sivas'ın Gürün ilçesi'nden Sinemilli konuşan bir Kürt Alevi köyündendir (eskiden Kayseri Sarız'a bağlı olan Bozüyük Köyü). Dilbilgisi
Sözdizim itibariyle Kurmanci”nin bütün özelliklerini istisnasız taşır. Kelime dağarcığı olarak da yine çok büyük ölçüde Kurmanci”nin dağarcığına sahiptir. Buna ek olarak Türkçe”den geçmiş sözcüklerin de varolduğu söylenmektedir. Bunun sebebleri arasında, Alevilikte ibadet dili olarak Türkçe”nin kullanılması ve “Sinemilli” konuşulan yörelerde Türkler ile komşuluk ilişkilerinin olması sayılabilir. Ayrıca Sinemilli”nin, Kurmanci”nin başka şivelerinde kullanılmayan kendine has sözcükleri de vardır. Her ne kadar Sinemilli ve Kurmanci”nin diğer şiveleri arasında telaffuz farklılıkları olsa da, konuşanlar arasında herhangi bir anlaşma sorunu olmadığı belirtilmektedir.
Fonetik
Her ne kadar gramer yapısı, sözcük yapısı ve anlam olarak Kurmanci”nin bütün özelliklerini taşıyor olsa da, ses özellikleri itibariyle Farsça ile benzerlik göstermektedir. Buna ek olarak, Türkçe”den de bazı sesleri ödünç almıştır. Bunun en belirgin örneği olarak, hem Farsça hem de Kurmanci”de yer almayan [ü] sesi Sinemilli”de bulunmaktadır. (Örneğin Arguvan”daki Atma Aşireti”ne mensup Çobandere (Şotik) köyünde, yara anlamına gelen birîn kelimesi bürün olarak telaffuz edilmektedir.)
Sinemilli diyalektiğinde sesler, Farsça”da olduğu gibi yuvarlanma eğilimindedir. Örneğin, Kurmanci”de [e] olarak telaffuz edilen ses, Sinemilli şivesi”nde genellikle [a], Kurmanci”de [a] olarak telaffuz edilen ses ise genelde [o] olarak telaffuz edilir. Bunun genel bir kural olduğunu söyleyemeyiz, ancak böyle bir eğilimin var olduğu söylenebilir. Örnek verecek olursak, Kurmanci”de “Adım Hasan”dır” “Navê min Hesene” şeklinde söylenirken, Sinemilli Şivesi”nde “Novî min Hasana” şeklinde telaffuz edilmektedir. Ses değişimlerini biraz daha detaylı inceleyecek olursak:
[e] sesi [a] veya [œ] sesine, [a] sesi de [o] sesine dönüşür.
Daha seyrek olan ses değişimleri ise şöyle:
[o] sesi [ê] sesine, [ê] sesi [i] sesine, [a] sesi de [u] sesine dönüşür.
Ünsüzlerdeki değişime dikkat edecek olursak, [b] sesinin [v] ya da [w] sesine dönüştürme eğilimi çok sık olmasa da görülmektedir. Bazı türkü sözlerinden örnek verecek olursak, Kardeş Türküler”in Hemavaz albümünde de yer alan Maraş (Pazarcık)”tan Ali Mürteza Dede”nin Kürtçe bir deyişinden başlayabiliriz:
Sarî çellon çel konîya
Koçê êron la sar donîya
Sarfîrozê von Olî”ya …
Kırklar başı kırk çeşmedir,
Erenler göçünü başına indirir,
Önderleri de Ali”dir…
Burada da bariz örnekler olarak “ser” sözcüğünün “sar”, “Ali” sözcüğünün “Olî” şeklindeki telaffuzlarından bahsedebiliriz.
İkinci olarak, geçtiğimiz yüzyıl başlarında yazılmış olan ve Koma Amed tarafından da Agir u Mirov albümünde seslendirilmiş olan bir örneği inceleyelim. Albümde seslendirilmiş hali, ses özellikleri itibariyle tahrip olmuş ve orjinal telaffuzundan uzaklaşmış halidir.
Çîyoyê Golêo Çîyoyê Golêo
Mol bor dakana yoyleo
Az qurbono ve yoyle bim,
Molo rindkê mine lêo
Hiro dîson hiro dîson,
Tû kas namo la kîlîson,
Çovê doykêta kür bibi,
Nodina meron dadina pîson
Göl Dağı Göl Dağı
Evlerini yaylaya göçürürler
Ben o yaylaya kurban olam
Güzelimin evi de oradadır
Bugün yine bugün yine
Kimse kalmadı kiliselerde
Aman gözü kör olsun
Bir adama vermedi, verdi bir pise
Sözleri dil yapısı açısından inceleyecek olursak, ilk göze çarpan Kurmanci”deki “çîya” (dağ) kelimesinin “çîyo” şeklinde, “göçmek” anlamına gelen “barkirin” sözcüğünün de “borkirin” şeklinde telaffuz edildiğidir. “Yayla” sözcüğünün ise, Türkçe”den direkt alınarak Sinemilli”nin ses özelliklerine benzetildiği (yoylê) görülmektedir. Ayrıca, “kör” sözcüğü ise, [ü] sesiyle telaffuz edilip “kür” olmuştur.
Son örneği ise Bese Aslan”ın Xema Çel Meqamî (Kırk Makamlık Efkar) adlı kitap/cd çalışmasından verelim; Elbistan yöresinden Esme Gül”e ait, sevilen kişiye sitemi dile getiren “Çovê ta na” adında bir örnek.
Çovê tan a banca ta ya
Banca zirav royî mın nado
Sarî ta bûxi bancê tawo
Şawîtîm çum da ore ta do
Çovê tan a mina cove moron
Biskê tawon qûlbe goron
Ta çi osonkirim yilmişkirim
Ji kûlle pistî ma bar dûvaron
Senin gözlerin senin boyun
Bana göstermedin ince boyun
Başını yesin o ince boyun
Yandım gittim senin ateşinden
Senin gözlerin yılan gözleri gibi
Güneşin zülfü mezarın kör çapası gibi
Niye usandırdın yıldırdın beni
Fısıldayan yarayım duvar dibinde
Bu örnekte de “göz” anlamına gelen “çav” kelimesinin “çov” şeklinde, yine “baş” anlamındaki “ser” sözcüğünün “sar” şeklinde telaffuz edildiğine şahit oluyoruz. Ayrıca Türkçe kelimelerin etkisini bu örnekte de görebiliyoruz. “Yılmak” ve “usanmak” kelimelerinin, “osonkirim” ve “yilmişkirim” şeklinde fakat aynı anlamıyla yer aldığını ve Türkçe”deki “duvar” kelimesinin de anlamını koruduğunu görüyoruz. Daha önceden de belirtildiği gibi, her ne kadar Sinemilli ve Kurmanci”nin diğer şiveleri arasında telaffuz farklılıkları olsa da, bu durum kesinlikle anlaşma sorunu oluşturacak düzeyde değildir.
örnek:
Akçadağ (Kürecik) civarından. (Aynı eser Elbistan'da yaşayan Kürt Alevi'ler tarafından da iyi bilinir.)
Çır kıriye çır kıriye,
Fistonaki sur kıriye,
Fistoneta sarita buxu,
Lowkê xalkê din kıriye.
Ne yapmış, ne yapmış,
Kırmızı bir fistan giymiş,
Fistanın başını yesin,
Elin oğlunu delirtmiş
Burada da Kurmancî'de [çı] sözcüğünün [çır] olarak telaffuzun görüyoruz ki bu istisnai durum diğer coğrafyalrada da aynıdır. Bunların dışında oğul manasına gelen lawık sözcüğünün lowık şeklindeki dönüşümü ya da Türkçe'den alınan fistan sözcüğünün fiston şeklindeki telaffuzu ise artık tipik örneklerden sayılabilir.
Bir diğer örneği ise Maraş (Pazarcık)'tan Ali Mürteza Dede'den alalım. Bu ise Kürtçe bir deyişten;
Sari çellon çel koniya,
Koçê êron la sar doniya,
Sarfirozê von Oli'ya,
...
Kırklar başı kırk çeşmedir,
Erenler göçünü başına indirir,
Önderleri de Ali'dir
Kaynakça:
- Arnaud-Demir, Françoise. Ebedi bir kültürün mirası.
- Aslan, Besê. 2007. Kırk Makamlık Efkâr. Güvercin Müzik.
- Aslan, Besê. 2008. Pirler Divanı. Kom Müzik.
- Bayrak, Mehmet. 2006. İçtoroslarda Alevi-Kürt Aşiretler/Sinemilli ve Komşu Aşiretler Tarihi-Edebiyatı. Öz-Ge Yayınevi.
- Halkbilim Dergisi, Ekim/1986.
- Karakaya Stump, Ayfer. Sinemilliler: Bir Alevi Ocağı ve Aşireti.
- Kardeş Türküler. 2002. Hemavaz. Kalan Müzik.
- Kurdica, Die Kurdische Enzyklopädie, Die Westmundart des Kurmancî.
- Özcan, Seydi. 2001. Şeman-Söbe Çimen ve Aziz Baba Aleviliği. s. 92. Ankara.
- Özsoy, A. S., Türkyılmaz Y. 2006. Front rounded vowels in the Sinemilli dialect of Kurmanji- a case of language contant. Turkic-Iranian Contact Areas Historical and Linguistic Aspects içinde. Yay. haz. L. Johanson ve C. Bulut. Harrasowitz: 300-309.
- Özdemir, Ulaş. 1998. Ummanda Maraş Sinemilli Deyişleri. Kalan Müzik.

KOÇGİRİ İSYANI

1921 yılında Koçgiri bölgesindeki Zara, İmranlı, Divriği, Hafik, Kuruçay, Kangal, Refahiye ve Sarız'da yaşanan ve yüzlerce Kürt Alevinin katledilmesi, binlercesinin dağlarda sefaletle yaşamak zorunda bırakılması..
Dersimden Önce Koçgiri Katliamı
Ebubekir Hazım Tepeyran ın anılarını içeren Belgelerle Kurtuluş Savaşı kitabı Gürer yayınları tarafından geçtiğimiz günlerde yayımlandı.
Tepeyran'ın anılarının bir bölümü 'Ümraniye (Koçkiri) Olayı ve Nurettin Paşa' başlığını taşıyor. Tepeyran, Milli Mücadele döneminde,
'Koçgiri ayaklanması' olarak bilinen olaylara ilişkin ilginç bilgiler veriyor, değerlendirmelerini yazıyor. Cumhuriyet gazetesi yazarı Oktay Akbal'ın dedesi olan Tepeyran, Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönem Dahiliye Nazır (İçişleri Bakanı)larındandı. Milli Mücadeleyi desteklediği gerekçesiyle işgal İstanbul'unda idam cezasıyla yargılanan Tepeyran, Cumhuriyet döneminde de milletvekilliği ve aralarında Sivas da olan değişik illerde valilik görevlerinde bulundu.
Tepeyran, İkinci Meclis'teki milletvekilliği döneminde Mustafa Kemal'le uyuşamadı, üçüncü dönemde milletvekili olamadı. Oktay Akbal o dönemi şöyle değerlendiriyor: "Anayasa hazırlıklarında Hazım Bey'in kimi önerileri, Mustafa Kemal'in istekleriyle uyuşmaz. Örneğin ayan meclisi ve senato kurulmasından yanadır. Hazım bey Cumhurbaşkanına geniş yetkiler verilmesini, Cumhurbaşkanı'nın hem hükümete, hem TBMM'ye başkanlık etmesini doğru bulmaz."
Koçgiri, şimdiki Sivas'ın Zara ilçesinin adı. O dönemdeki nüfusunun önemli bir çoğunluğu Kürt-Alevi. Koçgiri katliamının hemen ardından Sivas'a vali olarak atanan Ebubekir Hazım Tepeyran, 1921 yılında yaşanan olayların bir ayaklanma değil, orada komutanlık yapan ve 'Sakallı Nurettin' olarak bilinen Nurettin Paşa'nın acımasız bir katliamı olduğunu belgelere dayanarak anlatıyor.
Sakallı Nurettin'in İzmir yangınının da sorumlusu olduğu söylenir. Bir başka icraatı ise Ali Kemal'i İzmit'te linç ettirmesidir. Buna benzer başka eylemleri de vardır.
***
Tepeyran'a göre; Sivas'ın Koçgiri (Zara) kasabasında askerlere bir saldırı olduğu gerekçesiyle başlatılan 'tenkil' hareketi çok vahşi boyutlara ulaşmıştır. Yöreye gönderilen Nurettin Paşa 14 Mart 1921 tarihli bildirisinde gelişmeleri şöyle değerlendirmişti: "1. Sivas iline bağlı Zara ilçesi (bu ilçeye 'Koçkiri' de denir) sınırları içinde yerleşik bulunan Koçkiri aşiretleri arasına sokulan bazı arabulucu kötü amaçlı kişilerin kandırdığı bu aşiret reislerinden çoğunun rıza ve muvafakatları dışında bir kısım ayaktakımı Kürtler, Ümraniye'deki askeri müfrezeye saldırmış ve bazı subaylarla Ümraniye'de bulunan Zara ilçesi kaymakamını tutuklamışlardır. Bu ayaklanmacılar, davranışlarının nedeni olarak, hükümetin sözde Kürtleri vuracağını söylemesiyle korku ve kaygıya kapılmış olduklarını yaymışlar..." (s.211)
Askerin harekete geçmesi üzerine, şehir eşrafı bir 'öğüt kurulu' oluşturarak araya girer ve bir uzlaşma sağlanır. Kaymakam ve subaylar serbest bırakılır. İsyancılar için Sivas'ta 'harp divanı' kurulmasına karar verilir. Ayrıca yapılan uzlaşmayı güvence altına almak amacıyla bir taahhüt belgesi de hazırlanır.
Tepeyran o günleri anlatırken şöyle diyor:
"Öğüt kurulu, Zara'dan dönüşünde komutan paşayı görerek, gerek asker göndermenin caydırıcılığının, gerekse yayımladığı bildirinin etkisiyle sorunun böylece çözülmesini uygun görmesinden dolayı kendisini kutlarlar."
Fakat Nurettin Paşa'nın, "'Öyle ama, bu kadar asker toplandı, ben buraya kadar geldim; bir şey yapılmazsa olmaz', dediği ve bunun üzerine askeri harekâtın sürdürüldüğü, Sivas'ta yaygın olarak konuşulmakla birlikte, bu söylentinin doğru olduğunu Şefik Bey bizzat bana söylemişti." (s.211)
"Böylelikle Ümraniye bucağına ve Zara ilçesinin merkezine bağlı köylerden 76 ve Divriki ilçesinde 57 toplam 132, savaştaki düşman istihkamları gibi yakılmış, yıkılmış ve yüzlerce nüfus öldürülmüştür. Ayrıca bütün mal, eşya, zahire ve hayvanları yağmalanmıştır. Binlerce nüfus da dağlarda, kırlarda açlıktan ve sefaletten ölüme mahkum edilmiştir." (s.216)
"Nurettin Paşa, hükümetin güvenip kendisine verdiği yetkiyi pek kötü kullanarak yarattığı facialarla yetinmemiş, Koçkiri ileri gelenlerinden öldürülen ya da can korkusuyla dağlarda saklanan kişilerin ailelerini de Sivas'a sürmüştü" (s.218)
Bu değerlendirmeler, olaylardan üç ay sonra Sivas'a vali olarak atanan Ebubekir Hazım Tepeyran'a ait. Zara'nın Alevi-Kürt nüfusu Dersim'den tam 26 sene önce bir katliam ile yüz yüze gelmişti. Üstelik, zaman Milli Mücadele dönemiydi. Anadolu'nun desteğine her zamankinden çok ihtiyaç hissedildiği bir dönemdi.
'Koçgiri Katliamı' resmi tarihin pek görmek, göstermek istemediği olaylardandır.
SIDDIKLI ALİ YILDIRIM ANLATIYOR
Koçgiri katlim'ının akabinde Sivas'a vali olarak atanan Ebubekir Hazım Tepeyran, "Belgelerle Kurtuluş Savaşı Anıları" adıyla yayınlanan kitabının 74. Sayfasında şunları söyler:
"...130 köyün hiçbir lüzum ve zaruret olmaksızın sırf : 'Bir kere bu kadar asker toplandı, bir şey yapmazsak olmaz.' gibi vahşi bir mantıkla tamamen yakılıp yıkılmasına suçlu suçsuz binlerce nüfusun katl(öldürülme) veya açlıktan, sefaletten ölüme mahkum edilmesini muvafakat etmeyeceği pek aşikardı"
Benim burada yaptığım bir kaç örnekle bu "vahşi mantık" ın sebep olduğu dramı anlatmaktır. Bunu yapabildiğim zaman rahatlıyacağımı biliyorum. Kaldıki bu konuda ben tek bilen değilim.
Aşağıdaki yazılardan ilki, Kevenli'li Mehmet dede ile roportaj, 1995 veya 1996 yılında Kurtçe olarak yurtdışında bir dergide yayınlandı. Türkçe'ye çevirerek tekrar yayınlıyorum.
Dr. ALİ K. YILDIRIM
MEHMET KARAKUŞ'UN KOÇGİRİ KATLİAM'INDA ÇOCUKLUK ANILARI
Çocukluğum sırasında çokça kulak misafiri olduğum olaylardan en önemlisi, uzun kış günlerinin değişmez konusu, ''hadise'' olarak adlandırılan Koçgiri katliamı idi. O zamanlar, henüz epey küçük iken, olaylar bize kurt hikayelerini andıran birer korku masalı gibi gelirdi. Hatırlıyorum da, bir keresinde dedemi ihtiyarlar ile konuşurken anlattığı o şeyleri, ''hadiseyi''anlatması için epey sıkıştırmıştık. O bize bunun yerine insan kılığındaki "canavar" ile ilgili şeyleri anlatmak istediğinde biz artık dinleye dinleye demode olmuş bu hayali yaratık hikayelerine rağbet etmemiş ve illahi ''hadise! hadise!'' diye diretmiştik. Sonuçta dedemi razı ettiğimize, gözleri dolunca, pişman olmuş ve bu ''masalın'' başka olduğunu anlamıştık. Dedem'in ve yeğenlerinin ''Babam ve amcam gil gidip cesetlerin içerisinde uzansaydılar kimse belki şüphelenmeyecek ve ele geçirilip Çengelli dağının dibinde toplu olarak öldürülmüyeceklerdi.'' sözlerinin beynimde yarattiğı yankı zihnimde hiç silinmedi.
12 Eylül öncesi -ve kısmen sorası- genel havanın etkisiyle bize öğretilenlerin gereği olarak kendimizi bütün bilgilerin kaynağı gibi gösterilen bazı " klasikleri" ve siyasetlere ait yayınları hatm etmeye hasretmiştik. Olayların canlı tanıklarının anlattıklarının kalıcı kılınması, tarih ve kültürümüze ait çok şeyin araştırılması ile ilgili bilincin öne çıkması her şeyi çözmeye yetmiyordu. Uzakta mülteci olarak yaşamanın getirdiği kopukluk en büyük sorundu. Cunta'dan 13 sene sonra ülkeme gitme imkanı bulduğumda; çocukluklarını Koçgiri katliamı ile yaşamış olan, yakın köylerdeki tanıdığım yaşlılardan geriye kimse kalmamıştı.
Annem'ın amcası Kevenlili Mehmet dede aşağı yukarı 80 yaşlarında; iyi giyinmeyi seven, duygulu, yaşına göre oldukça dinç ve çevik biri. Onunla 1995 yılında Istanbul'da görüştük. O da köyde kimsesi kalmadığından dolayı 60'ından sonra gürültü, kirli hava, pis su ve kalabalık demek olan Istanbul'a göç etmek zorunda kalmış.. Mehmet dede de "görünmeyen" baskının etkisiyle başka bir dilde, Türkçe ile kendisini iyi anlatabilmenin, özelliklede yaşlılar için hayli zor olan kavgasının vermekte. Şimdiye kadar karşışaştığı azbuçuk okumuş takımı kendisiyle sanki tahsilli olmanın biricik göstergesi imiş gibi Türkçe konuştuklarından, Kürtçe konuşmayı yeğlemem karşısında önce kısa bir şaşkınlık geçirdi ise de ortama çabuk ısındı; kendisini anadili ile ifade etmenin rahatlatıcı havası içerisinde küçüklüğünde görüp hatırladığı katliam günlerini anlattı.
Memet Karakuş: Yatıyorduk...Birden bire terteleciler bastı! Annem çamaşırları yıkıyordu .Babam Alican zengindir diye evvala bizim evi bastılar. Dört kişi idiler. Yükülüğün altında tavuk kurk olmuştu. Tavuk çırpınınca "ahan Alican orada yükülüğün altında!" deyip oranın altına girdiler.
Annem oradan kaçıp köy kadınlarının arasına karıştı. Onlar annemin suratına, tanınmasın diye, kurum sürüyorlar. Meğerki amcam Cano aşagıda mahzende imiş. Amcam dışarıya çıktı. Amcam babayiğit biri idi.Yeniköylü(Turk köyü B.N.) Hasan Çavuş'u altına aldı. Elini boğazına geçirip yere vurdu. Diğeri bir sefer ateş etti, ama tutturamadı. Amcam kadınlara 'ne duruyorsunuz, niye üstüne binmiyorsunuz?'. Kadınlar üstüne atılıp altına alıyorlar...
Babam köyün yukarısında , Nahala Guran bölgesinde kendine bir mahzen(sığınak B.N) yapmış idi. Haykırışları duyan babam oradan çıkıyor. Kardeşim Sabri ağlayarak 'Baba yetiş,amcamı öldürüyorlar' diye bağırdı. Babam koşarak geldi. Tertelecilerden genç olanı kaçmayı becerdi. Kardeşim Use, diğer ağabeyim Sabri ile birlikte, adamı arkadan kovaladılar. Use büyük ağbimiz idi, fakat cesaretli değildi. Sabri evin yanındaki harkta kendini adamın ayaklarına atıyor. Adam bir sefer Sabri'yi kolundan tutup savuruyor. Ağbim Sabri çocuk idi, ama sakız gibi adama yapışıyor..
Neyse... onu oradan alıp getirdikten sonra dördünü birbirine bağlıyoralar. Babam bunları götürüp derede öldürdü. Sonra babam 'durmayın şimdi köyü basacaklar!..' dedi. Biz köyden çıktık. Müfreze köyü bastı. Babam ile amcam geride kaldılar.
Kardeşim Nuri'yi kalçasından vurup kemiği parçalamışlardı. Amcam Rıza'yı da omuzundan vurmuşlardı Onlar Kevreş'te(Karadaş'ta) çatışmaya girmişlerdi.
Gide gide Şuxlu'nın düzlüğüne vardık. Askeriye her tarafı sardı. Biz gidip dönüp dolaşıp gelip Xaskoy'e(Hasköy) girdik. Bir baktık ki küyümüzü alevler sarmış. Qoniqesi(Koyunkaya) yanıyor, Ağızger(Atlıca) yanıyor. Gökyüzüne ateş fışkırıyor. Karaçayır'ı, Karlık'ı ateşe vermişler. Hepsi alevler içerisinde.Tabii biz yüksek yerdeyiz. En sonunda köyde kimsenin kalmadığına kanaat getirince geceleyin çıkıp köye geldik. Açız, susuzuz. Dolaştık, dolaştık köyde bir dana bulduk. Danayı Amcam Mehmed Ali'nin tamamen yanmamış evinde kestiler. Ezize gil odunları üst üste dizip eti pişirdiler. Danayı yedik. Tadı hala dadamağımda . Aç ve susuzluktan nerede ise kendimizden geçiyorduk. Un çuvalları yanmış idi, ama yinede ortada yanmayan bir damar kalmış idi. O çuvalları balta ile kesip kesip ortada az beyaz un çıkarttılar. Unu hamur edip ekmek yaptılar. Ekmeği yedikten sonra babam bizi köyün dışına yer altında kazdığı mahzene götürdü. Diğer insanlar dağlara vurup Dersim'in yolunu tutmuştu.
Sonra dedem'in evine gitmek için Karlık(Qarlıx) köyüne gittik. Oraya vardığımızda topal osman çetelerinin Ortaköy, Kevreş, Kanisorık, Qelereşık'tan kadın ve çocukları toplamış olduklarını gördük. Efendim Lazlar oradı silahları çatmışlar. Biz tir tir titriyoruz. Lazların hepsi başlarına siyah başlık geçirmişlerdi. Onlar dereye gidip iki ihtiyarı getirdiler. Hesene Seyid ve Husene Seyid'i getirdiler. İkisini birbirine bağladılar. Biri kamasını çekerek Hesenê Seyid'in sırtına sonuna kadar batırdı. Adam öyle bağırdı, öyle bağırdıki... diğeri de çökerek iki üç sefer ateş etti. Her ikisini de yanımızda devirdiler.
Lazlar orada silahlarını aldılar. Bizi toplayıp sığır sürüsü gibi önlerine kattılar.. Belki 200-300 kişi idik. Hepsi de çoluk çocuk ve kadınlardan oluşuyordu. İçimizde yetişkin hiçbir erkek yoktu.. oradan Gırrık'a gittik... aşağı ve yukarı Gırrık'tan da kadın ve çocukları topladılar. Konak köyünde dereyi geçerken vurularak öldürülmüş delikanlıları gördük. Delikanlılar şişmiş. Kartal ve akbabalar üzerine konmuş; bir cesetten kalkıp diğerine konuyorlar. Biz bir taraftan ağlıyor bir taraftan da yürüyoruz. Neyse cesetleri geçtik. Bizi Cefan köyüne götürdüler. O insanların hepsini Cefolu Haydar Beg'in ahır ve samanlığına sürdüler. Kapıyı üzerimize kilitlediler. Topal Osman Cefolu Haydar Beg'in yanında idi. O daha önceden devletle ilişki kurmuştu.
-O Mıstıkan kabilesindenmiydi?
Memet Karakuş: evet onlar da Koçgiri'li. Neyse o geceyi orada geçirdik. Heyder Beg yalvarıp yakarmış ve demişki: " Bu fakir ve fukaraları birak. Ne için onları öldüreceksin?". Biz her an ateşe verilip yakılacağımızı bekliyoruz.. sabaha kadar aç ve susuz... Bağırıp yalvarıp yakarıyoruz...Aç ve susuzuz...Millet yer darlığından iyice sıkışmış. İçerisi çok sıcak. Susuzluktan ağzımız kilitlenmiş. Neyse sabahleyin kapıyı üstümüze açtılar. Dışarıda karla karışık yağmur yağıyor. Sokakta kirli bulanık bir su akıyor. Kalabalık çöküp o pis suyu içti.
Herkes dağılmaya başladı. Karlık'a geldik. Annem orada bize yenilecek birşeyler buldu. Biz sadece ekmek yedik. Paci'ye doğru yola koyulduk. Ardıçların bulunduğu mevkiden aşağı doğru indik. Değirmenin bulunduğu yerden Kızılırmağ'ın diğer tarafına geçtik. Meğerki babam bizi görmüş. Karapınar'ın yokuşunu çıkarken biri "çocuklar gelin! Çocuklar korkmayın gelin! " diye haykırdı. Sabri "Aha! Babamın sesi geldi" dedi.Biz hızla gittik. Babam bizi saklanmak amacıyla yaptığı mahzene koydu. Kapıyı üstümüze kapattı. İçeride çıt dahi çıkmıyordu. İçeride ekmekte, su da vardı. Suyumuzu da içtik. Geceleyin annem ile babam bize erzak getiriyorlardı. Gündüzlüyin kimse dışarı çıkmıyordu. Kız kardeşim Gulistan çok ufak idi. Babam "huş!" diyince hemen sesini kesiyordu. Öyle babamdan korkuyorduki...öyle korkuyorduki.. Neler başımıza geldi...!
-Peki o seneyi nasıl geçirdiniz? Yiyecek, giyecek birşey yoktu. Un yoktu. Herşey yakılmıştı?
Mehmet: Sonra millet teslim oldu: Dersim'den adamlarımız geldi.
Hükümet onların gelişini serbest bıraktı.
OSMANLI SONRASI İLK İCRAAT: KOÇGİRİ KATLİAMI
Babamın dayısı Nair efendi'nin oglu olan Ali Yıldırım ile agustos 2011 yılında koyumuz Sıddıklar da sohbet etme imkanı buldum.. Nayır Efendi, amca çocuğu dedem Hasangazi, diğer amca oğlu Nazım amca ve Apé Dursun gibi ufak yaşlarda Koçgiri katliamı sırasında büyük ızdıraplar yaşamış isimlerden biri. Ali amca'nın oglu Bezat, TİKKO içerisinde iken karanlık bir şekilde katledildi. Ölüm Kürd'ü hiç yanlız bırakmadı. Dedeler ve torunlar! Değişik tarihlerde aynı kaderi paylaşan insanlar ve onların tarihleri...
Dersim katliamı ile ilgili tartışmaların yaşandığı bu günlerde, Koçgiri katliamı'nın sadece kısmi bir boyutunu konu eden bu sohbeti ; insaf sahibi insanlarla paylaşmak, demokrasi isteyen herkesin yararına. Yeterli tepki gösterilmemesi nedeni ile, Dersim katliamına Koçgiri katliamı ile açılan yoldan varılmıştır.
Bir noktanın altını çizmekte yarar var: Tek parti dönemini ve de o dönemin diktatörünü eleştirilemez bir tabu olarak görmeye devam etmekle gerçek bir ilerleme sağlanamaz. İttihad Teraki ve tek parti dönemi ile geliştirilen kültür ve terbiye Kürt muhalefeti de dahil herkesi değişik biçimlerde etkiledi. İki tarafta sivillere karşı hoşgörüsüzlük ve saldırganlığın nedeni öncelikle bu 'ortak' terbiyedir.
SIDDIKLI ALİ YILDIRIM ANLATIYOR
Sohbetimize Ali amca gülerek "Ali Kemal eski meselere çok ilgi duyuyor" diyerek söze başladı. Ve sonra devam etti:
-Topal Osman çeteleri Axtepe'den bizim köye inmeden önce Bekiranlılar'ın göçü ile çatısmaya girerler. Bekiranlılar fazla dayanamayıp çoluk çocuk aşağı doğru kaçmaya başlarlar. Bu arada çok kişi öldürülür. Büyük Axdepe'nin dibinde Alisér Efendi'nin konağı ateşe verilir. Anlatılanlara göre bir hafta boyunca konaktan duman çıkar.
Osman'ın çeteleri daha sonra ilki Nahala Sur, ikincisi Kevıré Sur, üçüncüsü Tayé Salan olmak üzere tepeleri tutarak üç koldan ilerlerler. Amaçları bir çevirme hareketi ıie hareketin merkezi olarak gördükleri Alişér'in köyü Axızger(Atlıca) ile Haydar Beg'in köyü Karapınar ahalisini ölü veya sağ ele geçırmektir.
Büyük deden Apé Nuri Topal Osman kuvvetlerinin yaklaştığını görünce atı Mahina Şére atlayarak komşu köy olan Haydar Beg'in köyü Karapınar'a yönelir. Kendisine kurşunlar isabet etmesin diye eğilerek atına yapışır. Bizimkiler birşeye karışmamış olduklarından önceden kaçmıyorlar. Ayrıca ailesini çoluk çocuğunu bırakıp nereye gidecekler?
O sırada Nizamiye Karapınar'a girmiş, etrafa "Topal Osman'dan kurtulmak istiyorsan Karapınar'a Nurettin Paşa kuvvetlerine sığının" haberleri iletilmiştir. O nedenle halk Karapınar'a akın etmektedir.
Karapınar'da çok insan öldürülür, etraf cesetlerle doludur. Ufak bir ihtiyar olan Ağızgerli Medin yoksul ve perişan görünmek için elbiselerini yırtmış ,yüzüne kurum sürmüştür. Tanınmamak ve belkide yoksula merhametli davranırlar diye böyle yapıyor. Medin orada bir ara Apé Nuri ile karşılaşıyor. Medin nasıl yapıyorsa kaçmayı beceriyor, bir süre dağda saklanıyor ve kurtuluyor.
Kendisi SünnüTürk olan Goralis'li Şahsuvaroglu Mahmud Bey de oradadır. O kişilerle ilgili, yetkililere direk bilgi verir. Mahmud Beg bir ara Nuri amca'nın yanına gelir: "Nuri ağırlığın kadar para ver ve ölümden kurtul" der . Nuri amca birşey vermez.
Nuri amca bir ara karanlığı fırsat bulup gözden kayboluyor. Cesetlerin arasına girerek gizleniyor; fakat bakıyor olmuyor, hava çok soğuk, üstelik gündüzlüyün farkedilme riskide var; oradan çıkıp bir kar kütüğünün dibinde bir süre gizleniyor. Yine bakıyor soğuktan donacak, Türk köyü olan Bapsu'ya kivralarına sığınmaya karar veriyor.
Bapsulular o zaman kadar ' kivralalarımıza yardım edecegiz' diyerek bizim köyü boşalatmışlar: Aileler ile birlikte; mal-davar, koyun sürülerini, yatakları, halıları,değerli herne var ise götümüşler. Dedem Mustafa'da oraya sığınmıştır.
Aynı Mahmud Beg iki askerle gelip Bapsu'ya sıgınmış insanlardan para topluyor. Dedem Mısté para veriyor. Amcam Nuri de altın ve paraları bulup getirtmek için köye birisini gönderiyorsa da yetişmiyor. O sırada Topal Osman'ın komutanı Kel Hasan, mahiyeindeki 60 çete ile birlikte, Bapsu'ya giriyor;.köyde topladığı Kürtler'i de diğer esirlere katarak Çengelli dağının yolunu tutuyor. Kel Hasan o sıra çocuk olan Apé Nazim'i önüne kattığı guruptan ayırıyor, bunu gören Ağızgerli baba oğlu İzzet'ide Nazim amcanın yanına gitmesi için o tarafa doğru itiyor. Kel Hasan buna da ses çıkarmıyor.
Dedem Mısté bir ahırda saklanıyormuş, gelip orada buluyorlar. Henüz çocuk denecek kadar genç olan babam da aynı ahırda imiş, ahır yıkık olduğundan o diğer tarafta gizlenmiş. Babamı görmüyorlar, o sayede kurtuluyor.
Çengelli dağının dibinde, Buğanak köyünün üstlerinde, değirmene yakın bir yere vardıklarında mola veriliyor. Her seferinde iki kişi "komutanın atı suya düştü, yardım edin " bahanesi ile seçilip götürülüyor ve teker teker süngülenip öldürülüyormuş. Gidenlerin geri gelmediğini gören dedem Mısté bakıyor hepsini öldürecekler bağırıyor: "Bunlar hepimizi öldürecekler, bize taştıttıkları yüklerden zaten belamızı bulduk, kaçın kurtulun diye bağırıyor". O sırada kaçanlardan Kutan'lı(Gökdere'li) Telli gillerden Hemo kurtuluyor. Diger esir halk kurşun ve süngülerle orada öldürülüyor. Dedem Mustafa vurulduğunda kelim-i şahedet getiriyor. Asker "ulan adam meğerki müslüman imiş ..." diyor. Hemo daha sonra köyünün yukarısında öldürülüyor.
Sabahleyin Sünnü Türk köylerinden terteleciler cesetlerin üstüne üşüşüyor, sağ kalanların başını taşlar ile ezip öldürüyorlar; sonra da üzerlerinde ne varsa alıyorlarmış. İçlerinden Kandil köyünden olan biri ölü rolü yaparak kurtuluyor. Oradan te Ağızger'e kadar yürüyor. Burada Medin gil yaralarını dikiyorlar.. Bu olanların hepsini de o adam anlatıyor. İsmini şimdi hatırlamıyorum, ama adam son zamanlara dek yaşıyordu..
Dedem Mısté götürüldükten sonra, babam bakıyor etrafta sesler kesiliyor, kapı aralığına yanaşıp dışarı bakıyor. Bakıyorki ne görsün , deden Hasangazi dışarıda yanlız başına ağlıyor. Babam alçak sesle 'Hesengazi...! Hesengazi...!' diyor. Deden amcam Nuri ve dedem Mısté'nin bir yanda götürüldüğünü söylüyor, bir yandan da hıçkırıyormuş. Tabii babam dedemden daha büyük, "gel buradan kaçalım " diyor. Ve kaçmaya başlıyorlar. O ara onları gören bir kadın "Kürt kaçtı! Kürt kaçtı" diye yaygarayı basıyorsa da Suna Hanım "ulan Kürt uşağı durmayın, durmayın kaçın!" diye bağırarak onları cesaretlendiriyor. Yoksa köylüler babam'ı da yakalayıp teslim edeceklerdi.
Dedenle babam bir süre bayırda gizlendikten sonra , etrafta kimsenin olmadığından emin olunca köye iniyorlar. Evler yakılmış, ama bir iki ahır tümden yanmamış. Yanık un ve buğdayı kazıp yenilebilecek olanla karınlarını doyuruyorlar.
Yani tam bir felaketmiş. Yetişkinler öldürülmüş, ölmeyenlerde ölüme terk edilmiş. Etraf gömülmeyen ve kurtlanan cesetlerin kokusundan geçilmiyormuş. Aç kalan sahipsiz köpekler bu cesetleri yıyor , sonra da kuduruyorlarmış.
Dedem Mustafa ve Apé Nuri varlıklı imişler. Dedem bakıyor köy basılacak, önceden odanın duvarını açıyor, oradan yeri duvar boyunca epeyce eşiyor ve ardından dikine eşip eğer (heqip) dolusu altınları ve parayı oraya gömüyor. Duvarı tekrardan yapıp üstünü sıvazlıyor. Vurgun olduğu zaman Topal Osmanı'ın çeteleri gelip yakmadan önce evin her tarafını kontrol ediyorlar. Duvardaki sıvanın eski olmadığı fark ediliyor; duvar açılıyor. Fakat adamlar dikine eşiyorlar, böylece bir şey bulamıyorlar. Sonradan babam gidim onları çıkarıp başka yere gömüyor. Babam dedenin de altın ve paralarını saklıyor.
Bu paralarla yeniden ev yapılıyor; hayvan , yiyecek giyecek alınıyor. Paralar gene Turkler'e akıyor. Geçinecek durumda olmayanlar durumu biraz iyi olanların yanına yerleşiyor.
En sonunda, deden Apé Hesengazi, Babam Nair, amcam Haydar Yukarı Çulfalı Haci yé Hesen Begé ile birlikte İmranlı da manufatura dükkanı açıyorlar.Goralis köyünden il encümen üyesi olan kişi bunu rapor ediyor. Ceza olarak bu sefer varlık vergisi kesiliyor. Deden 800 altın, babam 500, amcam 500 altın ödüyor. Diğer ortağın ne kadar ödediğini bilmiyorum. Burada Alevi Kürttür diye çok insana bu varlık vergisi cezası geliyor. Bizimkiler cezadan sonra dükkanı işletemiyorlar ve dükkan kapatılıyor. Memlekette varlık sahibi kimse kalmayınca iş için gurbet yollarına düşülüyor. Sonuçta velhasılı kelam hepimiz büyük şehirlerde işçi olduk. Şimdi onu da bulmak zor.
Sohbetin sonlarında gözüm Ali dayının taşıdığı Atatürk rozetine takılıyor. Bu anlatılanlardan sonra rozeti takmasına anlam veremediğini söyleyince, Ali amca sorumluluğu Sakallı Nurettin paşa ve Topal Osman ile sınırlandırmayı deniyorsa da olmuyor... Bunun üzerine" canım Mustafa Kemal olmasa idi memleket hacı ve hocaya kalacaktı "diyor. "Niye Sakallı Nurettin Paşa ile Topal Osman hacı ve hoca değilmiydi , üstelik başkomutan tarafından korunmadılarmı? " diyince Ali dayı gülerek "ne yapalım savaşalımmı?" diye soruyor. Ben şiddeti onaylamadığımı belirttikten sonra doğruları söylemenin yeterli olduğunu vurgulayıp sohbetimizi bitiriyorum. Bu arada Kılıçdaraoğlu ile benzerlik üzerine düşünmekten kendimi alamıyorum.
Not: Katliam mıntıkasına komşu olan Giliç köyü'nin eski muhtarlarından Adil amca Boğanak köyünde öldürülenlerin sayısının 70 kişi olduğunu bana söyledi. Yaygın kanı ise sayının daha kalabalık olduğu, birkaç yüz kişiyi bulduğu doğrultusunda.
Öldürülen insanlar arasinda Kevenli köyünden, annem'in amcazedeleri Remzi ve Süleyman'da bulunmakta idi.
AŞAĞI ÇULFALI GÜL ÇAKMAK ANLATIYOR
-Bizim köy aşağı Çulfan'dan 37 kişiyi Konak'ın deresine götürüp öldürüyorlar. Ebem Karagülü Konak'lı idi. Dedem'in adı Mustafa Çavuş idi, dedem de öldürülüyor.
Yukarı Çulfan ile Aşağı Çulfan'ın insanlarını bizim köyün yukarısında kendirlere bağlıyorlar.
Ebem Karagülü Konak'a gidince derede ölüleri görüyor. Tavuklar onların etini yiyiyor. Ebem ondan sonra tavuk eti ve yumurtasını ağzına vurmadı.
BADUNLU DANIŞ YAMAN ANLATIYOR
Bizim köy yakılmayan istisna köylerden. Bizim köye girdiklerinde bu köyde namaz kılan varmı diye soruyorlar. Meğer adamın biri askerde namaz kılmasını öğrenmiş. Adam namaz kılınca bizim köyü af ediyorlar, köyü yakmıyorlar.
QELEREŞIKLI NECATİ KARAKUŞ ANLATIYOR
Kutan'da (Gökdere) Telli ve oğlunu çoluk çocuğun gözü önünde kesiyorlar. Tell'nin kızı hanım olayı gözleri ile görüyor.
Bizim köyde Topal osman'ın bir yakını öldürülüyor. Topal Osman Haydar Baba tepesinde topları biz köye bağlıyor. Askerler köyün etrafını çeviriyor. Çoluk çocuğu kovalıyorlar. Kadınlara tecavüz ediyorlar. Hamile kadınların karnına basıyorlar. Kendini kurtaran ormana Karanlık Dere denen yere kaçıyor. Topal ormanı yakıyor. Orada 40-50 kişi ölerek can veryor.
17 yaşında bir çocuk kendini damdan aşağı atıyor. Topal'ın çeteleri gidip onun cinsel organını kesiyorlar.
YUKARI ÇULFALI ALİ YE EZİZ ANLATIYOR
O zaman çok büyük darbe aldık. Ben yetişmedim ama, bizim şöyle iki kat odamız ( Bu arada eliyle odanın yüksekliğini ve uzunluğunu çiziyor B.N.)varmış. Topal Osman bastığında bizim o odanın arkasında 61 kişiyi kendire dizerek duvarı üstüne deviriyorlar.

KABİLE VE DOGA DİNLERİ

Şamanizm





Şamanizm ilkel kavimlerde görülen, ruhlarla insanlar arasında aracılık yaptığı ve hastaları iyileştirme gücüne sahip olduğu kabul edilen Şamanlar çevresinde yoğunlaşan inanç sistemidir. Ata ruhlarına ve doğa varlıklarına tapınmaya dayanan eski bir Asya dinidir.

On üçüncü yüzyılda Avrupalı gezginlerin Mançu-Tunguz halklarından duydukları Şaman kelimesi daha sonra Sibirya sihirbazlarına verilen bir isim olarak yaygınlaşmıştır. Şamanizm ise genellikle Sibirya kavimlerinin din inançlarını ve bu inançlara bağlı olarak dini merasimlerini ifade eden bir terim olup, Kuzey Asya halkları arasında yaygın olan Şaman kelimesi etrafında kurulan, çoğunlukla dini karaktere sahip inançları ve bir takım
faaliyetleri ifade için kullanılır. Çok geniş bir alana yayılan Şamanlık, Türk Moğol eski kültür tarihinde önemli yer tutar.

Çin kaynaklarından anlaşıldığına göre eski Orta Asya Şamanizminin temelleri Gök Tanrı, Güneş, yer, su, atalar ve ocak yani ateş kültleriydi. Bu bağlamda Asya halklarının inandığı Şamanlığın temelinde insan ve doğanın birlik ve beraberliği ve de uyumu düşüncesi yer alır. Evren, dünya, insan, hayvan ve bitkiler alemi bir bütün olarak düşünülür. Dünya ve Gök, yaratma eylemini birlikte iş birliği halinde gerçekleştirmektedir. Bunlar bütün varlıkların yaratıcısı olmalarından ötürü kutsaldır. İşte bu yüzden Asya'nın göçebe halklarında Gökle Yer Su'yu sayma ve bunlara saygı gösterme, bu göçebe halkların inanışlarının özünü oluşturuyordu. Dağın eteğinde ya da zirvesinde, nehrin yada gölün kıyısında, yolun ya da atın bağlandığı direğin yanında bir göçebenin kutsamayla eylemleri, tüm yaşamın ortak bir bilinci paylaştığı doğaya dönüktür. Şamanlıktaki bir diğer inanışta, insan neslinin sonsuz bir şekilde devamlılığı düşüncesidir. Şamanist olan birisi kendini baba, dede ve atalarına ait olan bir hayatın devamı olarak görür, bunları bilir ve sayar yani Atalar kültü hakimdir. Bununla birlikte söz konusu insan aynı zamanda kendi geleceğini de sonraki nesillerde görmektedir ki bu durum varoluşun ana anlamıdır. Bundan dolayı bu insanın görevi çocuk ve torunlarına toplumun en iyi yanlarını aşılayarak yetiştirmek ve hayata hazırlamaktır.

Şamanizm en eski inanç sistemidir. Türklerin, Moğolların ve Asya göçebelerinin eski dinidir. İnançlarına göre bir yanda gök yüzünü mesken tutmuş iyilik tanrıları, bir yanda yer altının karanlığına gömülmüş kötülük tanrılarının ve ağaçta, taşta, dağda, suda, ateşte, ayda, güneşte uyuyan ruhların varlığına inanırlar. Bu Tanrı ve ruhlarla insanlar arasında aracılık yapan kişilerdir Şamanlar. Eski Türklerde iyi ruh "Bay Ülgen", kötü ruh "Erlik" diye adlandırılmıştır. "Bay Ülgen" aynı zamanda iyi ruhların başında bulunan, onlara emir veren bir tanrıdır.

Tanrı ve en büyük semavi ruh, semanın en üst tabakasında bulunan insan şeklinde bir varlık olarak tasavvur edilmiştir. Gökte yaşadığına inanılan bu en büyük ruh, insanları, ovaları, ateşi, yeri, güneşi, ayı, yıldızları yaratmış, kainatın nizamını saşlamıştır. Yine Şamanist kavimlere göre, gökte ve yerde meydana gelen çeşitli tabiat olayları, birtakım ruh ve tanrıların eseri idi. Hastalık gibi ölüm de, onlara göre, kötü ruhların bir eseri sayılıyordu.

Ağaçlara, taşlara, su kaynaklarının etrafına bez bağlamak Şamanizm'de önemli bir ritüeldir. Gökteki Tanrılara beyaz, yer-su ruhlarına kırmızı, yer altı Tanrılarına ve ruhlarına ise siyah bez parçaları kullanılıyordu. Bu yolla, Tanrılara dilek ve isteklerini ilettiklerine inanıyorlardı.

Moğolistan'ın dört bir yanında yol kenarlarında bulunan taş yığınları kutsal sayılır. Bu taş yığınlarına Ovo denir. Bu yığına taş, votka şişesi, para ve kumaş gibi şeyler bırakmanın şans getireceğine inanılır. Ovonun etrafında dönüp dua etmek aynı zamanda güvenli bir yolculuğun da garantisidir.

Şamanizm, hastayı olduğu kadar Şaman-şifacıyı da içeren büyük bir zihinsel ve duygusal maceradır. Şaman, destansı yolculuğu ve çabaları aracılığıyla hastasının normal, sıradan, içinde kendini hasta olarak tanımladığı gerçekliği aşmasına yardımcı olur. Şaman, hastalarına, hastalıklara yada ölüme karşı giriştikleri savaşta duygusal ve ruhsal olarak yalnız olmadıklarını gösterir. Şaman, derin bir düzeyde kendi özel güçlerini hastasıyla paylaşır ve onu, başka bir insanın ona yardımcı olmak için kendisini feda etmeye hazır olduğuna ikna eder.

Uygarlaşmış dünyada yaşayan bizlerin "büyücü doktor" olarak adlandırdığımız Şamanlar, kendilerinin ve topluluklarının üyelerinin sağlığı ve esenliği için geliştirdikleri ve kuşaktan kuşağa devamını sağladıkları son derece olağanüstü kadim tekniklerin koruyucularıdır.

Arkeolojik ve etnolojik kanıtlar Şamanik yöntemlerin en azından yirmi yada otuz bin yaşında olduğunu bildirmektedir. Şamanik varsayımlar ve yöntemlerle ilgili dikkate değer şeylerden birisi, bunların Avustralya yerlileri yani Aborjinler, Kuzey ve Güney Amerika, Sibirya ve Orta Asya, doğu ve kuzey Avrupa ve güney Afrika'da dahil olmak üzere dünyanın birbirinden ayrı ve uzak bölümlerinde olmasına rağmen çok benzer olmasıdır. Ortaçağ ve Rönesans batı Avrupa'sında aynı temel Şamanik bilgi Engizisyon tarafından yok edilmiştir.

Ruhlarla ilişki kurmak yalnızca Şamanlarda bulunurdu. Böylece Şamanlar törenlerde insanlarla ruhlar arasında aracılık yaparlardı. İyi ruhların yararlı etkilerini sürdürürler ve kötü ruhların zararlı etkilerini önlemeye çalışırlardı. İnsan ruhunun ölümden sonra göğe çıkabilmesi için parlak cenaze törenleri yapılır, kurban kesilir ve mezarlara kıymetli eşyalar konurdu. Tören sırasında çalınan davulun içine ruhların toplandığına inanılırdı.

Şamanist Türk ve Moğol boylarında "Oba Kültü" denilen bir kült çok yaygındır. Oba, steplerde toprak, dağ geçitlerinde taş yığınlarından meydana getirilen yapay tepeler yani höyüklerdir. Bu obalar steplerde mukaddes dağ ve tepe yerini tutar. Şaman, filan oymağın koruyucu ruhunun filan yerde bulunduğunu söyler; boy veya oymak oraya bir höyük yapardı. Bu oba, o boyun tapınağı olurdu. Burada kurbanlar kesilir, dini törenler yapılırdı. Obanın yanından geçen her yolcu atının kılından veya elindeki paçavralardan bir parçayı adak olarak ağaçlara ya da taşlara bağlardı. Bu uygulamaya Müslüman Türkler'de de rastlanmaktadır.


ŞAMAN TANIM Tarih ve din bilimi açısından, Şamanizmin doğuşu ve kaynağı gibi, "Şaman" sözcüğünün de nereden geldiği, nasıl bir anlam tasıdığı kesin olarak belirlenememiştir. Bu konuda üç farklı görüş öne sürülmektedir :

1 - Şaman kavramı, Hindistan'daki Pali dilinde "ruhlardan esinlenen kişi" anlamına gelen "samana" sözcüğünden türemiştir.

2 - Şaman kavramının kaynağı, Sanskritçe'de "budacı rahip" anlamına gelen samana sözcüğüdür.

3 - Şaman kavramı, Mançu dilinde "oynayan, zıplayan, bir iş görürken sürekli olarak hareket eden" anlamındaki "saman" kavramından gelir.

Şaman, Gök Tanrı tarafından bu göreve getirildiğine yani gizli güçlerle donatıldığına, Tanrı ile insanlar arasında aracı olduğuna, bazı tanrısal nitelikler, gizli bilgiler taşıdığına inanır.

Şaman, büyücü ve sihirbaz anlamlarına gelir. Şaman kelimesinin kaynağı konusunda farklı görüşler vardır. Kelimenin aslen Mançuca yada Moğolca olduğunu söyleyenler bulunduğu gibi, Sanskritçe'den geldiğini de kabul edenler vardır. Türk kavimleri Şamanlara genellikle Kam demektedirler. Kalmuklar erkek Şamanlara Bö yada Böge, Kırgız-Kazaklar ise Baksi yada Bakşı derler.

Uygurca'da "Şaman", "hastalıkları gideren, acıları dindiren, çılgınlıkları, saraları yatıştıran, hastalara ilaç yapan kimse" anlamında, "otacı" diye anılmıştır. Çin kaynaklarına göre, Kırgızlarda Şamanin adı Gan'dır. Altaylılar Şamana Kam, Kamların yönettikleri törene de Kamlama demişlerdir. Moğolca'da Şamanın karşılığı ise Böge'dir.

Şaman anlamı bakımından büyücü rahip demektir. Bu bakımdan Şamanizmin bir din olmadığı ileri sürülmüştür. Çünkü Şamanizmde, en geniş çerçevesiyle bir dinde bulunması gereken bir din kurucusu, kutsal kitap veya kitapları, inanç esasları, ibadetleri ve cemaat gibi net özellikleri yoktur. Onun için Şamanizm, bir çeşit sihirbazlık ve büyücülük şeklinde, yaygın bir tarzda ortaya çıkan ve pek çok yerde görülen sihri bir olay
olarak görülmek de istenmiştir.

Şamanların belirlenmesinin başlıca iki yolu vardır: Şaman mesleğinin veraset yoluyla intikali ve içte kendiliğinden duyulan "tanrısal çağrı yoluyla" seçilme. Seçilme şekli ne olursa olsun her Şaman ikili bir eğitimden geçtikten sonra Şaman olur. Ekstatik eğitim yani rüyalar ya da trans ve geleneksel eğitim yani Şaman teknikleri, ruhların isim ve fonksiyonları, kabilenin mitolojisi gibi. Ruhların ve yaşlı Şaman ustalarının üstlendiği bu ikili eğitim bir inisiyasyondur. Şamanı sıradan bir insan olmaktan çıkaran, toplumun itibar ettiği bir kişi haline getiren bu inisiyasyon eğitimdir.

Ancak Şamanizmde Şaman genellikle babadan oğula geçmek suretiyle din adamı olur. Şaman, mesleği ile ilgili bilgileri, yaşlı Şamandan ders almak suretiyle elde eder. Genellikle gelecekten haber vermek, büyü ve efsun yapmak, ruhlara kurban sunmak, ruhlarla temasa geçerek çözümü mümkün fakat zor olan işleri yapmak Şamanların başlıca görevleridir. Ölünün ruhunu öbür dünyaya göndermek, av avlamakta şanssızlığı ortadan kaldırmak ve ağır hastalıkları tedavi etmek de görevleri arasındadır. Şamanda ırsi ve marazi bazı özelliklerin bulunduğu iddia edildiği gibi, aksine olarak, ruhlar tarafından Şamanlığa davet edildiğine inanılan bu kimseye Sibirya kavimleri arasında korku ile karışık bir saygı gösterildiği de bilinir. Özel kabiliyetleri sayesinde tabiat üstü kuvvetlerle temas kurduğu kabul edildiğinden ona, mensup olduğu boy veya oymağın koruyucusu gözüyle de bakılır. Nitekim, ilk Şamanın ortaya çıkışına dair efsanelerde, ruhlarla münasebette bulunduğuna inanılan Şamanın, üstün kabiliyetleri ve farklı bir yaratılışı bulunduğu kabul edilir. Şamanlar genellikle zeki ve şair tabiatlı kimselerdir. Ayin sırasında yoğun bir vecd içinde kendinden geçip gök ve yer altı dünyalarında gördüğü garip varlıkları, acaip hadiseleri detaylarıyla anlatırlar, ayılınca da bir şey hatırlamazlar. Bir Şamanın gökteki iyi ruhlarla yer altındaki kötü ruhlara hakim olduğu ve onlarla ilişki kurduğuna inanılan toplumlar görüldüğü gibi, bu iki işin, ak ve kara denen iki ayrı Şaman tarafından üstlenildiği toplumlar da görülür.

Şaman olmak için eğer tanrısal çağrı yolu yoksa belli başlı bir Şamanın neslinden olmak gerekir. Geçmiş ataların ruhundan biri Şaman olacak torununa musallat olur, onu Şaman olmaya zorlar. Bu duruma Altaylılar "töz basıp yat" yani ruh basması derler. Şamanlar Ata ruhu musallat olan kişi Şamanlığı kabul etmezse delireceği gibi bir inanışa sahiptirler.

Şaman herşeyden önce, kendi özel yöntemiyle ulaştığı kendinden geçme yani vecd durumunda, ruhunun göklere yükselmek, yer altına inmek ve oralarda dolaşmak için bedeninden ayrıldığını hisseden bir aşkınlık yani trans ustasıdır. Bütün Şamanların derin sezgileri, geniş düş güçleri vardır. Derin bir coşkunluğa kapılarak kendinden geçer, bütün gökleri, yer altı dünyasını gezdiğine, ruhların yaşayışlarını gördüğüne, bütün gizli alemleri
dolaştığına inanır. Şaman vecd sırasında, ruhları egemenliği altına alarak, ölüler, doğa ruhları yani cinler ve periler ve şeytanlarla ilişki kurar. Böylece ruhlar ve tanrılar dünyasıyla doğrudan ve somut ilişkilere girişen Şaman, birçok ruha sahip olur. Çoğunlukla hayvan biçiminde düşünülen söz konusu ruhlar, Sibirya halklarında ve Altaylarda ayı, kurt, geyik, tavşan, çeşitli kuşlar özellikle kartal, baykuş, karga suretinde görünebilirler. Ayrıca, büyük böcek, ağaç, toprak, ateş olarak ortaya çıkabilirler. Şaman, gerektiğinde bütün yardımcı ruhları dünyanın dört bucağında bile olsalar çağırabilir. Bu çağrıyı davul veya tefini çalarak yapar.

Şamanların asıl görevleri halk arasında oluşa gelen ak ve karanın yani iyi ve kötü ruhların dengesini sağlamaktı. Bunu da çeşitli büyüler yaparak sağlarlardı. Bu kendinden geçme yani vecd durumları o kadar aşırı bir hale gelir ve izleyenleri o kadar korkuturdu ki, o an Şamanın ölüp yeniden dirildiğine inanılırdı. Şamanlar o ayin sırasında bedenlerinin parça parça edilerek yendiğini iddia ederlermiş. Ve buna çok inandıklari için de bu duruma "Şaman hastalığı" ya da "mistik parçalanma" derlermiş.

Bir Şaman bilgi ve güç edinmek ve başka insanlara yardım etmek için normalde gizli olan bir gerçeklikle temasa geçmek ve onu kullanmak için kendi iradesiyle bir değiştirilmiş bilinç durumuna giren adam ya da kadındır. Şamanın emrinde en az bir ve çoğunlukla daha fazla ruhu vardır.

Koruyucu bir ruh olmaksızın bir Şaman olmak hemen hemen olanaksızdır, çünkü Şaman varlık ve edimleri normalde insanlardan gizli olan olağandışı ya da ruhsal güçlerle başa çıkabilmek ve onlara hakim olabilmek için bu güçlü, temel güç kaynağına sahip olmalıdır. Koruyucu ruh çoğunlukla bir güç hayvanıdır, yalnızca Şamanı korumak ve ona hizmet etmekle kalmayıp aynı zamanda onun için bir başka benlik ya da başka bir ben olan ruhsal bir varlıktır. Bir kişinin bir koruyucu ruha sahip olması onu tek başına bir Şaman yapmaz. Bir yetişkin bunu bilse de, mutlaka çocukluğunda bir koruyucu ruhun yardımını görmüştür; aksi halde yetişkinliğe erişmek için gerekli koruyucu gücü olmayacaktır. Koruyucu ruhları açısından sıradan bir insan ile bir Şaman arasındaki ana fark, Şamanın kendi koruyucu ruhunu değiştirilmiş bilinç durumundayken aktif olarak kullanmasıdır. Şaman koruyucu ruhunu sık sık görür ve ona danışır, Şamanik yolculuklarda onunla birlikte gezer, onun kendine yardım etmesini sağlar ve onu başkalarının hastalık ya da sakatlıklarının iyileştirmesinde kullanır. Koruyucu ruhtan başka, güçlü bir Şamanın belirli sayıda yardımcı ruhları vardır. Bunlar koruyucu ruhla karşılaştırıldığında bireysel olarak, daha küçük güçlerdir, fakat bir Şamanın elinde bunlardan yüzlercesi bulunabilir ve büyük bir toplam güç sağlayabilir. Bu yardımcı ruhların belirli amaçlar için özel işlevleri vardır. Bir Şamanın bunların geniş bir kitlesini toplaması çoğunlukla yıllar alır.

Şamanlar koruyucu yada himaye edici ruhun kişiyi hastalıklara karşı dirençli kıldığını düşünmüşlerdir. Bunun nedeni basittir ruh dış güçlerin istilasına dirençli olan güçlü bir beden sağlar. Şamanik bakış açısından güçle dolmuş bir bedende olağan gerçeklikte hastalık olarak bilinen istila edici, zararlı enerjilerin kolayca gireceği bir yer yoktur. Bir koruyucu ruh yalnızca kişinin fiziksel enerjisini ve bulaşıcı hastalıklara karşı direncini artırmakla kalmaz aynı zamanda kişinin zihinsel uyanıklığını ve kendine güvenini de arttırır. Bu güç kişinin yalan söylemesini bile zorlaştırır. Bir kimse depresyona girdiğinde, zayıf ya da hastalığa eğilimli olduğunda bu onun artık istenmeyen güç enfeksiyonlarına ya da istilalarına direnemediğinin ya da onları uzakta tutamadığının belirtisidir. Biz bunlara negatif enerjiler diyoruz.

Şamanik yetenek ya da potansiyel açısından cinsler arasında herhangi belirgin bir farklılık görülmemektedir. Birçok kavimlerde, Şamanizm uygulamasıyla pek az bağlantısı olan ekonomik ve toplumsal nedenlerle, Şamanların çoğu erkektir ama kadınlar çocuklarını yetiştirip orta yaşa ulaştıktan sonra isterlerse Şaman olabilirler, hem de çok güçlü Şamanlar olurlar. Orta Çağ ve Rönesans Avrupa'sında, dul ve yaşlı kadınlar benzeri biçimde, kısmen kendilerini desteklemek için, sık sık şifacı Şamanlar olmuştur. Tabii ki, Engizisyon onları, batılı olmayan toplumlardaki Hıristiyan misyonerlerinin hala çoğunlukla Şamanlara "cadı" demeleri gibi
onlara da"cadılar" demiştir.

Bir Şaman aynı zamanda, şu anda başka bir yerde ne olup bittiğini görerek durugörüye de yani klervoyansa da ulaşabilir.

Şaman gerçeklikler arasında gidip gelir, mistik yeteneklerle ilgili bilinç durumlarının büyülü bir atletidir. Şaman, olağan gerçeklikle olağan dışı gerçeklikler arasındaki bir aracıdır. Şaman aynı zamanda ruhsal gücünü insanlara yardım etmek, onları sağlıklı bir dengeye kavuşturmak için idare eden bir çeşit "güç simsarı"dır.

Özünde Şamanlığa kabul deneysel ve çoğunlukla derece derecedir. Şamanik bilinç durumuna nasıl ulaşılabileceğini öğrenilmesinden ve o durumda görme ve yolculuk yapmadan, kişinin kendi koruyucu ruhundan eminlik kazanması ve onunla ilgili bilgi edinmesinden ve Şamanik bilinç durumundayken onun yardımını sağlamasından ve bir Şaman olarak başkalarına başarıyla yardımcı olmayı öğretmekten oluşur. Daha ileri düzeydeki Şamanizmin belirleyici bir aşaması kendi yardımcı ruhlarından kişisel eminlik kazanmak ve bunlarla ilgili bilgi elde etmektir. Şamanlığa kabul hiç bitmeyen bir çabalama ve neşe sürecidir ve bir Şamanın statüsüyle ilgili belirleyici kararlar yardım etmeye çalıştığı kişiler tarafından verilir.

Yeni bir Şaman, temel ilkeleri, yöntemleri ve Şamanizmin kozmolojisini öğrendikten sonra, Şamanik uygulamalar ve yolculuklarla güç ve kişisel güç edinir. Bu bilgi elde edildikçe, Şaman diğerleri için bir rehber haline gelir. Örneğin, toplumdaki bir insan bir rüya ya da bir hayal görebilir ve Şamana bunun anlamını sorabilir. Usta Şaman kendisinin şimdiye kadar öğrendiklerinin ışığında "deneyimlediğin şey şu anlama geliyor..." diyebilmelidir. Şaman gizemleri açığa çıkaran, kişisel deneyimlerini bunlar sanki büyük bir kozmik yap-bozun parçalarıymış gibi sürekli olarak bir araya getirmeye çalışır. Kozmik yap-bozun üst düzeyindeki bilgisine ulaşmak için çoğunlukla yıllarca süren Şamanik deneyimlere gerek vardır ve usta bir Şaman bile bir ölümlünün yaşam süresinde yap-bozu tamamlamayı asla ummaz.

Kişinin Şamanik olarak görmesi Şamanik Bilinç Durumunda olur. Buna görselleştirme, hayal etme ya da güçlü gözü kullanma adı verilebilir. Böyle bir görme, değiştirilmiş bir bilinç durumunda yapılmakla birlikte, böyle hayalleri halüsinasyon olarak nitelendirmek ön yargı olur. Şaman hayali deneyimlerken hareket edemez ama etrafında neler olup bittiğinin bilincindedir. Şamanik bilinç durumu medyumların translarının tersine normal bilinç durumuna döndüğünde deneyimin tümüyle anımsanmasına izin verir. Transı hafiftir ve davul çalınması sürdükçe devam eder. Davul ve çıngırağın değişmeyen monoton sesinin başlaması onun beynine Şamanik Bilinç Durumuna dönmesi için sinyal verir ve deneyimli bir Şaman için bu sesleri duymak çoğunlukla hafif bir transa girmek için yeterlidir çünkü kendini bu seslere koşullamıştır. Şamanik Bilinç Durumuna girerken Şaman davulu kendi çalar ancak trans ağırlaşmaya başladığında davul çalma işini yardımcısı üstlenir.

Şamanik bilinç durumuna girmeye ayrıca şarkı söyleme ve danslarla da yardımcı olunur. Şamanın böyle durumlarda söylediği özel güç şarkıları vardır. Şarkılar, Şaman Şamanik Bilinç Durumuna yaklaştıkça temposu artan, yinelemeli ve monoton şarkılardır.

Şaman diğer türden büyücüler ya da büyücü hekimlerden esrime yada ekstaz dediği değistirilmiş bilinç durumunu kullanmasıyla ayırt edilir. Ekstaz ruhunu göğe yükseltmek ya da cehennemi mekanlara inmek üzere bedeninden ayırdığı dinsel bir trans yöntemidir. Bunun diğer bir tanımı da ruhsal yolculuktur. Şamanın transı kendi başına yaptığı bir şuur deneyimidir. Buna Samanik Bilinç Durumu denir. Bu bilinç durumu tedavi için uygun hayvanı, bitkiyi ve diğer güçleri bulabilmek için nereye yolculuk yapacağını bilebilmesi ve alt dünyaya nasıl ulaşım sağlaması gerektiğinin bilgisini içerir. Şamanik Bilinç Durumunda Şaman gördüklerinde tipik olarak tarif edilemeyen bir sevinci, önünde açılan güzel ve gizemli dünyalara duyduğu hayranlığı deneyimler. Deneyimleri rüyalar gibidir ama bunlar onun gerçek olduğunu hissettiği ve içinde hareketlerini denetleyebildiği ve maceralarını yönlendirebildiği uyanık rüyalardır.

Şaman açık bir biçimde görebilmek için karanlıkta ya da en azından gözleri örtülü olarak çalışan hünerli bir görücüdür. Bu nedenle Şamanlar uygulamalarını geceleri yaparlar ama Şamanik görme için karanlık tek başına yeterli değildir. Görücü aynı zamanda çoğunlukla davul çalma, çıngırak çalma, şarkı söyleme ve dans etmenin yardımıyla Şamanik Bilinç Durumuna girer.

Şamanın okuduğu hayır dualara "alkış" denir, Şamandan alkış alan bir kimse dileklerinin yerine geleceğine inanır.

Rüyalar Şamanik görüş açısından iki çeşittir. Olağan rüyalar ve olağandışı ya da büyük rüyalar. Şamanlar normalde yalnızca büyük rüyalarla ilgilenirler. Büyük rüya farklı gecelerde aynı biçimde görülen rüyadır ya da bir kez görülen ama uyanıkmış gibi canlı güçlü bir rüyadır. Şamanlara göre büyük rüyalar çoğunlukla koruyucu ruhlarının onlarla iletişimi ve ikazıdır. Büyük rüyaları olduğu gibi bir mesaj olarak alırlar ve uygulamaya sokarlar. Örneğin; Şaman eğer bir otomobil kazasında yaralandığını görürse bunu sembolik olarak bir arkadaşıyla beraber canlandırır böylelikle olayı yaşamış olur ve kimseye zarar gelmez. Bu bizim bilgimizdeki yakın çevremizdeki bir olayı gözlem yoluyla yasamamıza ve olayın bilgisini almamıza benzetilebilir.

Şamanlar uzaktaki bir yakınlarını iyileştirme işleminde bir nevi imajinasyon kullanırlar. Sessiz karanlık bir odada gözlerini kapatır, çıngırağını kullanır ve güç şarkısını söyler. Yüzünü hasta kişinin bulunduğu kentin yönüne döner ve yatağında yatmakta olan hastayı gözünde canlandırır o kişinin güç hayvanını geri getirmek için alt dünyaya yolculuk yapar ve hastanın yanına yollar. Bu bir nevi imajinasyon ve bizim tabirimizle uzaktaki birine enerji yollama gibi kabul edilebilir. Tek fark bizler güç hayvanı kullanmadan imajinasyon yeteneğinimizi, gücümüzü kullanır ve enerji yollarız.

Başka bir görüşe göre kenevir yardımı ile transa geçen Şaman rahip yani Kam kadınlık ve erkekliği kendinde birliğe getirip evrensel armoniye katıldığına inanırdı. Şaman güçlü bir ritim taşıyan müzik eşliğinde dans ederek esrimeye ulaşır ve sağaltımda bulunurdu. Şaman rahipleri erkeklerde olduğu gibi kadınlardan da olurdu ve bunlara Kam-hatun denirdi. Şaman gereksinmeye göre doğa parçalarını özellikle de hayvanları taklit ederek transa girer ve onların gücüyle birleştiğine inanırdı. Hayvanlardan en çok at ve kuşlar için transa girilirdi. Eğer kuşla bağlantıya girilecekse Kam başına kuş tüyleri takar ve uçma taklidi yapardı. Eğer at ile bağ kurulacaksa atın yürüyüşünü taklit ederek dans ederdi. Şamanların "ateş dansı" yaparak ateş karşısında transa geçmeleri gelenekleşerek Türklerde "ocak kültü" nü oluşturmuştur. Birçok inanç töre ve davranışın kaynagı "ocak kültü"ne dayanmaktadır. Gökte güneş, yerde ateş, evde ocak Şaman yaşamı için kutsal olmuştur. Bir Kam'ın Şaman düzeyine çıkabilmesi için önce doğa parçalarıyla bağ kurup transa geçmeyi başarması, sonra da bunu hayvanlarla başarması gerekirdi. Daha sonra "ateş" transına hak kazanırdı.Ancak en sonunda insanla bağ kurup kendinde kadınlık ve erkekliği transandantal-aşkın- birliğe ulaşmakla Şaman olabilirdi. Sha=kadınlık, Man=Erkeklik Şaman da kadınlıkla erkekliğin aşkın birlikteliği olarak yorumlanırdı.


ŞAMANIN GİYSİSİ Şamanın çesitli bölgelere ve zamanlara göre değişen bir kıyafeti vardır. Mesela; genellikle bir cübbe veya hırka, başa takılan bir serpuş veya maskeye benzer bir şey, eldiven ve yüksek konçlu ayakkabı, bazı aksesuarlarla beraber Şamanların kıyafetini oluşturur. Şamanların kullandığı, çeşitli hayvan derilerinden yapılmış, üzerine gök ve yer altı ruhları ile ilgili semboller yapılmış bir de Şaman davulu vardır.

KURBAN TÖRENI Şamanizmde törenler genel olarak ikiye ayrılmaktadır. Belirli günlerde yapılanlar veya önceden belirlenmemiş törenler. Bu törenlerde, çeşitli halkların inanç, gelenek ve göreneklerine göre farklılıklar olmakla birlikte mutlaka kurban adeti vardır. At ve koyun dışında kan akıtılarak sunulan kanlı kurban bilinmemektedir. Kutsal sayılan bir yere, bir değere bir şey sunmak, eşya adamak, Şamanın davuluna, kutsal ağaçlara bez bağlama, çeşitli maddelerden yapılan tanrı tasvirlerine yemek sunma, ateşe içki dökme ya da atma kansız kurbandır. Kansız kurbanların bir başka biçimi de ruhlara adanıp kırlara salıverilen hayvanlardır.

ŞAMANİZMDEN HAYATIMIZDA KALINTILAR Türklerin inanışlarında bugün bile Şaman geleneğinin izlerini görmek olası. Matem töreninde ölünün bindiği atın kuyruğunu keserek kurban etmek, ağacı kutlu saymak, uzun ömürlü olması, daha önce ölen çocuklar gibi ölmemesi için çocuklara Yaşar, Durmuş, Duran, Satılmış, Satı gibi isimlerin konması, türbelere adak adanması, dilek ağaçlarına çaput bağlanması gibi adetler ve nazar değmemesi için tahtaya ya da bir zemine vurmak bu kapsamda değerlendirilir.

ŞAMAN'IN HASTA TEDAVİSİ
Şaman dizleri üzerinde kendi güç şarkısını söylemeye başlar ve emme işleminde kendisine yardımcı olacak ruhları çağırır. Aynı zamanda içinde kum ya da su olan hastadan çıkarttıklarını tükürmek için hazırladığı sepet ya da kabı kendisine doğru çeker. Çıngırağını hastanın üzerinde sallayarak güçlüce sarkı söyler ve kendisine emme işleminde yardım edecek ruhları çağırmak için konsantre olur. Diğer grup üyeleri de bir çember oluşturarak onun çabasına güç şarkısını söyleyerek katkıda bulunurlar. Şaman hastanın içindeki zararlı, istilacı güçlerin yerini bulmalıdır. Bunun için bir kehanet tekniği kullanır. Gözleri kapalı olarak elini hastanın bedeni ve kafası üzerinde ileri geri gezdirir, hastanın bedeninin belirli bir yerinden gelen özel bir ısı, enerji, titreşim hissi olup olmadığını yavasça keşfeder. Bir başka teknikse herhangi bir titreşimi hissetmek için hastanın üstünden bir tüy geçirmektir. Şaman belirli yeri hissettiğinde ya sessizce ya da şarkıyla çıngırağını hastanın üzerinde aynı tempoda çalarken iki yardımcı ruhu çağırır. Gözleri kapalı olarak yardımcıların yaklaştığını gördüğünde Şaman onlardan ağzının içine girmelerini ister. Onlar burada Şamanın hastadan emeceği güç istilasını hapsedecek ve içlerine alacaklardır. Ve Şaman hastanın bedeninde zararlı istilayı hissettiği yeri bütün gücüyle emer. Bu elbisenin üzerinden yapılabilir ama elbisenin o bölümünü açmak ve deriyi fiziksel olarak emmek çoğunlukla daha etkilidir. Şaman bu işlemde gördüğü kötü yaratığın ağzından ve boğazından geçerek midesine gitmemesi için çok dikkatli olmalıdır. Eğer kazayla onu yutarsa onu çıkartmak için başka bir emen Şamanın yardımı istenir. Bu Şamanların partnerlerinin olmasını istemesinin başka bir nedenidir. Şaman gerekli olduğu kadar tekrar tekrar emer ve kuru kusar. Bunu bazen istemsiz şiddetli bir öğürmeyle yaparlar. Şaman her kuru kusuştan sonra işlemi yineleyecek kadar güçlü olana kadar konsantrasyonunu güç şarkısını söyleyerek ve yardımcı ruhlarını canlandırmak üzerine odaklanarak yeniler. Bu devreleri elini hastanın üzerinde ileri geri hareket ettirdiğinde ısı, enerji ya da titreşim yayıldığını hissetmeyene kadar sürdürür.

Diğer bir yöntem ise tütün tuzaklarıdır. İstilacı ruhların tütünden zevk aldıklarına ve ona çekildiklerine inanılır. Bu yöntemde tütün paketleri ya da içinde tütün olan minyatür bez keseleri kullanılır. Yerde ya da bir zeminde yatmakta olan hastanın etrafında tütün paketlerinden çember yapılır sonra saman zararlı güç istilasını hastadan çıkartmaya çalışır, zararlı güçler hasta bedenden çıkıp tütünlere geçer ve bu çalışma bittiğinde tütün paketleri bir top halinde yuvarlanır ve derhal uzak bir yere götürülür. Orada top açılır ve tütünler ağaç dallarına asılır. Böylelikle ruhlar zarar verebilecekleri insanlardan uzak bir yere dağıtılmış olur.

Başka bir yöntemse Şamanın hastanın hastalığıyla özdeşleşmesidir fakat tehlikelidir çünkü bu yöntemde Şaman hastaya zarar veren güçleri kendi üzerine almaktadır. Şaman önce hastayla hastalığı ile ilgili konuşur acısını, hissettiklerini kendi içinde hissetmeye başlar. Sonra hasta gibi olmanın nasıl birşey olduğunu, hastanın yaşama bakışının nasıl olduğunu ve hastanın sorunlarının, umutlarının neler olduğunu öğrenmeye çalışır. Şaman kendisini duygusal olarak hastayla özdeşleşebileceğinden emin olduktan sonra sağaltım çalışmasına başlamaya hazırdır. Bu noktada hasta ve Şaman insanların yerleşmemiş olduğu bir araziye gider. Şaman çıngırağı ve güç şarkısıyla koruyucu ruhunu ona yardımcı olması için uyandırır. Hasta bu aşamada onun arkasında sessiz durur. Şaman kendini güçlü hissettiğinde o ve hasta yavasça elbiselerini çıkartarak değiştirirler.

Saman hastanın elbiselerinin her bir parçasını giydikçe hastanın ağrılarını ve dertlerini üzerine almak ve hastanın kişiliğini almak üzerine konsantre olur. Şaman son giysi parçasını giydiğinde artık hasta olduğunu hissetmeye başlamalıdır. Şaman ve hasta çıngırak eşliğinde dans eder. Hastanın tamamen iyileştiğini hissedene kadar elini hastanın üstünde tutar. Eğer çalışma doğru yapılmışsa Şaman hastalık ya da acı dalgalarının üzerinden geçtiğini hisseder yani bir nevi katalizörlük yapmış olur. O anda Şaman 100 metre kadar koşar, durur ve kollarını öne doğru uzatır tüm kuvvetini hastaya acı veren ve şimdi kendi üzerinde olan istilacı gücü atmaya odaklar ve bu zararlı gücü gökyüzüne uzağa fırlatır. Şaman bu işlemin bitişini hastanın derdinin ve kişiliğinin kendi bedeninden alınması hissiyle bilir.

Şamanizm günümüzde Türkler ve diğer Orta Asya halklarının hayatını değişik oranlarda etkilemeye devam etmekle birlikte halen Orta Asya'da başlı başına bir din olarak devam etmektedir. Tatarların bir kısmı özellikle Hakasya Türklerinin hemen hemen tamamı Şamanisttir. Günümüzde Rusya, Moğolistan, Tacikistan, Kazakistan gibi ülkelerde Şamanist topluluklara rastlanmaktadır. Sayıları gittikçe azalmakla birlikte günümüzde yaklaşık 650.000 kadar Şaman olduğu tahmin edilmektedir.

Kaynak :
Şamanın Yolu - Michael HARNER
Bursa Parapsikoloji ve Ruhsal Araştırmalar Derneği Aylık Dergisi


Kaynak: http://www.msxlabs.org/forum/din-ilahiyat/18933-kabile-ve-doga-dinleri-samanizm.html#ixzz1qIbxdJoR




------*-*-*-*-*-*--*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*--*-*-*-*-*-*-*-*-*-*------





Yamyamlık






Yamyamlık (Antropofaji, Kanibalizm), insanının, kendi türünden varlıkların (insan) etini yeme eylemi ya da alışkanlığı.



Etimoloji

Yamyam kelimesinin, Orta Afrika'da yaşayan bir kabilenin adından Türkçe'ye geçtiği tahmin edilmektedir [1] .Çoğu dilde kullanılan Caniba kelimesi kökeni ise Kristof Kolomb'un, 1492 yılında Amerika kıtasına ayak bastığında ilk karşılaştığı yerlilerin adını seyir defterine Caniba olarak kaydetmesinden gelir.



Nedenler

Yamyalık olarak kabul edilebilecek olayların başlıca 3 nedeni vardır;
  • Kültürel ve sosyal nedenler
  • Açlık veya kıtlık
  • Delilik veya sosyal sapkınlık

Ünlü antropologlar Richard E. Leakey ve Lewin, yamyamlığın, açlığın giderilmesi veya karın doyurmaya yönelik olmadığını, gerçekte tinsel ve büyüsel nedenlerden kaynaklandığını savunur ve yamyamlığı iki türe ayırır; İçe dönük yamyamlık (Endocannibalism) ve Dışa dönük yamyamlık (Exocannibalism). İçe dönük yamyamlıkta -iç yamyamlık- sadece akrabaların ve aynı kabileye ait olan ölülerin bedenleri veya yalnızca organları yeniyor.Örneğin, Güneydoğu Avustralya'da yaşayan Dieriler, ölen akrabalarının yüz, kol, bacak ve karınlarının yağlı kısımlarını yiyorlar. Bu toplum için geçerli olan inanca göre yağ, olağanüstü birgüce sahip olan ve yiyen kişiye geçen bir unsur.Böylece, ölünün özellikleri yine kabile içinde kalıyor.Güney Amerika'da yaşayan bazı kabilelerde ise, kişinin özelliklerinin onun kemiklerinde gizli olduğuna inanılıyor. Bu nedenle de, ölülerini yaktıktan sonra kemiklerini öğütüp toz haline getiriyorlar ve bu tozu içkilerine karıştırarak içiyorlar.Başka kültürlerde ise yamyamlık gizli dinsel topluluklara özgü gösteri oyunlarının bir parçası olarak görülürdü.Örneğin ABD'nin kuzeybatı kıyısı ile Kanada'nın güneybatı kesiminde yaşayan Kuvakiyutl Yerlilerinde, içine yamyam ruhu giren bir rahip adayı bir ölünün etini ya da canlı birinin kolunun bir parçasını yiyerek normal ruh durumuna dönerdi.Özetle, İçe dönük yamyamlık ölü ile olan ilişkinin devamını sağlamak için uygulanıyor.

Dışa dönük yamyamlıkta ise, akraba ve kabile üyeleri değil, düşmanlar yeniyor.Bazı Güney Amerika yerlilerinde görülen bu adet, öldürülen kişinin katillerinden ileride intikam almaması için uugulanıyordu.Bunda da bedenin bazı kısımları, yeniyordu.Her iki tür yamyamığın geçmişi de 200-250 bin yıl önceye uzanır.

Yamyamlık ile cinsellik arasında bağlantı kuran ünlü psikanalist Sigmund Freud, yemek ve sevişmenin birbirinden ayrılmayan iki faaliyet olduğunu iddia etmişti.Freud, cinsel eylemin gerisinde, bir başkasının gücüne ya da iktidarına sahiplenmek duygusunun olduğunu söylüyordu. Bu görüşlerini desteklemek için totem aşaması'nı örnek gösteriyor; bu aşamada klan kardeşlerinin biraraya gelerek sembolik babalarını öldürdüklerini ve onların etlerini yediklerini vurguluyordu.Ona göre, erkek kardeşler bunu babanın cinsel gücüne sahip olmak için gerçekleştiriyorlardı.Freud'a göre yamyamlıktan güç kazanmanın motoru cinsellikti.
Bu konuyu inceleyen etnologlar ve antropologlar, yamyamlığın yaklaşık yarım düzine sosyal ve kültürel temeli olduğunu belirtirler.Bu nedenlerin başında dini seremoni ve ritüeller gelitor.Örneğin, bazı yamyam toplumlarda ölüye saygı, onun cesedini yemekle özdeşleştirilir.Bu toplumların inançlarına göre, ölen kişi için en saygın mezar yeri yaşayanların bedenleriydi.Bazı toplumlarda ise ölüleri yiyerek sadece onu daha iyi saklayacaklarını değil, aynı zamanda onun niteliklerine de sahip olacaklarını düşünüyorlardı.
Bugün Güney Amerika'da, ormanların içinde yaşayan ve sayıları hızla azalan Guayaki (Paraguay) ve Yanomami (Venezuela) Yerlileri arasında yamyamlık geleneği hala uygulanmaktadır.
Yamyamlığın ikinci en güçlü nedeni ise, Yerlilerin büyük bir çoğunluğunun düşmanlarının ancak yenildiklerinde yeryüzünden tamamen silineceklerine inanmalarıydı.Kimi yerlileri bunu düşman kabileyi aşağılamak için yaparken, kimileri de bu yolla düşmanın gücüne sahip olacaklarına inanıyorlar.Savaşçı yamyamlık olarak tanımlanan bu uygulama Amerikan yerlilerinden Kamak, Yeni Zelanda yerlileri olan Maoriler ve Afrika'nın bazı kabileleri arasında çok yaygındı.



Örnekler

İnsanlık tarihi kadar eski olan yamyamlığa hemen bütün kıtalarda rastlanmıştır. Eski yamyamlık öykülerinin birçoğu abartılı veya yanlış olsa bile Batı ve Orta Afrika'nın bazı bölgelerinde, Melanezya'da (özellikle Fiji), Yeni Gine'de, Avustralya'da, Yeni Zelanda Maorilerinde, Polinezya'daki bazı adalarda, Sumatra kabilelerinde ve Kuzey ve Güney Amerika'nın çeşitli kabilelerinde yakın çağa kadar yamyamlığın sürdüğü söylenebilir.
Bazı kültürlerde insan eti yiyecek olarak görülür, bazen hayvan etiyle bir tutulurdu.Bir çarpışmada zafer kazanan Maoriler çoğunlukla öldürdükleri insanların etlerini şölenle yerlerdi. Bazı kaynaklara göre Sumatra'da yaşayan Bataklar, Hollanda'nın denetimine girinceye değin pazarda insan eti satarlardı.
Başka kültürlerde ise belli özellikler kazanmak ya da büyü yapmak amacıyla bedenin bazı bölümlerinin ya da organların yendiği törenler düzenlenirdi. Afrika'da dinsel törenlerde insan öldürmek ya da yamyamlık çoğunlukla büyücülükle bağlantılıydı.Kafa avcıları, öldürdükleri düşmanların kafalarını ya da başka bölümlerini yiyerek onların yaşam güçlerini ve öteki niteliklerini kazanacaklarına ve öç duygusunu yatıştıracaklarına inanırlardı.

Bazı kültürlerde ölünün bedeni törenle akrabaları tarafından yenirdi.İç Yamyamlık denen bu uygulama bazı Avustralya Yerli kabilelerinde ölüye saygı anlamı taşırdı. Başka kültürlerde ise yamyamlık gizli dinsel topluluklara özgü gösteri oyunlarının bir parçası olarak görülürdü.Örneğin ABD'nin kuzeybatı kıyısı ile Kanada'nın güneybatı kesiminde yaşayan Kuvakiyutl Yerlilerinde, içine yamyam ruhu giren bir rahip adayı bir ölünün etini ya da canlı birinin kolunun bir parçasını yiyerek normal ruh durumuna dönerdi.



Modern dönemler

  • 1972 yılında Uruguay rugby takımını Şili'deki bir turnuvaya taşıyan uçak, And Dağları'na çarpıp düştü.3800 metre yükseklikte mahsur kalan 40 kişiden 16 tanesi, aylarca soğuğa ve açlığa karşı mücadeleyi kendi ölü arkadaşlarının etini yiyerek verdiler.
  • 1979'da bir askeri darbeyle koltuğunu kaybeden Orta Afrika Cumhuriyeti devlet başkanı Jean-Bédel Bokassa, çıkarıldığı mahkemede çok sayıda siyasi cinayetin yanı sıra yamyamlıkla da suçlandı.Diktatörün özel malikanesindeki buzdolabında insan eti parçalarına rastlanmıştı.
  • Milwaukee canavarı olarak tanımlanan Amerikalı Jeffrey Dahmer, çoğu zenci çocuk olmak üzere 17'i genci öldürmüş ve etlerini buzdolabında saklayarak yemişti.Mahkeme tarafından 999 yıl ağır hapis cezasına çarptırılan Dahmer, daha sonra kapatıldığı hapishanede çıkan bir isyan sırasında diğer mahkumlarca öldürüldü.


Kaynak: http://www.msxlabs.org/forum/din-ilahiyat/18933-kabile-ve-doga-dinleri-samanizm.html#ixzz1qIcCs72e




*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*--*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-



Kabile ve Doğa Dinleri - Maori Dini

Maori Dini Güney Pasifik Okyanusu Adalarında yaşayan Polinezyalılardan bir grubun (Maoriler) inandığı kabile dinidir ve mahalli bir özelliğe sahiptir evrensel değildir. Maori Dini' nin kutsal bir kitabı veya yazılı bir kaynağı olmadığı gibi din kurucusu da yoktur.

Maoriler Yüce tanrılarına "Lo" derler. Lo' nun, her şeyden önce var ve her şeyin kaynağı olduğuna , yerde ve gökte yaşayan her şeyin içinde bulunduğuna inanırlar. Lo, bütün tanrıların en büyüğüdür. Onun adını ancak rahipler söyleyebilirler.

Maorilerde ibadet, rahiplerin onlara öğrettiği ilahi tarzındaki özel dualardan ibarettir. Hep beraber bu duaları okur. Maoriler günümüzde Avustralya ve Yeni Zelenda'da yaþamaktadýrlar.Yeni Zelenda nufusunun %10-11'ini oluşturan Maoriler'in dünyadaki toplam sayıları 370.000 kadardır.



Kaynak: http://www.msxlabs.org/forum/din-ilahiyat/18654-kabile-ve-doga-dinleri-maori-dini.html#ixzz1qIcar1Pe



*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-


Aztekler Ve Tanrıları
Tarih


15. yüzyıl ile 16. yüzyıl başlarında, bugünkü Meksika’nın orta ve güney kesimlerinde büyük bir imparatorluk kurmuş halk. Nabuva dili konuşan Azteklerin adı, atalarının bir olasılıkla Kuzey Meksika’da bulunan anayurdu için kullanılan Aztan’dan (Beyaz Ülke) gelir. Öteki adlarından “Tenoçka”, ataları Tenoch’tan kaynaklanır. Gene Aztekler için kullanılan “Meksika” adı, Texcoco Gölünün mistik adı Metzliapan (Ay Gölü) ile ilişkilendirilir. En büyük kentleri Tenochtitlan’ın adı “Tenoch”tan türetilmiş, “Meksika” ise önce kentin ve çevresindeki vadinin, sonradan da tüm ülkenin adı olmuştur. Azteklerin kendilerinden söz ederken kullandığı “KulhuaMeksika” adı ise, Meksika Vadisinin en gelişmiş merkezi olan Colhuacan ile özdeşleşmek çabasını yansıtır. Azteklerin kökeni kesin olarak bilinmemektedir. Ama bazı gelenekleri, 12. yüzyılda Orta Amerika’ya gelene değin, daha kuzeydeki Meksika Platosunda avcılık ve toplayıcılıkla geçinen bir kabile oldukları izlenimini verir. Gene de, Aztlan, yalnızca destanlarda doğmuş bir yer olabilir. Azteklerin güneye göçünün, Toltek uygarlığının çöküşünü izleyen ve belki de bu çöküşü hızlandıran genel bir göç hareketinin parçası olduğu sanılır. Texcoco Gölündeki adalara yerleşen Aztekler, tarihleri boyunca başlıca merkezleri olan Tenochtitlan’ı IS 1325’te kurdular. Büyük bir devlet ve sonunda bir imparatorluk kurabilmelerinin temelinde, kullanılabilir tüm toprakların entansif biçimde ekildiği, gelişkin bir sulama ve bataklık kurutma sistemine dayalı olağanüstü tarım düzenleri yatar. Bu yöntemlerle sağlanan yüksek verimlilik, zengin ve kalabalık bir ülkenin doğmasını sağlamıştır.

Tenochtitlan, Itzcoatl döneminde (1428-40) komşu Texcoco ve Tlacopan devletleri ile ittifak kurarak Orta Meksika’da egemen güç durumuna geldi. Daha sonra hem ticari ilişkiler, hem de fetihler yoluyla, 400-500 küçük devletten oluşan, 5-6 milyonluk nüfusuyla 1519’da 207.200 km2’lik alana yayılan bir imparatorluğun merkezi oldu. Kent, en gelişkin döneminde, 13 km2’yi aşkın bir alanda 140 binden çok insan barındırıyordu; dolayısıyla Orta Amerika uygarlıklarınını tarihinde en yoğun nüfuslu yerleşim yeriydi. Aztek devleti, askerlerin egemenliğindeki bir despotluktu. Kastlara ve sınıflara bölünmüş ama dikey akışkanlığını da koruyan Aztek toplumunda yükselmenin en güvenli yolu savaşta kahramanlık göstermekti. Devlet işlerini rahipler ve bürokratlar yürütürdü. Toplumun alt katmanlarında, serfler, sözleşmeli hizmetkarlar ve köleler yer alırdı.

Aztek dini, birçok Orta Amerika kültüründen değişik unsurları özümsemiş, çeşitli inanç sistemlerinden karşıt öğeleri bir araya getirmişti. Önceki halkların birçok kozmolojik inancını paylaşan bu din, özellikle evrenin bir dizi yaradılışın sonuncusu olduğu ve 13 gök katı ile 9 yeraltı dünyası arasında bulunduğu yolundaki Maya inancını benimsemişti. Azteklerin başlıca tanrıları, Savaş ve Güneş Tanrısı Huitzilopochtli, Yağmur Tannsı Tlaloc ve yarı tanrı-yarı kahraman Tüylü Yılan Quetzalcoatl idi. Insan kurban etme töreninde, kurbanın yüreği Güneş Tanrısı’na sunulurdu. Kan akıtma töreni de yaygındı. Dinle yakından ilişkili Aztek Takvimi, rahiplerin uğraşı olan kapsamlı bir ayinler ve törenler döngüsünün temeliydi. Orta Amerika’nın büyük bölümünde kullanılan bu takvim, 365 günlük (20’şer günlük 18 ay, artı 5 uğursuz gün) bir güneş takvimi ile 260 günlük (20’şer günlük 13 devre) bir dinsel yıldan oluşuyordu. Birbirine koşut giden bu iki yıl döngüsü, 52 yıllık daha büyük bir döngünün parçasıydı. Yöreye 1519’da gelen Ispanyol kaşifler bu uygarlığın gelişmesine son verdiğinde Aztek Imparatorluğu’nun genişlemesi ve toplumsal evrimi henüz durmuş değildi. Son Imparator Il. Montezuma (hd 1502-20), Hernan Cortas tarafından tutsak, alındı ve hapiste öldü. Imparatorluk, üstün silahlarla donanmış Avrupalılarca hızla fethedildi.

Azteklerin Batı dünyasında Codic olarak bilinen ve geyik derisi ya da sabırotu liflerinden yapılmış kağıtlara yazılmış kutsal metinleri ve elişleri, tapınaklarda korunurdu. Yazıcılar, ideogram, resimyazı ve fonetik imgelerin karışımı bir teknik kullanırlardı. Dinsel tören takvimi, kehanetler, törenler ve tanrılar ile evrene ilişkin yorumlar da yazıcıların ilgi alanına girerdi. Ülkenin fethedilmesinden sonra bu metinlerin çoğunun yok edilmesine karşın, Codex Borbonicus, Codex Borgtav, Codex Fejervary-Mayer ve Codex Cospuno gibi bazı örnekler günümüze ulaşabilmiştir. Bu el yazması metinlerin anlaşılması çok güçtür ve pek azı gerçekten Azteklere aittir.

Arkeolojik kalıntılar arasında tanrı heykelleri, dinsel içerikli taş alçak kabartmalar, duvar resimleri, kilden yapılmış insan heykelleri ve vazolar ile taş ve ahşap maskeler bulunur. Aztek sanatı temelde simgesel olduğu için bu kalıntılar yardımıyla önemli bilgiler elde edilebilir.


Aztek Takvimi

Tonalpohualli denen 260 günlük dinsel yıl ile 365 günlük güneş yılını birleştiren takvim sistemi. Örnek aldığı Maya takvimi gibi, Aztek takvimi de 20'şer günlük 13 döneme bölünen dinsel yıl ile 20'şer günlük 18 aya bölünen ve ayrıca uğursuz sayılan beş günlük bir dönemi (nemontemi) içeren toplumsal yıldan oluşuyordu. Gene Maya takviminde olduğu gibi, dinsel ve toplumsal Aztek yılları her 52 yılda bir, birbirlerine göre aynı konuma gelirdi. "Yılların Bağlanması" ya da "Yeni Ateş Töreni" adıyla kutlanan bu olaya hazırlık olarak önce tüm kutsal ateşler ve evlerdeki ateşler söndürülürdü. Törende heyecanın doruğa ulaştığı anda rahipler yeni bir kutsal ateş yakardı. Ardından Aztek halkı da ocaklarındaki ateşi yeniden tutuşturur ve şölene geçerlerdi. 1790'da Mexico'da yapılan kazılarda bazalttan yapılmış, ağırlığı 25 tonu bulan, 3,7 metre çapında daire biçiminde bir takvim taşı ortaya çıkarılmıştır. Bugün Mexico Ulusal Antropoloji Müzesi'nde sergilenmekte olan taşın tam ortasında Aztek Güneş Tanrısı Tonaiuth'un yüzü görülür. Bu yüzün çevresinde de tanrının önceki cisimleşmiş biçimlerini yansıtan ve dünyanın dört eski çağını simgeleyen kare biçimindeki dört pano vardır. Bunları da Aztek ayının 20 gününü simgeleyen işaretler çevreler.

Aztek Tanrıları

Huitzilopochtli

Uitzilopochtli olarak da yazılır (Nahuva dilinin Nahuvatl lehçesinde huitzilin: “kolibri” ve opochtli: “sol”). Güneş ve savaş tannsı. Aztekler ölen savaşçıların ruhlarının kolibri (çok güzel, parlak renkli bir kuş) bedenine büründüğüne inanırlar ve güneyi dünyanın sol yanı olarak kabul ederlerdi. Bu nedenle Huitzilopochtli’nin adı “güneyin dirilen savaşçısı” anlamına geliyordu. Öteki adlarından ikisi Xiuhpilli (Turkuvaz Prens) ve Totec’ti (Efendimiz). Nahual’ı (büründüğü hayvan biçimi) kartaldı.

En eski inanışa göre Huitzilopochtli, Coatepec Dağında, Tula kenti yakınında doğmuştu. Annesi Yeryüzü Tanrıçası Coatlicue, gökten düşen bir top kolibri tüyünü (Yani bir savaşçının ruhunu) bağrında sakladıktan sonra Huitzilopochtli’ye hamile kalmıştı. Erkek kardeşleri olan güney yarıküre yıldızları Centzon Huitznaua (Dört Yüz Güneyli) ve kız kardeşi Ay Tanrıçası Coyolxauhqui onu öldürmeve karar vermişler, ama Huitzilopocthli, Xiuhcoatl'ıı (turkuvaz yılan) silah olarak kullanıp onları yok etmişti.

Başka efsanelere göre Huitzilopochtli, Aztekleri geleneksel yurtları Aztlan'dan Meksika vadisine ulaştıran uzun göç sırasında kabilenin kutsal önderiydi. Rahipler onun colibri biçimindeki tasvirini omuzlarında taşıyorlardı. Bir gece onun buyruk veren sesi duyuldu;bu bu buyruk gereğince Aztek başkenti Tenochtitlan 1325’te Meksika Vadisindeki gölde küçük ve kayalık bir adada kuruldu. Ilk tapınak, rahiplerin bir kartalı bir yılanı yutarken gördükleri kaya üzerinde yer alıyordu. Sonraki Aztek hükümdarları bu sunak yerini genişlettiler. Sekiz Kamış yılında (1487) imparator Ahuitzotl burada görkemli bir tapınak yaptırdı. Huitzilopochtli genellikle kolibri biçiminde ya da kolibri tüylerinden miğfer ve zırh giymiş bir savaşçı olarak betimlenirdi. Bacakları, kolları ve yüzünün alt bölümü maviye, yüzünün üst bölümüyse siyaha boyanırdı. Ayrıntılarla işlenmiş tüylü bir başlık giyer, elinde bir kalkan ile bir turkuvaz yılan bulunurdu.

Dinsel takvimin Panquetzaliztli (Değerli Tüy Bayraklar Şöleni) adı verilen yılının 15. ayı. Huitzilopochtli’ye ve yardımcısı Paynala (Tez Canlı: Paynal’ı canlandıran rahip, tören alayı kentin çevresinde dolanırken en önde koşardı) adanmıştı. Bu ayda, savaşçılar ve auıanime (******ler) tanrıya adanan tapınağın önündeki alanda geceler boyunca dans ederlerdi. Savaş esirleri ya da köleler Huitzilopochco’da (bugün Churubusco, Mexico yakınında) kutsal bir kaynağın suyuyla yıkanır, Paynal’ın başını çektiği tören alayının kenti dolaşması sırasında ya da daha sonra tapınağın sunak taşında kurban edilirlerdi. Rahipler ayrıca tanrının en önemli silahını simgeleyen, ağaç kabuğundan yapılmış bir yılan yakarlardı. Son olarak Huitzilopochtli’nin öğütülmüş mısırdan yapılan bir tasviri törensel olarak okla öldürülür, rahipler ve rahip adayları arasında paylaşılırdı. “Huitzilopochtli’nin bedeni"ni yiyen gençler bir yıl boyunca ona hizmet etmek zorundaydılar.

Aztekler güneş tanrısına günlük besin olarak (tlaxcaltiliztli) insan kanı ve yüreği sunmak gerektiğine ve "güneş insanları" olarak kendilerinin de tanrıya bu kurbanı bulmakla yükümlü olduklarına inanırlardı. Kurban yürekleri quauhtlehuanitl'e (yükselen kartal) sunulur ve quauhxicalli'de (kartal vazosu) yakılırdı. Savaşta ya da sunak taşında ölen savaşçılara quauhteca (kartalın insanları) denirdi. Savaşçıların öldükten sonra, ilkin güneşin parlak kuyruğunun bir parçasına dönüştüğüne, dört yıl sonra da sonsuza değin kolibrilerin bedeninde yaşamaya başladıklarına inanılırdı.

Büyük Huitzilopochtli rahibi Quetzalcoatl Totec Tlamacazqui (Tüylü Yılan, Efendimizin Rahibi), Yağmur Tanrısı Tlaloc'un büyük rahibiyle birlikte Aztek din adamlarının başıydı

Quetzalcoatl

Nahuatl dilinde quetzalli: "değerli tüy" ve coatl : "yılan". Eski Meksika tanrılarının en önemlilerinden olan Tüylü Yılan. Tüylü Yılan betimlemelerinin ilk örneklerine ülkenin merkezindeki Teotihuacan kültüründe (3-8. yy.) rastlanır. O dönemde Quetzalcoatl, Yağmur Tanrısı Tlaloc'la yakından ilgili bir yer ve su tanrısıydı.

Nahua dili konuşan kabilelerin kuzeyden göç etmesiyle Quetzalcoatl inanışında önemli değişiklikler oldu. Tula kenti çevresinde gelişen Toltek kültüründe (10-12. yy.) gökcisimlerine tapınmayla ilişkili olarak savaşın ve insan kurban edilmesinin önemi arttı. Quetzalcoatl sabah ve akşam yıldızı tanrısı sayıldı ve tapınağı Tula'daki törenlerin merkezi oldu.

Aztek döneminde (14-16. yy) Quetzalcoatl rahiplerin koruyucusu, takvimin ve kitapların mucidi ve demircilerle başka el sanatçılarının koruyucusu sayıldı. Aynı zamanda Venüs gezegeniyle eş tutuldu. Sabah ve akşam yıldızı olarak ölümün ve yeniden dirilişin de simgesiydi. Arkadaşı köpek başlı Tann Xolotl’la birlikte ölmüş ataların kemiklerini toplamak için Mictlan’ın yeraltı cehennemine indiğine ve topladığı kemikleri kendi kanına bulayarak bugün yeryüzünde yaşayan insanları doğurduğuna inanılıyordu.

Bir başka önemli efsaneye göre OuetzalcoatI Tolteklerin başkenti Tula’nın rahip kralıydı. Insan değil, yalnızca yılan, kuş ve kelebek kurban ederdi. Ama Gece Göğünün Tanrısı Tezcatlipoca büyü yaparak onu Tula’dan atmıştı. Quetzalcöatl da “tanrısal su” (Atlas Okyanusu) kıyılarına inmiş ve kendini ateşe atarak Venüs gezegeni haline gelmişti. Bir başka öyküye göreyse yılanlardan yapılmış bir sala binerek doğu ufkunda kaybolmuştu.

Tezcatlipoca’nın Tüylü Yılan’a karşı kazandığı zaferde gerçeklik payı olabilir. Toltek uygarlığının ilk yüzyılında Teotihuacan kültürünün rahipler düzeni ve barışçı ilkeleri geçerliydi. Kuzeyden göç edenlerin baskısı toplumsal ve dinsel bir devrime yol açmış, yönetim rahiplerden askerlerin eline geçmişti. Ouetzalcoatl’ın yenilgisi klasik teokrasinin çöküşünü haber veriyordu. Onun doğuya yaptığı deniz yolculuğu, Toltek özellikleri gösteren Itza kabilesinin Yucatan’ı istilasıyla ilişkili olabilir. Quetzalcoatl’ ın takvim adı Ce Acatl’dı (Tek Kamış) ve onun Tek Kamış yılında doğudan geri döneceğine inanılırdı. Bu inanç Aztek hükümdarı Il. Montezuma’nın, Meksika Körfezine çıkışları (1519) Tek Kamış yılına rastlayan Ispanyol fatih Hernan Cortes ile arkadaşlarını tanrısal elçiler olarak görmesine yol açtı.

Quetzalcoatl tüylü bir yılandan başka, sık sık sakallı bir erkek olarak da betimlenirdi. Rüzgar Tanrısı Ehecatl kimliğiyle içinden rüzgar geçen iki oluklu bir maske takar ve kuzeydoğudaki Meksika kabilesi Huasteklere özgü koni biçiminde bir şapka giyerdi. Azteklerin başkenti Tenochtitlan’daki (bugün Mexico) tapınağı Ehecatl’a uygun, yuvarlak bir yapıydı. Çünkü Ehecatl’ın, rüzgara karşı keskin köşeleri bulunmadığı için dairesel tapınaklardan hoşlandığına inanılırdı. Bu tür anıtlara özellikle Huastek yöresinde sık rastlanır.

Ouetzalcoatl hem ehecatl (rüzgar) günleri, hem de ayin takviminin 13 günlük dizilerinin 18.‘si boyunca egemenlik sürerdi. Ayrıca gün saatlerinin 13 tanrısı arasında dokuzuncu sayılırdı. Genellikle birinci derece tanrılar listesine alınmakla birlikte, kendisine adanmış bir tören ayı yoktu.

Eğitim, yazı ve kitap tanrısı olarak rahip adaylarıyla soyluların çocuklarının eğitildiği calmecac’ta (tapınağa bağlı din okulu) özellikle saygı görürdü. Tenochtitlan dışında Quetzalcoatl inanışının önemli merkezleri arasında Pueblo Platosundaki Cholula sayılabilir.


Tlaloc

(Nahuatl dilinde “Tomurcuk Verdiren”). Yağmur tanrısı. Iri, yuvarlak gözlü ve uzun azı dişli bir maske takmış olarak betimlenen figürlerinin ilk örneklerine IS 3-8. yüzyıllar arasındaki Teotihuacan kültüründe rastlanır. Aynı dönemde Mayaların taptığı yağmur tanrısı Chac’la büyük benzerlikler taşır.

Aztek uygarlığı döneminde bütün Meksika’ya yayılan Tlaloc kültüne büyük önem verilirdi. Kahin takvimlerinde Tlaloc günlerin sekizinci hükümdarı ve gecelerin dokuzuncu efendisi olarak yer alırdı. On sekiz yıllık dinsel yılın beş ayı Tlaloc’a ve dağ doruklarında yaşadıkların inanılan öteki tanrılara (Tlaloque) adanmıştı. Dinsel yılın ilk ayı Atlcaualo ile üçüncü ayı Tozoztontli'de Tlaloc’a çocuklar kurban edilirdi. Altıncı ay Etzalqualiztli’de yağmur yağdırmakla görevli Aztek rahipleri gölde yıkanır, yağmur yağması için su kuşlarının seslerini taklit eder ve büyülü sis çıngıraklarını (ayauhchicauaztli) kullanırlardı. On üçüncü ay Tepeilhuitl ise Tlaloque’ye adanmıştı; bu ayda yoğrulmuş horozibiği etinden yapılma küçük tasvirler dinsel törenle "öldürülerek” yenirdi. On altıncı ay Atemoztli’de de benzer bir tören yapılırdı.

Tlaloc, kuzeyli savaşçı kabilelerin Orta Meksika’yı ele geçirmesinden önce, yüzyıllar boyunca bölgedeki çiftçi kabilelerinin ana tanrılarından biri olarak varlığını korumuştu. Savaşçı kabilelerle birlikte bölgeye Hluitzilopochtli ve Tezcatlipoca kültleri de girdi. Aztekler bağdaştırıcı bir yaklaşımla hem Huitzilopochtli’yi, hem de Tlaloc’u en büyük tanrı olarak benimsediler. Başkent Tenochtitlan kentindeki Büyük Tapınak’ta (Teocalli), her iki tanrıya ayrılmış, eşit büyüklükte iki kutsal bölüm yer alıyordu. Yağmur tanrısı başrahibi Quetzalcoatl Tlaloc Tlamacazqui’nin (Tüylü Yılan, Tlaloc’un Rahibi) ünvanı ve konumu Güneş tanrısı başrahibininkine eşitti.

Saygı gördüğü kadar korku da uyandıran Tlaloc, yağmur yağdırdığı gibi kuraklığa ve açlığa da neden olabilirdi. Yeryüzüne yıldırımlar fırlatır, korkunç kasırgalar estirirdi. Tlaloque ise Yeryüzüne bereketli vağmurlar yağdırabilir ya da ekinlere zarar veren seller gönderebilirdi. Bu tanrıların ayrıca cüzam, romatizma, vücutta su toplanması gibi hastalıklara da neden olduklarına inanılırdı. Azteklerin ölüleri yakma geleneğine karşın, bu hastalıklardan ölenlerle boğulma ya da yıldırım çarpması sonucunda ölenler gömülürdü. Bu yollarla yaşamı sona erenlerin Tlalocun cenneti olan Tlalocan’da sonsuza değin mutlu bir yaşam süreceklerine inanılırdı.

Tatlı su gölleriyle küçük akarsuların tanrıçası olan ve Matlalcueye (Yeşil Etekli Kadın) olarak da bilinen Chalchiuhtlicue (Yeşim Etekli Kadın) Tlaloc’un eşi sayılırdı.

Tezcatlipoca

(Nahuatl dilinde “Puslu Ayna”). En önemli Aztek tanrılarından. Büyükayı takımyıldızının ve karanlık gökyüzünün tanrısıdır. Tezcatlipoca kültü, IS 10. yüzyılın sonlarına doğru, kuzeydeki savaşçı Tolteklerce Orta Meksika’ya getirilmiştir. Tezcatlipoca’nın, Tanrı Ouetzalcoatl’ı (Tüylü Yılan) Tula kentinden nasıl kovduğunu anlatan çok sayıda efsane vardır. Istediği kılığa giren büyücü Tezcatlipoca kara büyüyle birçok Toltekin ölümüne neden olur; erdemli Ouetzalcoatl’ı içkiye, günaha ve bedensel tutkulara sürükleyerek Tolteklerin altın çağına son verir. Orta Meksika’daki insan kurban etme geleneği onun etkisiyle başlamıştır. Tezcatlipoca’nın nahual'ı jaguardır; bu jaguarın benekli postu, yıldızlı bir gökyüzünü andınr. Yaratıcı Tanrı Tezcatlipoca bugünkü evrenden önce yaratılıp yok edilmiş dört evrenden ilki olan Ocelotonatiuh’ta (Jaguar-Güneş) hüküm sürmüştür.

Tezcatlipoca genellikle yüzünde siyah bir şeritle betimlenir; ayaklarından birinin yerinde obsidiyenden bir ayna vardır. Guatemala’daki Mayalar ve Kiçeler 10. yüzyılda sonra Tezcatlipoca’ya Hurakan (Tek Ayak) adını verdikleri bir şimşek tanrısı olarak taptılar. Bazı betimlemelerde ayna Tezcancatlipoca’nın göğsünde yer alır. Bu aynada her şeyi gören Tezcatlipoca görünmeyen ve her yerde var olan bir tanrıdır; insanların bütün eylemlerini ve düşüncelerini bilir.

Tezcatlipoca Aztekler döneminde (IS 14-16. yy) Huitzilopochtli, Tlaloc ve Ouetzalcoatl’la birlikte en yüce tanrılardan biri durumuna geldi. Bu dönemde Tezcatlipoca’ya Yoalli Ehecatl (Gece Rüzgarı), Yaotl (Savaşçı) ve Telpochtli (Delikanlı) adlarıyla tapılırdı. Geceleri dörtyol ağızlarında savaşçılara meydan okuduğu söylenen Tezcatlipoca, halktan kimselerin ilköğretim ve askerlik eğitimi için erkek çocuklannı gönderdiği telpochcalli'lere de (delikanlılar evi) başkanlık ederdi. Ayrıca köleleri korur, “Tezcatlipocanın çocukları”na kötü davranan köle sahiplerini cezalandınrdı. Erdemi zenginlik ve ünle ödüllendirir, yanlış yol tutanları ise cüzam gibi hastalıklarla ya da kölelik ve yoksullukla cezalandırırdı.

Tezcatlipoca için, beşinci ayin ayı Toxcatl’da törenler düzenlenirdi. Rahip genç ve yakışıklı bir savaş esirini seçer, bu genç bir yıl boyunca tanrının yerini alarak lüks içinde yaşardı. Tanrıçalar gibi giydirilmiş dört güzel kız da ona eşlik ederdi. Ayin günü bu genç, çaldığı flütleri kıra kıra tapınağın merdivenlerini tırmanır, tepeye geldiğinde yüreği sökülerek kurban edilirdi.

Azteklerin başkenti Tenochtitlan dışında Tezcatlipoca’ya özellikle Texcoco’da ve Oaxaca ile Tlaxcala arasında yaşayan Mikstek ve Puebla Yerlileri tapardı.
Tlazoltéotl

(Nahuatl dilinde “Kirlilik Tannçası”). Ixcuina ya da Tlaelquani olarak da bilinir, saflıktan uzak, günahkar davranışlan temsil eden tanrıça. Huaxteca körfez ovalarındaki halklardan alındığı sanılır. Önemli ve çok yönlü bir toprak ana tanrıçaydı. Yaşamın değişik evreleriyle bağlantılı dört ayrı kimliğe bürünürdü. Genç bir kadın olarak hafifmeşrep ve baştan çıkarıcıydı. Ikinci kimliğinde insanları kötü alışkanlıklara sürükleyen yıkıcı bir tanrıçaya dönüşürdü. Orta yaşlarda, insanların günahlarını yüklenebilen büyük bir tanrıça biçimini alırdı. Son kimliğinde gençlere musallat olan öldürücü ve korkunç bir kocakarı olarak ortaya çıkardı. Aztekler tören kurallarının çiğnenmesini, yasak cinsel ilişkileri ve geleneklere uymayan davranışları günah ya da “kirli” sayarlardı. Tlazoltéotl, rahiplerine itirafta bulunan insanların günahlarını bağışlama gücüyle ünlüydü. Bir kimliğiyle insanları günaha sürüklerken, başka bir kimliğiyle günah işleyenleri bağışlayabiliyor ve dünyayı günahtan arındırıyordu. Kaba pamuktan yapılma süslü bir başlıkla, bazı tasvirlerinde de bir kurbanın derisini sarmış olarak ya da Ay simgeleri taşıyan giysiler içinde betimlenirdi.

Xipe Totec

(Nahuatl dilinde “Derisi Yüzülmüş Tanrımız”), Meksika’da yağmur mevsiminin başlangıcı olan ilkbaharın ve yeni yeşeren bitkilerin tanrısı. Aynı zamanda kuyumcuların koruyucusuydu. Yeni yeşeren bitkilerin simgesi olarak Xipe Totec, insan derisine bürünürdü. Bu deri ilkbaharda yeryüzünü kaplayan “yeni deri”yi temsil ederdi. Heykellerinde ve taştan yapılma masklarında da hep yeni yüzülmüş bir deriye bürünmüş olarak betimlenirdi.

Anauatl iteouh (kıyı tannsı) olarak tanımlanan Xipe Totec, başlangıçta altın yönünden zengin olduğuna inanılan bugünkü Oaxaca ve Guerrero eyaletlerinde yaşayan Zapotek ve Yopi Yerlilerinin tanrısıydı. Zapotekler onu bir bitki tanrısı olarak kabul ediyor ve Quetzalcoatl’la (Tüylü Yılan) ilişkşili görüyorlardı. Kesinlikle yabancı bir tanrı sayılan Xipe Totec’in tapınağı Yopico ya da Yepi Evi olarak anılıyordu. Xipe Totecin ilk temsili resimleri, Teotihuacan yakınlarındaki Xolalpan’da ve Texcoco'da Mazapan kültürüyle bağlantılı olarak yani klasik sonrası Toltek döneminde (10-12. yy.) ortaya çıktı. Aztekler bu kültü daha sonra Axayacatl yönetimi (1469-81) sırasında benimsedi. Aztek yılının ikinci dinsel tören ayı olan Tlacaxipehualiztli'de (Insanlann Yüzülmesi), rahipler yüreklerini çıkararak insanları kurban ederlerdi. Daha sonra bu kurbanların yüzülerek sarıya boyanan ve teocuitlaquemitl (altın giysi) denen derilerini üzerlerine giyerlerdi. Öteki kurbanlar ise bir çerçeveye bağlanarak oklarla öldürüldü. Yere damlayan kanlarının verimli ilkbahar yağmurlarını simgelediğine inanılırdı. Xipe Totec, onuruna söylenen bir ilahide, Yoalli Tlauana (Gece Içkicisi) olarak anılırdı. Bunun nedeni bereketli yağmurların gece yağdığına inanılmasıydı. Aynı ilahide Xipe Totec'e, bereketin simgesi Ouetzalcoatl’ı getirdiği ve kuraklığı önlediği için şükranlar sunulurdu.


Mictlantecuhtli

Ölüler tanrısı. Genellikle yüzü bir kurukafa biçiminde betimlenir. Karısı Mictecacfhuatl’la birlikte yeraltı dünyası Mictlan’ı yönetir. Savaşta, kurban edilerek, çocuk doğururken, boğularak, yıldırım çarpması sonucu ya da bazı hastalıklardan öldükleri için çeşitli cennetlerin hiçbirine giremeyenler, Mictlan’ın dokuz cehenneminde yargılanmayla geçen dört yıllık bir yolculuğa başlar. Mictlantecuhtli’nin yaşadığı sonuncu cehenneme ulaşınca ya yok olur ya da huzura kavuşurlar.

Coatlicue

(Nahua dilinin Nahuatl lehçesinde “Yılan Etekli”). Yeryüzü tanrıçası. Yaratıcı ve yok edici özellikleriyle yeryüzünün simgesi, tanrıların ve insanların anası olarak kabul edilir. Mexico kentinde, Ulusal Antropoloji Müzesi’ndeki heykeli mitolojideki anlamını çok güçlü bir biçimde somutlaştırır: Yüzü birbine dolanmış iki yılandan oluşmuş, eteği gene yılanlardan örülmüştür; yılanlar verimliliği simgeler. Insanları ve tanrıları beslediği için göğüsleri sarkıktır. Ellerden, kalplerden ve bir kafatasından oluşan kolyesi vardır. Ayak ve el parmakları pençeyi andırır; yeryüzünün insanları yutması gibi o da insanlarla beslenir. Teteoinnan (Tanrıların Anası) ve Toci (Büyük Anamız) olarak da bilinen Coatlicue, korkunç doğum tanrıçası Cihuacoatl (Yılan Kadın; Tonantzin Anamız olarak da bilinir) ve Kirlilik Tanrıçası Tlazolteotl olarak ortaya çıkan yeryüzü tanrıçasının bir görünümüdür.
Aztekler’den Dua Örnekleri

Ölmek İçin Güzel Bir Gün(Ayinde Okunan Dua)

Onaltı gündür at sırtında general
atlar susamış ve yorgun
hain şefin!! izini sürmekte
onun gelişini takdir etti!
askerler tepelerin gerisinde saklanmıştı
kampın etrafı sarılmıştı

bir atlı surdu atini reise doğru
onlar koyu almak ve yağma etmek icin gelmişlerdi

"kollarınızı aşağı indirin"
"mızraklarınızı aşağı indirin"
Reisin gözlerinde hüzün vardı
Fakat gözlerinde korku görünmüyordu

"Ölmek için güzel bir gün"

Gözlerinizi kurulayın çocuklarım ağlamayın
"Ölmek için güzel bir gün"

O konuşmuştu beyaz adam gelmeden çok önce,
Onların silahları ve wiskisi hakkında
Halkını uyarmıştı
Onlar tarihlerini yazmadan önce
General inanmadı onun sözlerine
ne de yüzüne.
Fakat O biliyordu daha çok insan öleceğini
sonrada bu kara lekenin yaşanacağını
Bu kanun nasıl yıkılır
Ne yanlış yaptım ben?
ki beni gömmek öldürmek istiyorsun
bu kan izleri üzerinde

Biz topraklarımız, toraklarımız bizim için endişeli
Ve bu yol daima olmalı
Asla daha fazlasını sorma asla
Ve şimdi şöyle bana son sözünü
Silahlarımı aşağıya indirdim
Başımı eğdim
Simdi istersen beni atabilirsin bu yerden
Gidecek bir yeri olmadan
Ve insanlarına dönüp yaşlı gözlerini kurulamalarını söyledi
bizler huzurlu ve rahatız
ve sesi gökyüzünde yankılandı

Kutsal Ruh'a Dua

" Ulu Tanrı , rüzgarın içinde duyduğum ses kimin sesi,bütün dünyaya hayat veren kimin nefesi -duy beni-. Senden önce geldim . Senin çocuklarından biriyim.ben küçük ve güçsüzüm , senin gücüne ve bilgeline ihtiyacım var. Güzellikler içinde yürüyelim ve gözlerim hep farkına varabilsin kırmızı ve mor gün batımının. Ellerim saygı göstersin senin yaptığı ve yarattıklarına,kullaklarım açıkca duyabildin sesini. beni öyle bilge yap ki ben benim insanlarıma öğrettiklerini anlayabileyim ve kayalara ve yapraklarına arasına gizlediğin derslerini anlayabileyim. En büyük düşmanım olan kendimle savaşıp kendi içimdeki gücü bulabileyim ve hazır olayım sana gelirken;Temiz ellere ve saf gözlere , öyle ki yasam batan bir günbatımı gibi solmaya başladığında ruhum sana saf ve lekesiz gelebilsin."


Kaynak: http://www.msxlabs.org/forum/din-ilahiyat/18650-kabile-ve-doga-dinleri-azteklerin-dini.html#ixzz1qIctYXRk


*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-**-*-*-*-*-*-*-






Kabile ve Doğa Dinleri - Nambalar Dini


Namba Dini

Namba Dini Güney Pasifik ' te Malekula adasında yaşayan İlkel Nambalar kabilesinin dinidir. Namba ' lar kabile erkeklerinin cinsel organlarını örtmek için kullandıkları püsküle”namba” denildiğinden dolayı bu ismi almışlardır ve ilkel bir yaşam sürerler. Kabile Büyük ve Küçük Narak iki gruba ayrılırlar.

Namba ' lar, tabiat üstü güçlere inanmaktadırlar. Bunların en üstünde, her şeyin yaratıcısı ve yönlendiricisi “ Tana” adı verilen bir yüce kudrete inanmaktadırlar. Bunun yanında “iyi ve kötü ruhların” her zaman kişilerin çevresinde bulunduğu ve her davranışı kontrol ettiğine inanırlar.

Hastalık bela ve ölümlerin sebebi”kötü ruhlardır”. Kişinin hastalanması; vücuduna “kötü ruhun” girmesiyle, kabile törelerine uymamakla veya kabile reisine saygısızlıkla açıklanmaktadır. Ölüm, kötü ruhların en ağır cezası olarak değerlendirilmektedir. Ölüm törenleri sıradan insanlar ve kabile reislerine göre farklılık göstermektedir. Reislerin iskeleti gömülmeden bırakılmaktadır. Ölümden sonra yüz gün süreyle yas tutulmaktadır.


Kaynak: http://www.msxlabs.org/forum/din-ilahiyat/18932-kabile-ve-doga-dinleri-nambalar-dini.html#ixzz1qIdDGZ3x