12 Mart 2016 Cumartesi

İncik Sultan Türbesi ANKARA

İncik Sultan Türbesi 

 ANKARA

ÇAMLIDERE / Gümele Köyü

Türbenin Yeri: İncik Sultan Türbesi, Ankara İli Çamlıdere İlçesi Gümele Köyündedir. 
İncik Sultan Kimdir: Anadolu’ya İslamiyeti yaymak için gelen Horasan Erenlerindendir. 1400 veya 1440’lı yıllarda yaşadığı rivayet edilir. İncik Sultan’ın zaviye kayıtları İncik Dede olarak Osmanlı belgelerinde görülmektedir. Bektaşi tarikatına bağlı bir zaviyedir. İncik Sultan Türbesi Çamlıdere Bayındır Barajı yapılamadan önce Yediören (Kurt) Köyündedir. Bu köyde bulunanFakran Ana türbesi ile birlikte Gümele Köyüne taşınır. 

İncik Sultan Türbesi

İncik Sultan Türbesi
Türbedeki Geyik Boynuzları
Çokgen planlı türbe yerinden taşındığı için yenidir. Türbede üç sanduka bulunmaktadır. Bu mezarlardan birinin Fakran Ana’ya ait olduğunu düşünmekteyiz.

Değişik dilekler için ziyaret edilen türbede bulunan geyik boynuzlarıyla “efsunlama” yöntemiyle şifa arandığını düşünmekteyiz.



http://turbelerimiz.blogspot.com.tr/

8 Mart 2016 Salı

Bibiheybet AZERBEYCAN

Bibiheybet AZERBEYCAN




Bibiheybet  
Burada Şiilikde VII. imam olan İmam Kazım’ın kızı Hazreti Hekime hanımın, imamın iki oğlan ve bir kız torununun mezarı bulunmaktadır. Bu tarihi dini mimarlık abidesi XIII. yüzyılda Şirvanşah II. Ferruhzad bin Akhsitan tarafından inşa ettirilmiştir. Caminin duvarında tarihi olaylar yazılan kitabe bulunmaktadır. Bu kitabede 1281-1282 yıllarında inşa edilen caminin mimarının Mahmut bin Seyyid olduğu kaydedilmektedir. Ünlü tarihçiler Bakıhanov, Beryozin, Dorn ve Khanukov da bu yazıt hakkında yazmışlardır. VII. İmam Museyi Kazım’ın (as) kızlarından Hazreti Hekimehanım Bibiheybetʼde, Hazreti Masume hanım İran’ın Kum kentinde, Hazreti Rehime hanım Bakü’nün Nardaran, Hazreti Leyla Hanım ise Bilgeh köyünde gömülmüştür.
1257 yılında vefat eden Hazreti Hekime hanım hiçbir zaman evlenmemiş, yaşamını kardeşinin çocuklarına adamıştır. Bu caminin adını duyunca herkes, buranın neden “Bibiheybet” adlandırıldığına şaşar. Düşmanlarına haber ulaşmasın diye, Hacı Bedir Hazreti Hekime hanımın asıl adını saklar, ona “biibi” diye hitap eder. “Bibiheybet” - “Heybetin bibisi” anlamına gelmektedir. O, imamın torunlarını ve Hazreti Hekime hanımı skandallardan, dedikodulardan, takiplerden ve zulümlerden korumayı başarır. Hacı Bedir kendi arzusu ile hanımın mezarının ayak tarafında ve yükseklik bakımından düşük bir seviyede gömülmüştür. Bu, onun Hazreti Hekime hanıma olan saygı ve sevgisinden kaynaklanmaktadır.

ABDAL KUMRAL

ABDAL KUMRAL








Osmanlı Devleti'nin kuruluş yıllarında yaşamış mücahid ve akıncı bir derviştir. Efsanevî bir şahsiyete sahiptir. Bir rivayete göre Şeyh Edebali, Osman Gazi'nin padişah olacağını haber verdiğinde, durumu Osman Bey'e ileten ve müjdelik olarak kılıcını alan der­viştir. Başka bir rivayete göre ise Osman Bey'in padişah olacağını, Ermeni Derbendinde rastladığı "Kırklar"dan birinden işitmiş, müjdeyi Osman Bey'e iletince Kumral Abdal'ın bu müjdeyi işittiği Emreni Derbendi'nde kendisine bir zaviye yaptırıp bu zaviyenin gelirlerini karşılamak üzere köyler ve tarlalar vakfetmiştir. Kumral Abdal'ın Yenişehir taraflarında yaşadığı ve Osman Gazi'nin ora­da onun için zaviye yaptırdığı belirtilir. Her iki yerde de yaşadığı ve iki ayrı yerde kendisi için zaviye yaptırıldığı şeklindeki rivayetlere bakarak, onun deği­şik yerlerde savaşmış ve değişik beldelerde gönülleri aydınlatacak faaliyetlerde bulunmuş bir Alperen olduğunu kabul edebiliriz

ANADOLU ALEVİ BEKTAŞİ DERGAHLARI

ANADOLU ALEVİ BEKTAŞİ DERGAHLARI

ANADOLU ALEVİ BEKTAŞİ DERGAHLARI

ANADOLU ALEVİ BEKTAŞİ DERGAHLARI
  • HACI BEKTAŞ DERGAHI, PİR EVİ:
Hacı Bektaşi Dergahı  HACI BEKTAŞ VELİ adına kurulmuştur. Anadoluya gelen Hacı Bektaş  kimi yerleri dolaştıktan sonra o günkü adıyla Sulucakarahöyük’e yerleşir. Burada yaşayan halkla kaynaşır. Burası giderek heterodoks ve Ali-Ehlibeyt inanç odaklı kesimlerin inanç merkezi haline gelir. İşte bu derneşmeden Pirevi dediğimiz Alevi Bektaşiliğin ana dergahı Anadolu da  doğmuş olur. Dergahın kurulması Hacı Bektaş’la birlikte başlar. Daha sonraki yıllarda kimi eklenti ve düzenlemelerle türbeler, mezarlık, aşevi, kilerler, ambarlar, konukevi, çeşmeler, çamaşırhane, hamam, meydanevi, çilehane, yönetim yeri, tekke, eğitim ve sohbet odalarından oluşan büyük bir külliye oluşur. Dergah içerisindeki cami, ikinci Mahmut zamanında yaptırılmıştır. Anadolu’ya Ali, Ehlibeyt, Oniki İmamlar inancını, Muharrem yası geleneğini, tevella ve teberra anlayışını ilk defa Hacı Bektaş Veli getirir. Bu inanç öğelerini Dergahlar, tekkeler yoluyla tüm Anadolu ve Balkanlara yayarlar.
İlk dönem Osmanlı padişahları Hacı Bektaş’a bağlılık ve saygı duymaktaydılar. Bunlardan 1. Murat Hacı Bektaş’ın mezarına, Mimar Yanko Madyan’a Bir türbe yaptırır. Türbenin kubbesi Sekizinci İmam aşkına sekiz köşelidir. Daha sonraları 2.Bayazıt, Dulkadir oğulları beyi Alaüddevle, Mimar Sinan, 4. Mustafa, Abdulaziz, 2.Abdulhamit zamanlarında çeşitli onarımlar ve eklentiler yapılmıştır.
Hacı Bektaş Dergahı giderek Ahi, Kalenderi, Haydari ve diğer Ali inanç temelli akımların merkezine dönüşür. Bu akımlara ait tekkeler de zamanla Dergaha bağlanırlar. Hacı Bektaş Dergahı aynı zamanda bir kültür ve eğitim merkezidir. Anadolu ve Balkanlardaki tekke Şeyhleri burada eğitim görür ve icazetlerini alarak tekkelerinin başlarına dönerler.
Pir evini geliştiren Bektaşi Tarikatına yeni biçim kazandıran Balım sultan olmuştur. Kalender Çelebi ayaklanmasından sonra Hacı Bektaş Veli Dergahının halk üzerindeki etkisinden korkan Osmanlı padişahı bu etkiyi kırabilmek için Dergaha 1552 yılında Sersem Ali adında bir kişiyi Dede-Baba unvanıyla atadığını görüyoruz. Daha sonraları da Mücerret (Evlenmemiş) Devşirme dervişlerin yerleştirildiği görülüyor. O tarihten sonradır ki Hacı Bektaş evli idi evli değildi tartışmaları zaman zaman alevlenerek sürüp gitmiştir. 2.Mahmut’un yeniçeri ve Bektaşi dergahlarına karşı yürüttüğü yıkım ve kıyımdan, Pir evi de nasibini alır. Dergah postnişini Hamdullah çelebi Amasya’ya sürgün edilerek yerine Nakşi Şeyhi Mehmet Sait Efendi atanır. Görevi oradakileri Nakşiliğe çevirmektir. Ne var ki kendisi ve onun ardılları da birer birer Bektaşileşeceklerdir. İşte bu dönemde II. Mahmut tarafından Pir evinin kalbine camii yaptırılmıştır. Daha sonraları Osmanlının yıkılması, Cumhuriyetin ilan edilmesinden hemen sonra 30 kasım 1925 tarihinde 677 sayılı yasayla kapatılır. Bu kapatılmanın ardından Dergah içerisindeki el yazmaları, önemli belgeler tarihi değeri yüksek halılar, şamdanlar vb binlerce malzeme Ankara’ya taşınması gayesiyle yağma edilmiştir. Daha sonra 1964 yılında müze olarak açılmıştır. Açılış tarihi olan 16 Ağustos 1964 den itibaren günümüze kadar her yıl düzenli olarak Ulusal ve Uluslararası düzeyde Hacı Bektaş Veli’yi anma etkinlikleri büyük kitle katılımlarıyla coşkulu bir şekilde  kutlanır.
  • ABDAL MUSA SULTAN DERGAHI:
Abdal Musa Hacı Bektaş’ın önde gelen halifelerindendir. Bektaşi meydanındaki  “Ayakçı postu” onundur. Söylenceler onun Horasan erenlerinden olduğunu gösterir. Babası Hasan gazidir. Dedesi Haydar Ata ise Hacı bektaş’ın amcasıdır. Türbesi Antalya Elmalının Tekke köyündedir. Bektaşi inancında Hacı Bektaş Dergahından  sonra en önemli dergahlarımızdandır. Denizlide, Bursada, Manisada, Bergamada da Abdal Musaya ait Türbeler bulunsa da, bunların makam olduğu asıl Türbenin Elmalının Tekke köyünde olduğu kesindir. Hacı Bektaş’ın Vefatından sonra Tarikatın kurallarını Hacı Bektaş’ın eşi  Hatun ana (Kadıncık Ana) ‘dan öğrenmiş belli bir eğitim döneminden sonra bazı düzenlemeler yaparak Tarikatın adap ve usulünü belirlemiştir. II. Mahmut döneminde Tekkenin tüm mal varlığına el konularak tekkenin başına nakşi şeyhleri atanmış, Erkan Nakşi usuluyle yürütülmüştür. Bu arada yörenin ileri gelenleri fırsattan yararlanarak dergahın mallarına el koymuşlardır. Daha sonraları çeşitli başvurular sonucu tekrar Bektaşi Erkanına geçilmiş, hatta kimi beylerden el koydukları mallar geri alınmışsada  bu gibi durumlar Osmanlı devletinin yıkılmasına kadar devam etmiştir.
  • GEYİKLİ BABA TEKKESİ:
Türbesi Bursa İnegöl yolu üzerinde Baba sultan köyündedir. Horasan erenlerindendir. Gaziyan-ı Rum veya Abdalan-ı Rum dervişlerinden sayılır. İlkin Baba İlyas ve Ebul Vefa müridi olmuşsa da daha sonra Hacı Bektaş Veli’ye bağlanmıştır.
  • EMİR SULTAN:
Asıl adı Şemsettin Mehmet Bin Ali Hüseyin Buhari’dir  Yıldırım Bayazıt zamanında yaşamıştır. Mezarı Bursadadır. Ahilik kanalıyla Bektaşileşmiştir. Başka Emir Sultanlarda vardır. Yıldırım Bayazıt dönemi dışında yaşayanlar Nakşidirler.
  • BARAK BABA:
Kendisi Kalenderi Şeyhidir. Tokat’ta doğmuştur. Daha sonra Hacı Bektaş ve Sarı Saltık’a bağlanmıştır. Gelanlılar tarafından öldürülmüştür. Kendisine bağlı olan Olcaytu Hdabende, Gelanlıları cezalandırarak Barak  Babanın ölüsünü Azerbaycan’daki Sultaniye kentinde toprağa vermiştir. Ayrıca Hacı Bektaş’tan yetki alarak Bigadiç’e yerleştiğine yöre halkı tarafından inanılır. Yağcılar bucağının Baraklar köyün’de türbesi vardır.
  • AHİ EVREN:
Ahiliğin piridir. Kırşehir valisi Nurettin Caca tarafından öldürülmüştür. Hacı Bektaş ile sıkı ilişkileri vardır. Zamanla Bektaşiliğe bağlanmıştır. Anadolu da sanat ve esnaflığın gelişmesinde önemli rol oynamışlardır.
  • SEYYİT BATTAL GAZİ:
Annesi ve iki oğlunun mezarı Malatyadadır. Kendisinin mezarı ve türbesi Eskişehir Seyitgazi ilçesindedir.
  • HASAN DEDE DERGAHI:
1489 da Horasan’ın Karaman’da doğmuştur.1567 de Anadoluya gelerek Ankara’nın Keskin ilçesine bağlı Hasan Dede köyünde zaviyesini kurmuştur. 1596 da ölmüştür. Türbesi bu zaviyededir.
  • TAPTUK EMRE:
Horasan Erenlerindendir. Hacı Bektaş Veli’ye bağlanmıştır. Yunus Emre’nin Mürşididir. Sakarya’nın Nallıhan  köyünde yatmaktadır. Ayrıca Anadolu ve Rumeli’de ismine köyler ve yatırlar vardır.
  • YUNUS EMRE:
Hacı Bektaş yoluyla Taptuk Emre’ye Bağlanmıştır. Eskişehir’in Sarıköyün’de doğmuştur. Zaman zaman başka yerlerde bulunmuşsa da gene aynı köyüne dönmüş ve orada ölmüştür. Mezarı oradadır. Alevi-Bektaşi yolunu en güzel anlatan halk şairlerimizdendir.
  • TEBRİZLİ ŞEMS:
Hacı Bektaş’ın müritlerindendir. Hacı Bektaş tarafından Mevlana’yı eğitmek üzere Konya’ya gönderilir. Mezarı Pir evi’ndedir. Mevlevilerin Şems kolu halen Hacı Bektaş Çelebileriyle ilişkidedirler.
  • BALIM SULTAN :
Hacı Bektaş Veli’nin tek oğlu Seyit Ali Sultan (Kızıl Deli, Hızırlale,Timurtaş) ın oğlu Mürsel Balinin oğludur. Annesi bir Sırp Prensesidir. Tarikatın ikinci Piridir. Tarikatın yeniden yapılandırılmasında önemli rol oynamıştır. Son derece zeki ve akıllı bir kişiliğe sahiptir. Bir yanda II. Bayazıt’ı idare ederken diğer yanda kardeşi Kalender çelebi kanalıyla  Şah İsmail, Pir Sultan, Kul himmet, Koyun Baba gibi önemli isimleri bir araya getirerek Safavi devletinin kurulmasında ki perde arkası etkenlerinden birisidir. Mezarı Pir evi’ndedir.
  • HIDIR ABDAL SULTAN OCAĞI:
Hacı Bektaş’ın müritlerindendir. Karaca Ahmet’in oğludur. Alevi–Bektaşi yolundan düşkün edilenlerin tekrar yola kazandırılmasında önemli rol oynayan etkili bir Ocaktır. Erzincan’ın kemaliye ilçesinin Ocak köyündedir.
  • HUBYAR SULTAN DERGAHI:
Tokat–Almus  ilçesinin Hubyar köyündedir. Söylenceler , araştırmacı yazar  Ali Kenanoğlu-İsmail  Onarlı’nın bulguları Tarihte iki Hubyar’ın olduğu, birincisi Hacı Bektaş döneminde yaşayan ve ona bağlanan Hubyar, diğeri 16.yüzyılda yaşayan Hubyar. Oğuzların Beğdili boyuna mensup olan bu ocak Tarihte çeşitli nedenlerden ötürü ikiye bölünmüştür. Bu topluluktan ayrılan Sıraç Türkmenleri Anşa Bacı diye bir ocak kurmuşlardır. Baskılara rağmen Asimile olmamış en değerli ocaklarımızdandır.
  • ŞAHKULU SULTAN DERGAHI:
İstanbul Göztepe’dedir. Asıl adı “Şuca”dır. Ahi Dervişlerindendir. Daha sonraları Bektaşiliğe bağlanmıştır. Hacı Bektaş Dergahı Postnişini Çelebi Feyzullah Efendi tarafından Şahkulu Dergahına atanan  M.A. Hilmi dedebaba döneminde dergah en parlak dönemini yaşamıştır. 1826 da 2. Mahmut tarafından Nakşiler atanmışsa da pek etkili olamamışlardır.
  • KARACA AHMET SULTAN DERGAHI:
Hacı Bektaş Veli’nin müritlerindendir. Tarikatın gözcüsüdür. İstanbul Üsküdar’da dır. Aydın, Manisa, Sivrihisar, Akhiar, Afyon’da da makamları vardır. Yaşadığı dönemin Psikiyatristi ve Ruh doktorudur. 1826 da II.Mahmut tarafından kapatılmıştır. Nakşi şeyhleri atansada pek etkili olamamışlardır. Günümüzde halen faaliyetlerini sürdürmektedir.
  • PİR SULTAN ABDALTÜRBESİ:
Sivas Banaz’dadır. Yaşadığı dönemlerde devamlı ezilenlerin yanında yeralmıştır. Şah İsmail ve Kalender Çelebi ayaklanmalarına katılmıştır. Daha sonraları Hızır Paşa adlı Bir zalim tarafından astırılmıştır. Türk Halk Edebiyatının güçlü şairlerinden birisidir.
  • DEDE GARKIN OCAĞI:
Adıyaman Kahta’dadır. Ebul Vefa’nın Halifelerindendir. Baba İlyas’a Mürşitlik yapmıştır. Yaşadığı dönemin en ulu kişisidir. Evlatları daha sonraları Diğer ocaklar gibi Pir Hacı Bektaş Veli’ye bağlanmıştır. Oğuzların 24 Boyundan birisi olduğuda söylenmektedir. Günümüzde halen Anadolu’da 170’e yakın Garkın isminde Köy vardır. Bu köylerin %25’i  Osmanlı baskıları sonucunda asimile olup sünnnileşmişlerdir. Geri kalanları yinede Anadolu’nun En etkili Ocaklarından birisi olarak faaliyetlerini sürdürmektedir.
  • SARI SALTUK:
Pir Hacı Bektaş Veli müritlerindendir. Onun tarafından Balkanların İslamlaştırılması için gönderilmiştir. Romanya Dobruca’dadır. Ayrıca Tunceli, Hozat, Mazgirt, Ovacık, Pertek, Arnavutluk, Yugoslavya, Yunanistan, Moskova, Polonya, Trakya, İstanbul, İznik, Diyarbakır, Niğde Bor’da da mezarları vardır.
  • SESEM ALİ BABA TEKKESİ /HARABATİ BABA TEKKESİ:
Yugoslavya Mekadonya Tetova’dadır. Harabati Baba’da buradadır. Ali adı “Elyas/İlyas adıyla özdeşleştirildiği için Hıristiyanlarca da ziyaret edilip, saygı duyulan  bir merkez olmuştur. Hacı Bektaş soyundan, Kalender Çelebi’nin  ayaklanmasından sonra Hacı Bektaş Dergahı’nın Anadolu halkı üzerindeki etkisini zayıflatmak amacıyla Padişah Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1551 tarihinde  Hacı Bektaş Dergahına Baba olarak atanır. Dergahta Babagan (Mücerret  Baba) kolunun ortaya çıkması Sersem Ali Babayla başlar.
 ( İrili ufaklı 579 Dergah, Tekke ve Türbenin varlığından söz edilir)

HAŞİM BABA TÜRBESİ

HAŞİM BABA TÜRBESİ



Türbe, İnadiye Semti'nde ve bu isimle bilinen meşhur tekkesinin altında ve Gündoğumu Caddesi ile İnadiye Mezarlık Sokağı'nın birleştiği yerde idi. Yeri, bugün arsa halinde bulunan türbede, 1197 (1783) tarihinde vefat eden Bektâşî şeyhi Haşim Baba medfundur.
Haşim Baba, Celvetîlik'ten ayrılıp Bektâşî babası olduğu için babası Şeyh Yusuf Nizameddin Efendi'nin türbesine gömülmemiştir. Fevkânî olan ve semahane olarak kullanılan tekke mescidinin altındaki bir oda türbe haline getirilerek buraya defnedilmiştir.

"Düldül-Ata" Türbesi - Kazakistan

"Düldül-Ata" Türbesi - Kazakistan

"Düldül-Ata" Türbesi - Kazakistan


Kırgızistanda bir Eren, "Düldül-Ata" Türbesi


Düldül Atanın "Düldülü" kayalara kazınmış..Burası ziyaret yeri haline gelmiş. Hz. Ali'nin Atının isminin Düldül olduğunu biliyorum. Düldül Kır renkli bir attır..İslamiyetten önce de "Kır Atlar" Türk mitlerinde ve söylencelerinde göksel ve efsanevi varlıklar olarak bilinir.

SAHİP ATA FAHREDDİN ALİ’NİN HAYATI..türbesi

SAHİP ATA FAHREDDİN ALİ’NİN HAYATI..türbesi

SAHİP ATA FAHREDDİN ALİ’NİN HAYATI..türbesi




      Sahip Ata Fahreddin Ali, Anadolu Selçuklu Devletinin XIII. yüzyılın ikinci yarısına damgasını vurmuş bir devlet adamıdır. Devlet kademesinde üstlendiği çeşitli görevler sonrası vezirlik makamına yükseltilen Sahip Ata, ülkenin Moğol tahakkümü altında bulunduğu 1258–1285 tarihleri arasında tüm yetkileri tekelinde toplamış ve önemli karaların tamamına tek başına imza atmıştır. Söz konusu dönem, sultanın şahsında merkezi yönetimin zayıfladığı, buna karşın emir ve beylerin Moğol desteğiyle maddi ve siyasi güçlerinin arttığı yıllardır. Sahip Ata, devletin bu karmaşa yıllarının en önemli siyasi figürlerinden biridir. Siyasi kariyeri sırasında “Fahreddin (Dinin öğüncü), Kavvamü’l-mülk (Devletin dayanağı)” gibi sıfatlarla anılacak kadar başarılı olan ünlü vezirin, yaptırdığı hayır eserleri, halk arasında “Ebu’l-Hayrat (Hayırların babası)” olarak anılmasına sebebiyet vermiştir.
    

      Sahip Ata Fahreddin Ali, Anadolu Selçuklu Devleti’nin kuruluş devresinde çocukluk, en parlak dönemi olan I.Alaeddin Keykubat zamanında ise gençlik yıllarını geçirmiştir. Devletin gerileme ve çöküş dönemine, emir-i dâd ve vezirlik görevleri sırasında tanıklık etmiştir. Onun hayatını yazmaya çalışmak, ancak Anadolu Selçuklu devletinin kargaşa dolu gerileme ve çöküş yıllarını bütünüyle ortaya koyabilmek İle mümkündür. Bu ise, devrin yazılı kaynakların eksikliği nedeniyle, zorluklarla doludur.
      “Sahip Ata” ve “Hoca” lakaplarıyla tanınan Fahreddin Ali’nin nerede ve ne zaman doğduğuna dair bir bilgi mevcut değildir. Tarihi kaynaklardan ve vakfiyesinden Konyalı olduğu anlaşılan Fahreddin Ali’nin kitabelerinden ve vakfiyesinden babasının adının Hüseyin, dedesinin isminin ise El-Hac Ebû Bekir olduğunu tespit edebilmekteyiz. Ancak, tarihî kaynaklarda, bu iki şahsa ait herhangi bir kayda rastlanmamaktadır.
      Fahreddin Ali’nin, Emir-i Dâd (adliye bakanı) olana kadar yaptıklarıyla ilgili tarihi kaynaklarda bilgi bulunmamaktadır. Fahreddin Ali’den tarihi kaynaklarda ilk kez, Emir-i Dâd olarak bahsedilmektedir. Fahreddin Ali, 14 Haziran 1249 yılında II. İzzeddin Keykavus ile IV. Rükneddin Kılıçarslan’ın saltanat mücadeleleri dolayısıyla Aksaray Sultan Hanı yakınlarında yaptıkları savaş sırasında Emir-i Dad görevinde bulunmuştur. Ancak, Fahreddin Ali’nin, Emir-i Dâd’lığa getiriliş tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Tarihî kaynaklardan, Fahreddin Ali’den önceki Emir-i Dâd’ın isminin Nusret olduğunu öğrenmekteyiz. Bu kişi, Has Oğuz ve Ruzbe’nin öldürülmesinde Pervane Ebu Bekir ile birlikte sorumlu tutulmuştur. Vezir İsfahanî tarafından, devlet içinde oldukça güçlü olan ve birlikte hareket eden bu ikilinin güçlerini bölebilmek için Nusret’in, 1246’da Güyük Han’ın tahta çıkış törenine gidecek olan IV.Kılıçarslan’ın heyetine katılmasına karar verilmiştir. Konya’da kalan Pervane Ebu Bekir ise Emir Yavtaş tarafından hapsedilmiş, Emir-i Dâd Nusret de Moğolistan’a gidemeden Vezir İsfahanî tarafından Sivas’da tutuklanmıştır. 1246’da gerçekleştirilen bu olaydan sonra, Fahreddin Ali, Güyük Han’a gidecek olan IV.Kılıçarslan’ın heyetine büyük ihtimalle Nusret’in yerine katılmıştır. 
hj
      Fahreddin Ali Emir-i Dâd görevine, Karakorum dönüşünden sonra getirilmiş olmalıdır. Nitekim Aksarayi’deki “o (Fahreddin Ali) daha önce Güyük Han’ın huzuruna ve sefir olarak Mengü Han’ın ordusuna gitmiş, hakanların yarlıgını elde etmiş, ülke işlerinin yönetiminde diğer emirlere ortak olmuştu” bilgisi bu düşünceyi doğrular niteliktedir. Dolayısıyla, Fahreddin Ali’nin ilk görevi olan Emir-i Dâd (Adliye Bakanlığı)lığa 1246–1249 yılları arasında getirildiği anlaşılmaktadır. Nitekim Akşehir’de yaptırdığı 1250 tarihli medresesinin kitabesinde de Emir-i Dâd ünvanıyla anılmaktadır.
      Fahreddin Ali’nin Emir-i Dâd olarak tarihi kaynaklarda ikinci kez bahsedildiği olay, Moğol komutanı Baycu’nun, Anadolu’ya gelerek askerleri ve masrafları için anlaşma dışı taleplerde bulunmasıyla ilgilidir. Bu ağır yeni vergi talepleri üzerine divan, Emir-i Dâd Fahreddin Ali’yi Batu Han’a ağır hediyeler ve 100.000 sultanî dirhem ile göndermiş; Batu Han’dan alınan yarlıg ile Baycu’nun söz konusu isteklerinden vazgeçmesi sağlanmıştır.
      Fahreddin Ali’yi Emir-i Dâd görevinden sonra Saltanat Naibi olarak görmekteyiz. Fahreddin Ali, H.657-M.1258’de, II.İzzeddin Keykavus’un Hülagu Han’ın yanında savaşa katılmak üzere Bağdat’a gitmesi sırasında, Emir-i Dâd’lıktan Saltanat Naib’liğine getirilmiştir.
      Fahreddin Ali’nin Saltanat Naibliği’nde uzun süre kalmadığı, bir iki yıl sonra vezir olduğu anlaşılmaktadır. II.Keykavus ile kardeşi IV.Kılıçarslan’ın ülkeyi beraber yönettiği bu dönemde, II.Keykavus, Şemseddin Tuğraî’nin öldürülmesinden sonra kendi vezirliğine Fahreddin Ali’yi getirmiştir. Nitekim Fahreddin Ali’nin Akşehir’de medresesinin karşısına yaptırdığı, bugün sadece kitabesi kalabilmiş olan 1260-61 tarihli hanikâh’ın kitabesinde de bu ünvan ile anılmaktadır.
      Bu tarihten bir yıl sonra (1261), Fahreddin Ali’nin ülkenin genel veziri olduğunu tespit edilmektedir. Fahreddin Ali, bu olayda Pervane Mü’înü’d-dîn Süleyman ve Moğol beyleri ile işbirliği yaparak, veziri olduğu II.Keykavus’un tahttan uzaklaştırılmasını sağlamıştır. Böylece ülkenin genel veziri olan ve Pervane Mü’înü’d-dîn Süleyman ile ülkeyi yöneten Fahreddin Ali, gücünün zirvesine ulaşmış, ayrıca oğulları Taceddin Hüseyin ile Nasreddin Hasan’nın da uç emirliği kazanmasını sağlamıştır. Vezirin iki oğluna hassa olarak Kütahya, Sandıklı, Beyşehir ve Akşehir’in verildiği görülmektedir. Bu çevrenin sonraki yıllarda Sahip Ata ve Oğulları’nın hakimiyeti altında kaldığını, Germiyanoğulları’nın bu ahaliyi fethine kadar Sahip Ata Oğulları adında beylik olarak hüküm sürdükleri bilinmektedir. Nitekim Afyon, bu isimle adlandırılana kadar Sahib-i Karahisar olarak anılmıştır.
      Bu olaydan sonra tarihi kaynaklarda Fahreddin Ali’nin ismine, IV.Kılıçarslan’ın Moğollar tarafından öldürülmesi olayında tanık olmaktayız. Bu konuda kimi kaynaklar, Fahreddin Ali’yi Moğollarla işbirliği yapmasından ötürü birinci derecede suçlu bulurken, kimi kaynaklar ise bu konuda yorumda bulunmamaktadır. 

      Öldürülen sultan ile Fahreddin Ali arasındaki ihtilafın, IV.Kılıçarslan’ın ona ağır para cezası yüklemesi ve ağır hakaretlerde bulunmasından doğduğunu belirtmektedir. 1266 yılında gerçekleşen bu olaydan sonra, çocuk yaştaki III.Gıyaseddin Keyhüsrev’i tahta çıkaran Pervane Mü’înü’d-dîn Süleyman ile Fahreddin Ali, ülkenin gerçek hakimleri haline gelmişlerdir.
      1271-72 yılına kadar ülkenin en kudretli iki isminden biri olarak görevini sürdüren Fahreddin Ali’nin, bu tarihte görevinden azledilmiştir. Buna sebep olan olay ise şöyledir: Tahttan ayrılmasından sonra, önce İstanbul’a oradan da Kırım’a kaçan II.Keykavus, eski vezirine mektup yazarak, maddi açıdan çok sıkıntılı olduğunu kendisine yardım etmesini ister. Fahreddin Ali devletin gerçek yöneticisi Pervane Müiniddiin Süleyman’ı da durumdan haberdar ederek eski sultanına para yardımında bulunur. Ancak Pervane, bu olayı Fahreddin Ali’yi ortadan kaldırmak için adeta bir koz gibi kullanıp Moğollara durumu yanlış aksettirir. Moğol Kağanı da Fahrettin Ali’yi görevden alarak Çorum’daki Osmancık kalesine hapsettirir. Bu sırada iki oğlundan küçük olanı Nusrettin kaçarak kağanın yanına gider ve bir takım hediyelerle babasını hapis hayatından kurtarır. Fahreddin Ali’nin vezirlikten azledilmesinin ardından, Pervane tarafından göreve kendi damadı getirilmiştir.
      Fahreddin Ali 1271–74 yılları arasında Konya’daki evinde kalmış bu sırada emlâk ve vakıflarının düzenlenmesi işleriyle meşgul olmuştur. Bu tarihlerde, Sivas’ta yaptırdığı Medrese’nin inşası da tamamlanmıştır. Fahreddin Ali’nin bugüne bir kopyası ulaşabilen ve 1264, 1265, 1280 yıllarında tanzim edilmiş vakfiyesinin de, bu yıllarda düzenlendiği anlaşılmaktadır. Fahreddin Ali’nin azledildiği yıllarda kendisine karşı olanlar tarafından malları konusunda tartışmalar çıkarıldığını belirtmektedir. Fahreddin Ali de hem bu tartışmalar, hem de vezirlikten uzaklaştırılması sebebiyle malları üzerinde bir tehdit oluştuğunu görmüş; doğabilecek tehditleri gidermek için de, emlâklarının düzenlenmesi işleri ile meşgul olmuştur. 1274 yılına kadar süren evindeki hapislik hayatı, Fahreddin Ali’nin Moğol Kağanı’nın yanına giderek ona çeşitli hediyeler ve yüklü miktarda para vermesi ve vezirlik menşuruyla Anadolu’ya dönmesiyle son bulmuştur. Böylece, Fahreddin Ali yeniden vezir olurken, oğulları da Denizli, Afyon ve çevresinin subaşılığını elde etmişlerdir.
      1276 yılında, Elbistan yakınlarında gerçekleşen savaşta Memlük Sultanı Baybars, Moğol-Selçuk ordusunu yenmiş; Baybars, Kayseri’ye girip adına hutbe okutmuştur. Bu savaşta Moğollar yanında yer alan Selçuklu Sultanı ve Vezir Fahreddin Ali, Pervane Mü’înü’d-dîn Süleyman ile birlikte Tokat’a kaçarak Moğol Kağanı’nın gelmesini beklemiştir. Moğolların bütün Anadolu’yu tekrar yakıp yıkmasına neden olacak bu olayda, Baybars’ın yanında seyahat eden tarihçisi Kadı İbn Abdi’z-zahir, önemli bir bilgi vermektedir ki bu Fahreddin Ali’nin zenginliğini ortaya koyması açısından dikkat çekicidir. Kadı, okuma yazma bilmediğini söylediği Fahreddin Ali’nin, Kayseri’deki medresesinde (Sahibiye Medresesi) yer alan otak ve çadırlara, en büyük hükümdarların dahi sahip olamayacağını; onun kendisine ait ikda’larından başka, günlük gelirlerinin 7000 sultanî dirhem olduğunu ve her zaman arkasında 200 kölesinin beklediğini belirtmektedir. Bu savaşta Moğollarca ihaneti tespit edilen Pervane Mü’înü’d-dîn Süleyman öldürülmüştür. Onun ölümünün ardından Fahreddin Ali, adeta tek adam olarak yıkılan devleti ayakta tutmaya çalışmıştır. 1277 yılında ortaya çıkan Karamanlı-Cimri isyanı sırasında, Moğol Kağanı yanında bulunan Fahreddin Ali, Afyon’dan gelerek Konya’yı savunan iki oğlunu bu savaş sırasında kaybetmiştir. İki oğlu da Konya’daki Sahip Ata Türbesi’nde yatmaktadırlar. Oğullarının ölümü sonrası yapımını istediği anlaşılan türbe ise 1283 yılında yenilenmiştir.

      Moğolların ağır mali tahakkümü altında ezilen Selçuk devletini neredeyse tek başına yöneten Fahreddin Ali, vergilerin artması ve hazinenin bunu karşılayamayacak durumda olmasından ötürü, söz konusu vergilerin bir kısmını kendi hazinesinden ödemek zorunda kalmıştır.
      Geyhatu’nun 1285 yılında Erzincan’ı yaylak ve kışlak olarak kullanmak istemesi ve bunun için gerekli para ve erzak teminini sadece Fahreddin Ali’nin üstlenmiştir, diğer divan üyelerinden hiçbiri ona bu para temininde yardım etmemiştir. Bunun nedeni Moğollar tarafından divan üyelerine sorulduğunda “Divan ferman ve menşûrlarda sade onun imzası var, bu yüzden ordu masraflarını da yalnızca kendisine ait olması” gerektiği cevabı verilmiştir. Bu, diğer divan üyeleri ile Fahreddin Ali arasındaki açık anlaşmazlığın bir göstergesidir.
      Yaklaşık 35 yıl, tüm divan kararlarını neredeyse tek başına alan ve imzalayan Fahreddin Ali’nin siyasi ve ekonomik gücü, diğer yöneticiler arasında bir düşmanlık ve kıskançlık oluşturmuştur. Tarihi kaynaklarda belirtildiğine göre Fahreddin Ali bu yıllarda çok fazla para ve mal kaybetmiştir. Örneğin, sadece bir seferde Karahisar’dan 400.000 dirhem kadar bir parayı Moğollara vermek zorunda kalmıştır.
      1288 yılında Moğolların malî baskıları sebebiyle, Fahreddin Ali ile Moğolların Anadolu’daki işlerini yürüten Mücirüddin Emir-Şah’ın araları açılmıştır. Moğollar, bunun üzerine Fahreddin Ali’yi azledip, yerine Fahreddin Kazvini’yi vezir yapmışlardır. 
      Anadolu Selçuklu Devletinin yaklaşık 35 yıllık dönemine vezir olarak siyasi hayatına, bani olarak da kültür ve sanat ortamına damgasını vuran Sahip Ata Fahreddin Ali’nin hayatının önemli bir kısmı bilinmezliklerle doludur.
      Fahreddin Ali’nin öncelikle nereli olduğu konusunda bazı tartışmalar vardır. Kimi kaynaklar Anadolu’ya Fahreddin Ali’nin eskiden göçmüş bir İranlı aileden gelmiş olabileceğini belirtmektedir. Bu düşünceyi destekleyen bilgilerden biri de Fahreddin Ali’nin vezir olduktan sonra, divana ait yazıların tamamını Arapça’dan Farsça’ya çevirtmesidir. Fahreddin Ali’nin okuma-yazma bilmemesine rağmen böyle bir uygulamada bulunması, onun aslen İranlı olduğu yolundaki söylemleri güçlendirmektedir.
   İ.H.UZUNÇARŞILI, Selçuklularda vezaret makamına geçecek kişinin kalem erbabı veya katiplikten yetişmesi gerektiğini; bunların dışında, erbab-ı seyf denilen kılıç erbabı ümera arasından da vezir tayin edilebildiğini belirtmektedir. İ.H.UZUNÇARŞILI, Fahreddin Ali’yi, Müîniddin Süleyman ve Sadeddin Köpek ile birlikte kılıç erbab-ı ümerâ arasında zikreder. Nitekim, Fahreddin Ali’nin ilk görevi olan Emir-i Dâd (Adliye Bakanlığı) daha çok askeri kişiliklere verilen bir makamdır. Bu anlamda, Fahreddin Ali’nin asker kökenli olduğu söylenebilir.

  İ.H.UZUNÇARŞILI, Fahreddin Ali’yi Anadolu Selçuklu vezirlerinin en zengini olarak belirtir. Gerçekten de Fahreddin Ali’den bahseden tarihi kaynaklar, onun zenginliği konusunda hemfikirdirler. Bilindiği gibi onun yaptırdığı ilk eser 1246 tarihli İshaklı Han’dır. Selçuklu dönemi hanlarının banilerine bakıldığında sultan veya vezir, atabey, pervane gibi üst düzey saray görevlilerinden oluştuğunu görmekteyiz. Fahreddin Ali, bu Hanı yaptırdığında Emir-i Dâd’dır. Böylesi bir prestij yapısını yaptıracak kadar büyük maddi birikime, henüz devlet kademesinin ilk basamağında ulaşmış olması Fahreddin Ali’nin, devlet yönetiminden önce de hatırı sayılır bir zenginliğe sahip olduğunu göstermektedir. Devlet kademesinde yükseldikçe zenginliğinin de arttığı açıktır.
      Son yaptırdığı eser olan Sivas Gök Medrese, maddi imkanı ile eş değer bir görkemi sergiler niteliktedir. İsmi Afyon olarak değiştirilene kadar Sahib-i Karahisar şeklinde bilinen bölge, Fahreddin Ali ve oğullarının yıllarca neredeyse devletten bağımsız yönetiminde kalmış, bölgenin tüm vergileri vezirin hazinesine aktarılmıştır. Bu da, vezirin zenginliğini besleyen en önemli kaynaklardan birini oluşturmuştur.
      Tarihi kaynaklar, Fahreddin Ali’nin hayır müesseselerinin çokluğu konusunda da aynı düşünceyi paylaşmaktadırlar. Büyük bir kısmı günümüze ulaşamayan, cami, medrese, hânikah, türbe, han, hamam, çeşme, kaplıca, buz-hane gibi çeşitli yapılar ve onların vakıfları, Fahreddin Ali’nin Ortaçağ sanat ve kültür ortamına bani olarak özellikle XIII. yüzyılın ikinci yarısına damgasını vurduğunu göstermektedir. 1271-1274 yıllarında vezirlik görevinden azledildiği günleri hayır eserlerinin tamiri, vakıf ve emlâkının vakfiye işleri ile geçiren Fahreddin Ali’nin, bu konuya çok önem verdiği görülmektedir. Vezirlikten azledilip hapsedildiği günlerde oğlu Nasreddin Hasan, Abaka Han’dan babasının hapisten çıkarılması, malları ve emlâkına zarar gelmeyeceğine dair güvence almıştır. Aksarayi; azledildiği günlerde Fahreddin Ali’nin hayır malları ve gayri menkulleri konusunda rakipleri tarafından, bazı tartışmalar çıkartıldığını belirtmektedir. Tarihi kaynaklardan nakledilen bu iki bilgi, evinde geçirdiği bu dönemde, Fahreddin Ali’nin malları konusunda oldukça endişelendiğini göstermektedir. Fahreddin Ali’nin mallarının ve gayri menkullerinin teminatı için iki yolu seçtiği görülmektedir. Birincisi, oğlu tarafından Abaka Han’dan alınan mallarına herhangi bir saldırı olmayacağına dair güvence; ikincisi söz konusu mallarını ve gayri menkullerini vakıf kurumu içine alarak kanuni bir teminat altına almaktır.
      İslam hukukuna göre, vakıf kurumu içine dahil olan mallar ve gayrimenkuller, vergiden ve müsadereden muafiyet kazanmaktadır. Fahreddin Ali’de, azledildiği yıllarda mallarını vakıf kurumu içine almaya çalışmıştır. 1280 yılında tamamlanan tek vakfiyesinin de bu yıllarda düzenlendiği anlaşılmaktadır. Bu yolla Fahreddin Ali, vakıf kurumu içine aldığı mallarını hukuki bir teminat altına almış oluyordu.
    Bir kişiyi vakıf kurmaya iten başlıca nedenlerden biri, Allah rızası için amel işleme ve bu salih amelleri kendisinden sonra gelenlere miras bırakma arzusudur. Vakıf kurumu, Ortaçağ’da, bugünkü kamu sektörünün yerine getirdiği pek çok hizmeti üstlenmiştir. Bu anlamda vakıf, devlet yöneticilerinin ekonomik politikaları açısından da çok önemlidir.
     Baninin vergiden ve müsadereden muafiyetin dışında; erkek çocuğun aşırı israfta bulunmasının önüne geçebilmek, ilim adamlarına vakıf gelirlerine bağlanmış kürsüler tahsis ederek onların bağlılığını kazanabilmek, bu yolla da halk arasındaki desteğinin zeminini mümkün olduğunca genişletebilmek gibi sebepleri de bulunmaktadır. Bu anlamda, Fahreddin Ali’nin de dinsel inançlarının yanı sıra, gerek devrin ekonomik politikaları, gerekse sahip olduğu malları korumak ve vergiden muafiyet gibi bir takım kişisel sebeplerden ötürü ona “Ebu’l Hayrat” ünvanı kazandıran birçok hayır tesisi yaptırdığı anlaşılmaktadır.
      SAHİP ATA FAHREDDİN ALİ’NİN BAŞLICA ESERLERİ
  • Afyon, İshaklı Han (Sahip Ata Hanı) M.1249 yılı,

  • Akşehir, Taş Medrese´nin tamiri M.1250 yılı,

  • Konya, Sahip Ata Hanı M.1260-61 yılları,

  • Konya, Sahip Ata (Larende) Camisi M.1258 yılı,

  • Konya, İnce Minareli Medrese (Dar-ül Hadis) M.1258-1279 yılları,

  • Ilgın (Sahip Ata) Kaplıcası M.1267-1268 yılları,

  • Ilgın (Sahip Ata) Hanı M.1267 yılı,

  • Kayseri, Sahibiye Medresesi M.1267-1268 yılları,

  • Sivas, Gök Medrese 1271 yılı.

  • Konya Sahip Ata Hankah’ı M.1279 (Vakıflar Genel Müdürlüğünce 2006 yılında Vakıf Eserleri Müzesi olarak hizmete açılmıştır.)      

  • Konya, Sahip Ata Türbesi M.1277-1278 ( Sahip Ata Fahreddin Ali’nin kendisi, iki oğlu Taceddin Hüseyin ve Nasreddin Hasan, Kızı Melike Hatun, Torunu Şemseddin Mehmet ve aile fertlerinden bir kişinin daha olduğu toplamda 6 sandukanın yer aldığı türbe) 

  • Konya Sahip Ata Hankah’ı karşısında bulunan Sultan Hamamı, XIII.ikinci yarısı      

  • Konya, Sahip Ata Mescidi (Tahir ile Zühre Mescidi) XIII.üçüncü çeyreği