21 Nisan 2016 Perşembe
KABE DE DOĞAN MİHRAP TA ŞEHİD OLAN HZ.ALİYYUL MURTEZA NIN DOĞUM GÜNÜ KUTLU OLSUN..
HZ.ALİ KİMDİR?
Hz. Ali (as) hicretten 23 yıl önce Receb ayının onüçüncü gününde Mekke´de Kaabe´nin içinde dünyaya geldi. Babası Ebu Talib annesi Esat Kızı Fatime´dir. 6 yaşında iken Peygamberimiz onu kendi evine götürdü. Terbiye ve himayesini bizzat kendisi üstlendi. Hz. Ali (as) Peygambere ilk iman getiren kimsedir. O her zaman Hz. Peygamber (saav) ile beraberdi.
Hz. Muhammed (saav) Medineye hicret ettigi gece Kafirler Peygamberin evine gelipte onu öldürmek istediklerinde Hz. Ali (as) yatağına yatmıştı. Hz. Ali (as) Peygamberin kızı Hz. Fatime (as) nin eşi idi. Hz. Muhammed (saav) Medineye hicret ettiginde müminler arasında kardeşlik bağı icad etti ve Hz. Ali (as) mı kendi kardeşi olarak seçti.
Hz. Ali’nin Söylediği Özlü Sözler ve Özdeyişler
Resulullah döneminde gerçekleşen savaşların çoğunda, müslümanların zaferi, Hz. Ali (as) nin kılıcıyla gerçekleşmiş, bu savaşlardaki fetihleri yüzünden Hz. Muhammed (saav) ´´Ali´den yigit ve Zülfikar´ dan başka kılıç yoktur,, diyen Hadis´i Kudsî de Hz. Ali (as) yi övmüştür. Yine Hendek savaşında, İslam ordusuna korku ve dehşetin hakim olduğu bir sırada, müşriklerin en büyük kahramanı olan Amr bin Abdeved´i yere seren Hz. Ali (as) nin kiliç vuruşu, hadislere göre bütün insan ve cinlerin ibadetinden daha faziletli bilinmiştir.
Caferi inancına göre, Hz. Ali (as) ilahi emir geregi Hz. Peygamber (saav) rin halifesi olan 12 masum İmamların ilkidir. Maide Suresinin 67. Ayetine göre Hz. Muhammed Mustafa (saav) son veda Hac´cında Hz. Ali (as) yi kendi yerine Halife seçmistir. Ama Hz. Peygamberden sonra bazı sebeblerden dolayı ilk 3 halife döneminde Hz. Ali (as) hilafet zahiriyesi tahakkuk etmemiştir.
Hz. Ali (as) Üçüncü Halife´den sonra Hicretin 35. yılında müslümanların halifesi oldu. Hz. Ali (as) her şeyden önce geçmişteki valilerin çoğunun iş başında olmalarını uygun görmeyince, onları azledip layık gördügü kimseleri tayin etti. Bu arada bir takım insanlar şahsi çıkarlari için ona muhalefet edip Cemel, Siffin ve Nehrevan savaşlarında ona karşı savaştılar.
Hz. Ali (as) Takvada, hakka ibadet etmekte, cesarette, yigitlikte ashap arasında tekti. Hz. Ali (as) hakkı ve ilahi kanunu icra ediyor, her zaman için Hz. Ali (as) adaleti icra etmekte hiç bir kimseye bir ayrıcalık tanımaz, yakınlarına bile müsamahalı davranmaz, herkese bir gözle bakardı.
Hz. Ali (as) İlimde ashabın en bilgilisi idi. Hz. Muhammed Mustafa (saav) ´´ Ben ilmin şehriyim, Ali´de kapısıdır,, buyurmuştur. Üç halife döneminde şer´i meselelerin çözümü için ona müracaat edilirdi. Nehcül Belaga kitabı onun hutbe, mektub ve sözlerinden bir kısmını içermektedir.
Hz. Ali (as) hicretin 40. yılında Ramazan ayının 19. gününün sabahı Kufe camiinde sabah namazını kılarken İbn-i Mülcem’in zehirli kılıcıyla aldığı darbe sonucu Ramazan´ın 21. günü şehit olmuştur. Hz. Ali (as) nin Türbesi Irak´ın Necef Şehrindedir.
İmâm Ali (a.s) hicretten 23 yıl önce Mekke’de dünyaya geldi. Babası Ebû Tâlib ®, annesi Esed kızı Fâtıma ®’dır. Küçük yaşlardan itibaren, peygamberimiz onu kendi evine alarak, terbiye ve himâyesini bizzat kendisi üslendi. O, peygamberimize ilk îmân getiren kimseydi ve her zaman O’nunla beraberdi. Peygamberimizin biricik kızı Fâtıma (sa), O’nun eşi idi.
O; Putperestlerin, peygamber efendimizi öldürmek istedikleri o hicret gecesinde, canını ortaya koyarak Resûlullâh’ın yatağına yatan, hem Mekke’de ve hem de Medîne’ye hicret gerçekleştikten sonra ashâb ® arasındaki kardeşlik (musâhiplik) eşleşmesinde Hz. Peygambere kardeş olan, Resûlullâh’ın (s.a.a) hayatta olduğu dönemde yapılan savaşların çoğunda Allâh’ın izni ile Müslüman’ların muzaffer olmalarında olağanüstü emekleri geçen ve hakkında kudsî hadîs ile; “Lâ fetâ illâ Ali, Lâ seyfe illâ zülfikâr-Ali’den yiğit er Zülfikâr’dan üstün kılıç yoktur.” buyrulan, hendek savaşında Müslüman’larda korku ve gevşekliğin hâkim olduğu bir sırada, kimsenin karşısına çıkmaya cesâret edemediği elebaşı bir müşrîki, dillere destan kılıç darbesi ile cehenneme yuvarlayarak, Hz Peygamber’in (s.a.a); “Ali’nin bu kılıç darbesi diğer bütün insanlar ve cinlerin ibâdetlerinden daha üstündür/faziletlidir.” kelâm-ı şerîflerine mazhâr olan… kimsedir.
Ehl-i Beyt Anlayışına Göre İmam Ali
Ehl-i Beyt’in anlayışı ve yoluna göre, İmâm Ali (as), ilâhî emir gereği Hazreti Resûlullâh’ın (s.a.a.) hak halifeleri olan Oniki masum İmâm’ın ilkidir. Resûlullâh, İslâm davetini teblîğe başladığı günden itibaren, çeşitli münâsebetlerle, Hz. Ali’nin bu ilâhî hilâfet makâmının sâhibi olduğunu açıklamıştır. Özellikle de “Ğadir-i Hum” denilen mevkide vedâ haccı dönüşünde Hazreti Ali’yi hilâfet-İmâmet-Velâyet makâmına ilâhî bir emirle atamışlar, sahâbeden bir çok ileri gelenler de orada Hz. Ali’yi bu makâma atanmalarından dolayı tebrîk etmiş, kutlamışlardır. Ehl-i Beyt mektebinde bu münâsebetle “Ğadir-i Hum” olayının cereyân ettiği 18 Zilhicce günü “Ğadîr-i Hum bayramı” olarak kutlanır ki, bu günde, günün önemini belirten konuşmalar yapılır, İmâm’ın (a.s) kişiliği, hayâtı, mücâdelesi hakkında bilgiler verilir, ümmete, örnek bir “İnsan-ı Kâmil” tanıtılmaya çalışılır.[39]
Ancak; Resûlullâh’ın vefâtından sonra bazı sebeplerden ötürü ilk üç halîfe ® döneminde İmâm-ı Ali’nin zâhirî hilâfeti gerçekleşmemiştir. Üçüncü Halîfe’den sonra Müslüman’larca halîfelik makâmına getirilen İmâm (as), kendisinden önceki halîfelerin atamış oldukları bir çok vâli ve devlet görevlilerini bulundukları makâma layık görmediğinden, onları azledip, yerlerine lâyık gördüğü kimseleri tayîn etti. Bu dönemde, çeşitli nedenlerden ötürü oluşan iç muhâlefet netîcesinde, İmâm (as), Cemel, Sıffin ve Nehrevan savaşlarını yapmak zorunda kaldı.
Hz. Ali ®; takvâda, Allâh’a ibâdette, cesârette, yiğitlikte, emînlikte, Hz. Resûlullâh’tan (s.a.a) sonra gelen ilk insandı. O, her zaman hakkı, adâleti, Allâh’ın şerîatını icrâ ediyor, mazlûmlara yardımcı, dost, zâlimlere ise düşmân idi. O’nun adâlet anlayışında, hiç kimse için bir ayrıcalık söz konusu olmayıp, Hakk’a âşık, adâlet timsâli bir zât idi.
İmâm Ali; ilimde ashâbın ® arasında en bilgini idi. Resûlullâh (s.a.a); “Ben ilmin şehriyim, Ali’de onun kapısıdır, şehre girmek isteyen kapıdan gelsin.”buyurarak, Hz. Ali’nin bu derin ilmini beyân etmişlerdir.
İmam Ali’nin Kitabı
“NEHCÜ’L BELÂĞA” kitâbı da, ilim deryâsı olan İmâm’ın (as), hutbe, mektûp, öğüt ve nasîhatlerinden bir kısmını içeren kıymetlibir eserdir.
İmâm Ali, bir sabah namâzı esnâsında dâhilî hâinlerden İbn-i Mülcem (l.a.) tarafından bir kılıç-hançer darbesi ile vurulmuş ve aldığı yaralar neticesinde şehâdet şerbetini içmiştir.[41]
Selâm sana, Ey ilim şehrinin kapısı!
Selâm sana, Ey Resûlullâh’ın kardeşi!
Selâm sana, Ey müminlerin velîsi
Selâm sana, Ey hakkında; “Ali’ye söven bana sövmüştür, bana söven de Allâh’a sövmüş olur.”, “Ali ile savaşan benimle savaşmıştır, benimle savaşan da Allâh ile savaşmış gibi olur.”, Ey Ali! Ben Kur’ân’ın tenzîli için savaştım, sen de te’vîli için savaşacaksın.”, “Ali’yi sevmek îmândan, O’na buğzetmek ise münâfıklıktandır…” buyrulan İslâm Askeri!
Selâm sana, Ey Hizbullâh’ın İmâmı!
Hz. İmâm Ali (as) buyuruyor; “İyilerle kötüler senin yanında aynı değerde olmasın. Çünkü, bu iyileri iyilik yapmaktan soğutur, kötüleri de kötülük yapmak da cüretli kılar.”[42]
“Son veda haccı idi peygamberin.
Onsekizinci günü Zilhicce’nin.
Çıktı yüksek bir yere ol Mustafâ,
Yanına aldı Ali’yi, bâsafâ.
Dinleyiniz ey garib ümmetlerim,
Anlatayım size vasiyetlerim.
Aranızdan ayrılığım çok yakın,
Hak yoldan çıkmayın, aman, sakın.
Bana îmânı olanlar, dinleyin,
Allâh’ın fermânını siz belleyin.
İki muhkem şey bırakırım size,
Haşr’e dek rehber olur bunlar size.
Birisi, Allâh’ın Kur’ân’ıdır,
Diğeri, Ehl-i Beyt’in irfânıdır.
İşte aldım ben Ali’yi yanıma,
Son sözü tekrarlarım ihvânıma.
Canla, başla siz Ali’ye sarılın,
Böylelikle Hak yoluna doğrulun.
Ben, kimin mevlâsı olduysam heman,
Ali’de mevlâsıdır, onun her zaman.
Kim beni severse, sever Ali’yi,
Ayrı bilmez, Peygamberle, velîyi.
Kim, Ali’ye düşman olursa heman,
O, benim de düşmanımdır her zaman.
Sonra dedi, ol Muhammed Mustafâ,
Ey ashâbım eyleyin ahde vefâ.
Sonra kaldırdı elini Fahr-ı Cihân,
Dedi: Yâ Rab! Şâhit ol sen de hemân.
Allâh’ım sen de sev Ali’yi seveni,
Sen de sevme Ali’yi sevmeyeni.
Düşman ol! sen de Ali’nin düşmanına,
Yardım eyle! Ali’nin yârânına.
Her kim Ali’den kaçarsa ey Hüdâ!,
O’nu benden dâima eyle cüdâ.
Kim hakâret eylese bu Ali’ye,
Ya, husûmet eylese ol velîye.
Sen iki cihânda onu kıl hakir,
Bu duâmı müstecâb et yâ Kadîr!
İşitince hep sahâbe bu sözü,
Vecde geldi, güldü hepsinin yüzü.”
İmâm Ali (a.s) İslâm’ın onurudur.
Kısaca Hz.Ali’nin Hayatı
- Kimlik bilgisi Adı : ALİ
- Künyesi: Ebul Hasan ve Ebu Turab
- Lakabı: Emir ul Muminin
- Baba adı : Ebu Talib
- Anne adı:Fatıma Bint Esed
- Doğum yeri:Mekke (Kabe)
- Doğum tarihi: Amul filden 30 yıl sonra yani bisetten 10 yıl önce
- Peygambere (saa) olan yakınlığı: Amcasının oğlu, Damadı, Kardeşi,Vasisi, Halifesi
- Şehadet yılı : Hicretin 40.yılı Ramazan ayının 19.günü
- Şehadet yeri :Kufe (cami mihrabında)
- Şehadet sebebi :İbn Mülcemin secde esnasında zehirli kılıçla darbesi
Çocukluk dönemi
Hz Ali altı yaşına kadar Hz Peygamberin büyüdüğü evde yani babası Hz.Ebutalib”in himayesi altında büyüdü. Ama Mekke”de kuraklık çıkması nedeni ile Hz Ebutalib çocuklarının çokluğu nedeni ile onları büyütmeleri için yakın akrabalarına vermek zorunda kaldı ve Hz. Peygamber çocuklar arasında Hz Ali”yi seçti bu da O Hazretin Ali(as)”a olan sevgisini ve Hz Ali”nin Peygambere olan yakınlığını gösterir. Hz Ali çocukluk dönemini şöyle nakleder: Çocuktum henüz, o beni bağrına basar, yatağına alırdı;. beni koklardı; lokmayı çiğner, ağzıma verir yedirirdi. Ben de her an, devenin yavrusu”,nasıl anasının ardından giderse, onun ardından giderdim; O her gün bana huylarından birini öğretir ve ona uymamı buyururdu. Her yıl Hıra dağına çekilir, kulluğa koyulurdu. Onu ben görürdüm, başkası görmezdi. Ortalama 4 yıl sonra Allah Resulü”ne ilk ayet nazil oldu ve Hz Ali Ona ilk tabi olan kimse idi.O zamanın en zor şartlarında Peygamber”in yanında ve Onun emrinde idi
Yine İnzar ayeti ismiyle meşhur olan En yakın aşiretini uyar(1) ayet-i kerimesi nazil olarak Peygamber-i Ekrem yakın akrabalarını uyarmakla görevlendirildiğinde, Hz. Resul akrablarını toplayarak onlara: Sizlerden kim, benim bu görevimde bana yardım etmeye hazırdır ki, benim kardeşim, vasim ve aranızda halifem olsun? buyurduğunda, onların arasından yalnızca Hz. Ali (a.s) ayağa kalkarak imanını ibraz etmiş, buna müteakip Peygamber-i Ekrem de mübarek elini Hz. Ali”nin omuzuna koyarak: Bu benim kardeşim, vasim ve sizin aranızdaki halifemdir; onu dinleyin, ona itaat edin buyurarak o Hazret”in iman etmesini kabul etmiş ve İslam dininin ilk başından itibaren kendinden sonra Hz. Ali”nin geldiğini vurgulamıştır. Böylece Ali (a.s) Müslümanlar arasında ilk iman getiren ve hayatı boyunca Allah”tan başkasına tapmayan ilk şahsiyet olmakla birlikte, Hz. Resulullah (s.a.a)”dan sonra İslam dininin ikinci şahsiyeti oluvermiştir. (2)
İnzar ayeti ve Kureyşin islama daveti Muhammed bin Cerir-i Taberi, Hz. Ali (a.s)”ın şöyle buyurduğunu naklediyor Resulullah (s.a.a) beni çağırdı ve şöyle buyurdu: Ya Ali! Allah-u Teala, kendi yakınlarımı inzar etmemi (uyarıp korkutmamı) emretmiştir. Sen bizim için bir yemek yap. Sonra Abdulmuttalib oğullarını, onlarla konuşmam için bir araya topla da iletmekle görevli olduğum şeyi onlara ileteyim.Ben de Resulullah”ın emri üzere onları bir araya topladım, Resulullah (s.a.a) onlara hitaben şöyle buyurdular: Allah-u Teala, sizi O”na davet etmekle beni görevlendirmiştir. Sizlerden hanginiz, aranızda benim kardeşim, vasim ve halifem olmak istiyor? Orada bulunanların hepsi sustular. Onların hepsinden yaşta küçük olmama rağmen; Ya Resulellah, ben senin yardımcın olmak istiyorum dedim. Resulullah (s.a.a) elini benim boynuma koyarak şöyle buyurdu: Bu şahıs, benim sizin aranızdaki kardeşim, vasim ve halifemdir; sözünü dinleyin ve emirlerine uyun.
Hicret Ali (a.s), Peygamber-i Ekrem”in hicretine kadar devamlı onunla birlikte olmuş, düşmanlarına karşı onu savunmuş, kafirlerin Allah Resulü”nü katletme kararı aldıkları hicret gecesi de Ali (a.s), canını feda etmek pahasına, Peygamber efendimizin yatağında yatmış ve Resul-ü Ekrem bu sayede gizlice evden ayrılarak emniyet içerisinde Medine”ye doğru yola koyulabilmiştir.(3) Hz. Resulullah”ın emniyete kavuşmasından sonra da o Hazret”in vasiyeti üzerine, Peygamber-i Ekrem”in nezdinde emanet olan halkın emanetlerini sahiplerine iade ederek annesini, Resul-ü Ekrem”in sevgili kızı Fatime-i Zehra”yı başka iki kadınla birlikte alıp Medine”ye doğru hareket etmiştir.(4) Resulullah (s.a.a)”in Medine”ye hicretinin peşice, Hz. Ali (a.s) da o şehre gitti. Hicretin ikinci yılında Hz. Fatimet”üz- Zehra ile evlendi. Bir yıl sonra da ilk çocuğu olan İmam Hasan (a.s) dünyaya geldi. Ali (a.s) Peygamber”in vefatında otuz üç yaşındaydı. Tüm dini faziletlere sahip olup, sahabe içerisinde her açıdan en seçkin mevkide olmasına ve Hz. Resulullah (s.a.a)”ın ümmete açıkça: Ben kimin mevlası (efendisi) isem Ali de onun mevlasıdır ve Ali benden sonra her mü”min erkeğin ve mü”me kadının velisidir(5) buyurmasına rağmen o Hazret”in genç olması ve Peygamber”in savaşlarında kafirlerden bir çoğunu öldürüp, onlardan düşman kazanması bahane edilerek hilafetten kenara itildi. Böylece o Hazret”in eli tüm genel olaylardan kesildiğinde evinin bir köşesine çekilerek özel kişileri eğitmeye başladı. Peygamber”in vefatından sonra 25 yıl üç halifenin hilafet zamanı geçti. Üçüncü halife Osman öldürüldüğünde halk Hz. Ali”ye (a.s) biat ederek onu hilafete seçti.
Hilafet Hz. Ali (a.s) dört yıl dokuz ay süren hilafeti müddetinde Peygamber”in siretine uyup, hilafet”e inkılap ve kıyam ruhu verdi. Toplumda çeşitli ıslahlara baş vurdu. Elbette bu ıslahlar, bir kısım çıkar peşinde koşanların zararına olduğu için sahabeden bazıları, Ümm-ül Mü”minin Ayşe Talha Zübeyr ve Muaviye liderliğinde üçüncü halifenin kanını bahane ederek halifeye karşı çıkıp, çeşitli çirkin olaylara sebebiyet verdiler. O hazret bu fitneleri yatıştırmak için Basra yakınlarında Ayşe, Talha ve Zübeyr ile savaştı ve bu savaş, Cemel savaşı adında maruf oldu. Irak ve Şam sınırlarında Muaviye ile savaştı; bu savaş Sıffın savaşı adını aldı ve bir buçuk yıl devam etti. Nehrevan adıyla maruf olan muharebesinde de Hariciler ile savaştı.
Şehadet
Böylelikle o hazretin hilafet müddetice gösterdiği çabaların bir çoğu iç kargaşaları gidermek yolunda geçti. Çok geçmeden Hicretin 40. yılı Ramazan ayının 19. günü Kufe mescidinde, sabah namazında, Hariciler tarafından yaralanıp iki gün sonra şehit oldu.(6)
Böylelikle o hazretin hilafet müddetice gösterdiği çabaların bir çoğu iç kargaşaları gidermek yolunda geçti. Çok geçmeden Hicretin 40. yılı Ramazan ayının 19. günü Kufe mescidinde, sabah namazında, Hariciler tarafından yaralanıp iki gün sonra şehit oldu.(6)
17 Nisan 2016 Pazar
Satuk Buğra Han
SATUK BUĞRA HAN TÜRBESİ..DOGU TÜRKİSTAN
Türkistan’ın Kaşgar Eyaleti Kızılsu Bölgesinde
Babası; bugün Doğu Türkistan sınırları dahilinde bulunan Kaşgar şehri civarında hükümran olan Karahanlı Devleti hükümdar ailesinden Bezir Arslan Han; onun da babası, Bilge Mangur Kadir Han idi. Soyları, Afrasiyab bin Besen vasıtasıyla Türk bin Yafes bin Nuh aleyhisselama ulaşmaktadır. 829 (H. 245) yılında bir Karahanlı şehzadesi olarak doğan Satuk Buğra Han, babası Bezir Han’ın ölümü üzerine, amcası Oğulcak Kadir Hanla evlenen annesinin himayesinde büyüdü. 12 yaşlarında iken müslüman olmakla şereflenip Abdülkerim ismini aldı. 25 yaşında iken islâm nimetine kavuştuğunu herkese ilan etti. 26 yaşında iken, putperest olan amcasını öldürüp Karahanlı tahtını ele geçirdi. İlk, Müslüman-Türk hükümdarı oldu. 70 yıl hakanlık yaptı. Güzel idaresi, kavminden binlerce kimsenin müslüman olmasına sebeb oldu. 955-956 (H. 344) senesinde, Kaşgar civarında bulunan Artuc kasabasında vefat edip oraya defnedildi.
Abdülkerim Satuk Buğra Han’ın müslüman olması hususunda, tarihçiler çeşitli bilgiler vermektedir. Bunlardan Müneccimbaşı, “Cami-ud-duvel” adlı eserinde; “Karahanlılardan ilk müslüman olan, Satuk Buğra Kara Han’dır. Onun müslüman olmasının sebebi şöyledir: O, rüyasında bir zat gördü. Bu zat ona; “Müslüman ol, dünyada ve ahırette selamete erersin” dedi. Bunun üzerine rüyasında müslüman oldu. Sabahleyin uyanınca, İslâmiyet’i kabul edip müslüman olduğunu açıkladı. Satuk Buğra Han, vefat edince, yerine oğlu Mûsâ bin Satuk geçti. Bundan sonra onun oğlu Ali bin Mûsâ, sonra bunun oğlu Nasr Arslan hükümdar oldu…” demektedir.
İbn-ul-Esir de, “El-Kamil fit-tarih” adlı eserinde; “Satuk Buğra Han, rüyasında yanına, gökten bir adamın inip geldiğini gördü. Ona Türkçe; “Müslüman ol, dünyada ve ahırette selamet bul” dedi. Bunun üzerine rüyasında müslüman olan Satuk Buğra Han, uyanınca da müslüman oldu” diyerek ondan bahsetmektedir.
Abdülkerim Satuk Buğra Han’ın müslüman olması hususu, onun adına yazılmış olan “Tezkire-i Satuk Buğra Han” adlı eserde de yer almıştır. Bu eserin muellifinin Ahmed ibni Sa’d-ul-Erganî olduğu rivayet edilir. Farsça ve Türkçe pek çok nüshası bulunan bu esere, sonradan sıhhatli olmayan bilgiler ve efsaneler karıştırılmıştır. Bu bakımdan bu eserde verilen malumat, muteber kabul edilmemektedir.
Abdülkerim Satuk Buğra Han hakkında bilgi veren en önemli kaynak Cemal Karsî’nin yazmış olduğu “Mulhakat-us-surah” adlı eserdir. Cemal Karsî de, Ebu’l-Fütuh Abdu’l-Gafîr ibni Şeyh Ebu Abdullah Hüseyn Fadlî’den rivayet etmektedir. Rivayete göre, Horasan ve Maveraünnehr’de hükümran olan Samanoğulları Devleti hükümdarlarından İsmail bin Ahmed, Nuh bin Esed’in vefatından sonra idareyi ele alınca, Türklerle olan önceki iyi münasebetlerine sadık kaldı. Bu sırada Türklerin başına Satuk Buğra Han’ın amcası Oğulcak Kadir Han geçmişti. Oğulcak Kadir Han’a, İslâm elçileri gelip gidiyordu. Fakat o, elçilerin söylediklerini ve İslâm’a davetlerini kabul etmiyordu. Samanîlerden Nasir bin Ahmed, kardeşleriyle giriştiği taht kavgasında mağlub olunca, Kaşgar’a gelerek Oğulcak Han’a sığındı. Oğulcak Kadir Han, onu hoş karşılayıp himayesine aldı. Yardım ve ikramda bulunup; “Sen evine geldin, ailene kavuştun” dedi. Sonra da Artuc nahiyesinin idaresini Nasir bin Ahmed’e verdi. Semerkand ve Buhara’dan gelen kafileler, Artuc’da yiyecek ve çeşitli mallar satıyorlardı. Nasir bin Ahmed, Artuc’da bulunduğu sırada, kendisini himaye eden Türk hakanı Oğulcak Kadir Han’a kıymetli hediyeler vererek, onun gönlünü kazanmaya çalıştı. O zaman müslüman olmayanlar, yiyecekleri ve giyecekleri memleketin bir yerinde topluyorlardı. Bunlardan istifade edebilmek, ancak onlarla yakınlık kurduktan sonra mümkün oluyordu. Nasir bin Ahmed, bir ara Oğulcak Kadir Han’a müracat edip, ondan, cami yapmak için öküz derisi genişliğinde bir yer istedi. Oğulcak Kadir Han bu isteğini kabul etti. Nasir bin Ahmed de, bir öküz kesti. Bu öküzün derisini ince ince dildi. Metrelerce uzunlukta sırım yaptı. Sırımın çevrelediği yer kadar toprağa sahib oldu. Sonra da kendisine verilen bu küçük yere bir cami yaptı. Bu yer Artuc Camii’nin bulunduğu yerdir. Onun bu zekasına, insanlar hayret ettiler.
Bu sırada Oğulcak Kadir Han’ın yeğeni Satuk Buğra Han, güzel simalı, zeki, akıllı ve fasih bir lisan ile güzel konuşan on iki yaşlarında bir genç idi. Artuc’a gelip giderken Nasir bin Ahmed’le tanıştı. Zaman zaman onunla gizlice görüşüp, İslâmiyet hakkında bilgi aldı. Kalbinde İslâmiyet’e karşı sevgi ve muhabbet hasıl oldu. Arasıra Buhara’dan gelen kafileleri görmek için Artuc’a giderdi. Yine bir defasında Artuc’a gitmişti. Nasir bin Ahmed, Artuc’a gelen ticaret kafilesine gayet hoş muamele ve ikramda bulundu. Öğle vakti olunca, müslümanlar öğle namazını kılmak için abdest alıp namaza gittiler. Satuk Buğra Han, bu sırada henüz müslüman olmamıştı. Fakat, müslümanların namaz kılması hoşuna gitti. Niçin namaz kıldıklarını merak edip, sebebini Nasir bin Ahmed’den sordu. O da; “Bizim üzerimize her gün beş vakit namaz kılmak farzdır” dedi. “Bunu sizin üzerinize kim farz kıldı” deyince, Nasir bin, Ahmed; “Allahü teâlâ farz kıldı” deyip, Satuk Buğra Han’a îmanı, İslâm’ı anlatmaya başladı. Sevgili peygamberimiz Muhammed aleyhisselamm, Eshab-ı kiramın ve müslümanların üstün hallerinden bahsetti. Sonra da; “Allah’dan başka ilah yoktur. İbadet ancak O’na yapılır. Muhammed aleyhisselam emin ve sadık bir peygamberdir. İnsanların her bakımdan en üstünüdür. O’ndan başka tabi olunacak bir kimse yoktur. O’nun getirdiği din olan İslâmiyet’ten de güzel bir din yoktur” dedi. Satuk Buğra Han’ın kalbinde îman nuru parladı. İslâmiyet’i kabul ederek müslüman oldu ve Abdülkerim isrnini aldı. Bu hadiseye Oğulcak Kadir Han’dan gizlediler. Bu arada, Satuk Buğra Han, Kur’ân-ı kerirni ve İslâmiyet’i öğrendi. Amcası Oğulcak Kadir Han’ın, bu durumun farkına varmasından çekiniyordu. Bundan sonra, yakın akrabasından elli kişinin müslüman olmasına vesile oldu. İslamiyet’i kabul eden bu elli kişilik grup, genç Türk şehzadesi Satuk Buğra Han’a tabi oldu. Oğulcak Kadir Han ise Abdülkerim Satuk Buğra Han’ın müslüman olduğundan şüphelenerek, durumu incelemeye başladı ve peşine adam taktı. Bunlar, Satuk Buğra Han’ı gizliden gizliye takib edip, durumu araştırıyor, ne yaptığını anlamaya çalışıyorlardı. Bir defasında onun abdest alıp namaz kıldığını gördüler. Durumu Oğulcak Kadir Han’a bildirdiler. Oğulcak da onun müslüman olduğunu çevresine ve annesine bildirdi. Oğulcak Kadir Han bu hadiseden sonra, Abdülkerim Satuk Buğra Han’ı bizzat kendisi de denemek istedi. Bg maksadla ona, puthaneyi tamir etme vazifesini vermeye karar verdi. Bu durumu annesi haber alınca, oğlu Abdülkerim Satuk Buğra Han’ı haberdar etti. Amcasının kendisini denemek istediğini ve herkesten çok çalışrnasını söyledi. Nihayet Oğulcak Kadir Han bu hususta emir verince, Abdülkerim Satuk Buğra Han derhal çalışmaya başladı. Zaten Nasir bin Ahmed ona bu hususta gerekli telkinlerde bulunmuş; “Şimdi puthane olarak yapılır, sen sonra orayı camiye çevirirsin” demişti. Abdülkerim Satuk Buğra Han, puthanenin tamir işinde gayretle çalıştı. Herkes birer birer kerpiç taşırken, o ikişer ikişer taşıyordu. Bu çalışması sırasında bir taraftan da dua ediyor; “Ey yüce Allah’ım! Eğer bana, din düşmanlarına ve sana iman etmeyenlere karşı yardım edersen, beni, İslâmiyet’in yayılmasına, senin isminin yüceltilmesine vasıta kılarsan; ben elbette bu puthaneyi mescid yaparım. Senin kulların, orada sana ibadet etmek için toplanırlar. Sana ibadet etmek için orada bir mihrab ve seni sena (yüce ismini anmak) için bir de minber yaparım. Bundan sonra sadece senin rızan için ezan okur ve kendim imam olurum” diyordu.
Abdülkerim Satuk Buğra Han yirmi beş yaşına geldiği sırada, İslâm ilimlerini iyice öğrenmişti. Müslüman olduğunu açıkça etrafına îlan etti. Bundan sonra da, hâlâ müslüman olmak şerefine erişemeyen ve Karahanlı Devleti’nin başında bulunan amcası Oğulcak Kadir Han ile mücadeleye karar verdi. Bir gün, yanına inananlardan elli kişilik bir süvari grubu alarak ava gitmek maksadıyla yola çıktı. Yegag Balık adlı beldeye varınca, şehrin kalesini kuşattı. Bu kuşatma üç ay sürdü. Bunu haber alan Oğulcak Kadir Han, ona karşı derhal harekete geçti. Bu sırada, Abdülkerim Satuk Buğra Han’ın etrafında üç yüz kadar Kaşgarlı süvari toplanmıştı. Oğulcak Kadir Han ile Fergana savaşını yaptı. Bunu takib eden günlerde, taraftarları bin kişiye yükseldi. İlk fethettikleri yer de Atbaşı oldu. Sahib olduğu üç bin kişilik atlı bir orduyla Kaşgar üzerine yürüyüp, orayı da fethetti. Amcası Oğulcak Kadir Han’ı öldürdü. Kaşgar’da kendisine karşı çıkan asîleri ağır bir yenilgiye uğrattı. Kaşgar halkını İslâm’a davet etti. Onlar da müslüman oldular. Kaşgar’dan sonra Bormekik şehrini de aldı. Memleketin idaresini ele geçirip, ülkesinde İslâmiyet’i sür’atle yaydı.
Abdülkerim Satuk Buğra Han, müslüman olduktan sonra, Allahü teâlânın rızası için cihada başladı. Türk ülkelerinde İslâm’ı yaydı. Zaferler kazandı. Büyük bir mücahid ve cihangir oldu ve her tarafta tanındı. Doğru olarak öğrendiği İslâm dinini hiç saptırmadan Ehl-i sünnet alimlerinin bildirdiği gibi yaydı. Bu, onun en büyük meziyeti ve hizmeti oldu. Onun vesîlesiyle Türklere İslâmiyet saf bir şekilde; Peygamber efendimizin bildirdiği, Eshab-ı kiramın ve Tabiînin aynen naklettiği Ehl-i sünnet itikadına uygun olarak ulaştı.
Abdülkerim Satuk Buğra Han, Türklere İslâmiyet’i anlatıp yaymakta fazla zorluk çekmedi. Türklerin bazı örf ve adetleri İslâmiyefe uygunluk gösteriyordu. Zaten Türkler, Nuh aleyhisselamın oğullarından müslüman olan Yafes’in neslinden geliyordu. Yafes, mü’min idi. Evladı çoğalınca, onlara reis oldu. Hepsi, dedelerinin gösterdiği gibi, Allahü teâlâya ibadet ederdi. Yafes nehirden geçerken boğulunca, Türk ismindeki küçük oğlu, babasının yerini tuttu. Bunun evladı çoğaldı. Nesline Türk denildi. Bu Türkler, ecdadı gibi müslüman, sabırlı, çalışkan insanlardı. Bunlar, zamanla çoğalarak Asya’ya yayıldı. Başlarına geçen bazı zalim hükümdarlar, semavî dini bozarak, puta taptırmaya başladılar. Bunlardan, bugün Sibirya’da yaşayan Yakutlar, hâlâ puta tapmaktadır. Dinden uzaklaştıkça, eski medeniyet ve ahlâklarını da kaybetmişlerdi. Hele Hunlar ve onların reislerinden Atilla, dinsizliği ve zulmü ile Allah’ın gadabı ismini almıştı. İslâm güneşi, Mekke-i mukerremeden doğarak, ilim, ahlâk ve her türlü fazilet ışıklarını dünyaya saçınca, Romalıların, Asya’ya kadar yayılan sefahat ve ahlâksızlıkları ve Asya’yı, Afrika’yı kaplamış olan dinsizlik, cahillik ve vahşet altında yetişmiş diktatörler, sömürdükleri insanların İslâmiyet’i işitmelerine, anlamalarına mani oldular. Bu engeller kılıc gücü ile ortadan kaldırıldı. Türk hakanları, asaletleri ve uyanık olmaları sebebi ile islamiyet’in işitilmesine mani olmadılar. Türk’ün asaleti ile İslâmiyet’in şerefi bir araya gelmeden önce, Asurîler Türkistan’a girerek, Türkleri, güneşe, yıldızlara tapınmaya alıştırmıştı. Tan yeri ağarınca, güneşe tapınırlardı. Bu sebepten, güneşin ismi, tanyeri ve nihayet tanrı oldu. Türkler sonradan tekrar iman ile şereflenip, büyük gruplar halinde müslüman oldular. Sapıklık zamanında uydurdukları tanrı ismini kullanmaz oldular. Kur’ân-ı kerîmde bildirilen; “Benim ismim Allah’dır. Beni Allah diye çağırınız. Allah diye ibadet ediniz. Allah diye yalvarınız!” meâlindeki muteaddid ayet-i kerîmelere uydular. Bu bakımdan Allahü teâlâya, kendi istediği ismi söylemeyip de, inanmıyanların, O’nun en sevmediği mabudlarına koydukları tanrı ismi ile O’nu çağırmanın yanlış ve uygunsuz olduğunun şuuruna vardılar.
Abdülkerim Satuk Buğra Han’ın müslüman olmakla şereflenmesi ve ülkesinde İslâmiyet’i yayması, Türk Tarihi’nin en büyük ve en güzel hadiselerinden biridir. Daha önceden, Oğuz ve Kalag Türkleri arasında müslüman olan gruplar olmuşsa da, devlet olarak İslâmiyet’i kabul eden ilk Türk boyları Karahanlılar ve İdil Türkleri olmuştur. Türkler devlet olarak müslüman olduktan sonra, İslâmiyet’in bayrakdarlığını yapıp dünyanın dört bir tarafına yaydılar. Eshab-ı kiramdan sonra tarihte nadir görülen hizmetler yapıp, din uğrunda cihad ettiler. Sevgili peygamberimiz Muhammed aleyhisselamın bildirdiği İslâmiyet’i, Ehl-i sünnet îtikadını; Karahanlı Türkleri, Türkistan’da; Gazneli Türkleri, Hindistan’da; Oğuz, Selçuklu Türkleri, Anadolu’da ve tarihin en muhteşem müslüman Türk devleti olan Osmanlılar da üç kıtaya yaydılar. Böylece müslüman Türkler, İslâmiyet’e bin yıldan fazla bir zaman hizmet ettiler. Abdülkerim Satuk Buğra Han, Karahanlıların başına geçip hükümdar olduktan sonra, kendisinin müslüman olmasına vesile olan Samanîlere de yardımda bulunmuştur. İbn-i Haldun’un “El-iber” add eserinde ve Cemal Karsî’nin, “Mulhakat-us-Surşh” adlı eserindeki rivayete göre 915 (H. 303) senesinde Hasan ibni Kasım Ed-Daî tarafından Cürcan’a vali tayin edilen Leyla bin Nu’man, Samanîlere karşı isyan etmişti. Etrafına da şiîleri toplamıştı. Samanîler, Abdülkerim Satuk Buğra Han’dan yardım istediler. Samanîlerin kendi orduları Horasan’da başlayan isyanı bastıramamış, asilere yenilmişti. Şiîler, büyük bir ordu ile Horasan’ın merkezi olan Nişabur’u işgal etmişlerdi. Samanîlere yardım etmek üzere hareket eden Abdülkerim Satuk Buğra Han, 921 (H. 309) yılında Leyla bin Nu’man’ın karşısına çıktı. Bu sırada Amid şehrinde bulunan Leyla bin Nu’man’ı mağlub edip yakaladı ve idam ettirip başını Buhara’ya gönderdi.
Abdülkerim Satuk Buğra Han, daha sonra yaptığı savaşlarda; Yagma, Çiğil, Oğuz kabilelerinin yerleşmiş bulunduğu Türkistan şehirlerini birer birer ele geçirdi. İslamiyet’i yayma hususunda, meşhûr alimlerden olan Ebu’l-Hasen Muhammed bin Süfyan Kalamati Horasanî’den çok istifade etti. Ayrıca Karahanlılar Devleti’nin doşu kısmına hakim olan Büyük Kağan, Çinlilerden yardım alarak 942 (H. 332) yılında Abdülkerim Satuk Buğra Han’a karşı savaş açtı. Abdülkerim Satuk Buğra Han müslümanların yardım ve desteğiyle, onunla Balasagun savaşını yaptı ve galib geldi.
Abdülkerim Satuk Buğra Han’dan sonra, oğulları devrinde de ülkesine pek çok İslâm alimi gelip, İslâmiyet’i doğru olarak anlattılar ve yayılmasına çalıştılar. Kendisinden sonra Mûsâ Tunga adında bir oğlu yerine geçti. Bundan sonra da bunun oğlu Beytar Süleyman Arslan hükümdarlık yaptı. Başka oğulları ve kızları olduğu da rivayet edilmiştir.
1) Mülhakat-üs-Surah (Cemal Karsî), (nşr. V. Bartold, st. Petersburg) sh. 130, 135
2) Câmi-üd-düvel; sh. 240, 1030
3) El-Kamil fit-tarih
4) El-İber (İbn-i Haldun); cild-4, sh. 339
5) Rehber Ansiklopedisi; cild-17, sh. 147 cild-9, sh. 249
6) Kaşgar Tarihi (Mehmed Atıf), İstanbul 1300, sh. 52
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)