19 Şubat 2012 Pazar

AYETTEN NEFESE: ALEVİ-BEKTAŞİ EDEBİYATININ DÖNÜŞÜMÜ

N NEFESE: ALEVİ-BEKTAŞİ EDEBİYATININ DÖNÜŞÜMÜ

AYETTEN NEFESE: ALEVİ-BEKTAŞİ EDEBİYATININ DÖNÜŞÜMÜ


 

Türk modernleşmesinde önemli bir yere sahip olan dini gruplar, bu süreçte ayrı bir yer tutmaktadır. İşgal ettikleri öneme karşın dini gruplar üzerinde yapılan çalışmalar yeterli değildir. dini gruplar üzerinde değişimin meydana getirdiği farklılaşmanın detayları konusundaki çalışmaların azlığı nedeniyle yeteri derecede bilgi sahibi değiliz. Dolayısıyla bu değişimin belirgin olarak bütün alanlara nasıl yansıdığı konusunda da fazla bilgiye sahip değiliz. Dini grupların kimliklerinin yeniden üretildiği son zamanlarda yukarıda bahsedilen hususların önemi bir kat daha artmaktadır.
Türkiye’de dini gruplar içerisinde –Sünnilerden sonra- sayısal olarak en büyük grubu teşkil eden Aleviler, modernleşme süreciyle kendilerine yeni bir kimlik ürettiler ve kendilerini yeniden ele alıp tanımlama ya da kültürel olarak hayal etmeye başladılar. Bu süreçte geleneksel Alevilik tanımına dahil olmayan birçok husus üretilen kimlik tanımına dahil edilirken yeni bir topluluk kurgulayarak/hayal ederek başlanmıştır.<!--[if !supportFootnotes]-->[3]<!--[endif]--> Kurgulama/hayal etme işlemi Alevilik tanımını genişletirken daha çok Aleviliğin bu sürecin gerisinde kalmadığı hatta tam da bu sürece denk düştüğü anlamına gelen savunma şeklinde gerçekleşmektedir.<!--[if !supportFootnotes]-->[4]<!--[endif]-->
Cumhuriyet sonrası kırsaldan kente doğru hız alan göçlerle kentleşen Aleviler, kendilerini ifade edebilecekleri bütün alanlarda bir değişim yaşamışlardır. Sosyal yapıdan sosyal ilişkilere kadar yaşamın bütün alanlarında etkilenen Alevilik, değişim şartlarına uygun toplumsal anlayışı da ortaya koydu. Artık Alevilik kamuoyuna mal oldu ve kendini sunacak imkan olarak da yazılı kültürden yararlanmaya başladı. Çünkü “her belirsizliğin tanımlanması, tartışılıp benimsenmesi ya da reddedilmesi gerekmektedir.”<!--[if !supportFootnotes]-->[5]<!--[endif]-->

I-Sözlü Kültürden Yazılı Kültüre Alevi-Bektaşi Edebiyatı

Bu makale sözlü ve yazılı kültür arasındaki farklılığı ortaya koyarak Alevi-Bektaşi edebiyatının sözlü kültüre dayalı olduğu ve yazılı kültürle beraber yeniden biçimlenişini anlatmayı hedeflemektedir. Bu bakımdan sözlü kültür -bir tanım olarak- olumsuz bir anlam içermemekle beraber heterodoksi bağlamında Alevi-Bektaşilik lehinde bir anlamda da kullanılmamaktadır. Çünkü sözlü kültür, ilk-ellere ait bir sosyal yapının gelişmemiş biçimi olarak kabul görmektedir. Ayrıca bir önceki ifadeden yola çıkarak sözlü kültürün yazılı kültüre nazaran Alevi-Bektaşi düşüncesinde “daha özgür” bir yapı oluşturduğu savunusu ikili kurgu içerisinde tutarsızdır<!--[if !supportFootnotes]-->[6]<!--[endif]-->.
Sözlü ve yazılı kültürün birbirinden ayrılan özellikleriyle birinin diğerine öncelenemeyeceği üzerinde duran bilim adamları, yukarıda anlatılan düşüncenin sözlü kültür için de mümkün olduğunu belirtmektedirler. Yazılı kültür aleyhine ve sözlü kültür lehine sonuçlandırılan tartışmalara neden olan gerekçelerin yetersizliğine dikkat çekmektedirler.<!--[if !supportFootnotes]-->[7]<!--[endif]-->
Sözlü kültür, kendi ifade biçimi ile ihtiyaç duyulduğu oranda kendini yenilemektedir. Söz, sahibinden muhataplarına birebir ulaşmaktadır. Sorgulanabilen, değiştirilebilen ve hep aynı ifade biçimini koruyabilen bir seyir izlemektedir. Bu haliyle sözün muhatapları edilgendir ama bir o oranda da bütündürler. Alevi-Bektaşiler tarafından yapılan çalışmalar ve çalışmaların isimlendirilmelerine varıncaya kadar yazılı (kültürün) tarzına uygun olarak ortaya çıkmıştır. Kayda geçen bu yapıtlar üzerinde araştırmacı ya da eseri hazırlayan istediği gibi söz söyleyebilmektedir. Artık yazılı metin, metnin sahibinden ayrı olarak değerlendirilmekte ve eleştirilmektedir.
Yazı, bir nesne, imal edilmiş bir ürün; zihni zayıflatan; metne soru sorulunca cevap veremeyen; kendini savunamayan özellikleriyle insan bilincini değiştiren en büyük buluştur.<!--[if !supportFootnotes]-->[8]<!--[endif]--> Çünkü sözlü kültürden sonra düşünceyi sürekli olarak biriktirmekte ve metin üzerinden daha da derinleştirmektedir. Bunun sonucu olarak metin üzerinde sürekli sorgulamayı da sağlamaktadır. Matbaanın icadından bu yana yazının artan hakimiyeti, kendisine mecbur ettiği bir toplum oluştururken benliği de keskinleştirmektedir.<!--[if !supportFootnotes]-->[9]<!--[endif]--> Yazı, sözü nesneleştirirken edilgen hale getirir.
“Belirli sözlü metinlerin yazıya aktarılması, daha geniş bir din sahasında ortaya çıkan yer değiştirmelerin sadece bir parçasıyken, dinin daha kapsamlı olan sözlü ifadesinin, pratiğinin ve kurumlarının yazıya geçirilmesi ise, hem dindeki dönüşümün belirtisidir, hem de dinin dönüşmesini hızlandırır.”<!--[if !supportFootnotes]-->[10]<!--[endif]--> “Burada, matbu metinlerin kendine özgü gücü kendini gösterir; öyle ki sözün matbu metin haline gelmesiyle, bir dinsel sözlü gelenek biçimi, ritüel yoluyla aktarılan, hayatı yönlendiren bir model olmaktan çıkar, standartlaştırılmış bir doktrine dönüşür. Dini öğretilerin yazıya dökülmesi, yaşanan bir dini, sistematik ve nesnelleştirilmiş basılı metinler topluluğuna dönüştürebilir. Artık bilgi miras olarak kuşaktan kuşağa devredilmez, bu metinler kullanılarak edinilir, öğrenilir. Dini bilgi aktarımı artık farklı bir araçla ve farklı bir konumu olan bir toplumsal pratikle gerçekleşmektedir.”<!--[if !supportFootnotes]-->[11]<!--[endif]--> Bu durum Alevilik kurumları üzerinde etki ederken aynı zamanda sosyal yapıyı da etkilemiştir. Böylece Aleviler, Aleviliği yeniden kurarak/uyarlayarak/dönüştürerek/yeniden ele almak zorunda kaldılar veya ele almak zorunda hissettiler. Bu yeni durum hem modernizmin itici bir güç olarak zorlaması hem de Alevilerin Tanzimat sonrası oluşan ortama kendilerini uyarlama veya bu değişimi kendileri için bir imkan olarak algılamalarıyla sonuçlandı.
Alevi-Bektaşi kültürü için “asıl devrim” sözlü kültürden yazıya geçilmesidir. Yazılı kültür, sözlü kültüre mukabil oluşturduğu farklılaşmayı hem Alevi-Bektaşi geleneği içerisinde “dini otorite” oluşturmada hem de bu yeni durumda “Alevi kimliğinin” tarihselleştirilmesini ve yazıya geçirilmesini sağlamıştır. Geleneksel anlamda sürdürülen sözlü kültür ve bu sözlü kültürü aktarmada önemli işleve sahip “Dede” dini otorite kaybına uğramış ve yazılı kültürle oluşan seküler eğitimden geçmiş entelektüel dedenin otorite alanı ceme sıkıştırılmıştır. Bunun yanı sıra yazılı kültürün yaygın hale gelmesiyle Alevi-Bektaşi kimliğinin temelini teşkil eden dedenin yerine gazete ve dergilerle belirginleşen yeni “Alevi Literatürü” geçmektedir. Alevi literatürü, Alevi kimliğini oluştururken kültürel olarak yeni iletişim araçlarıyla ”yeniden hayal etmek”tedir.<!--[if !supportFootnotes]-->[12]<!--[endif]--> Esasen üniversite mezunu eğitim görmüş Alevilerden oluşan orta sınıf, dedenin dini fonksiyonunun dışında –çoğu zaman bu alana da müdahale ettiler- daha ön plana çıktı. Öyle ki son on yılda gerçekleşen Alevi-Bektaşi örgütlenmelerini de bu orta sınıf gençler yönlerdi.<!--[if !supportFootnotes]-->[13]<!--[endif]-->
Alevi-Bektaşi edebiyatının yazılı kültür ile tanışması son yarım yüzyılda gerçekleşmiştir. Buna karşın Alevi-Bektaşi edebiyatının yazıya aktarımı çok daha önceki yüzyıllarda başlamıştır. Yazıya aktarılan bu eserler, sözlü kültür biçimini tamamıyla yansıtmaktadırlar. Bazı istisnalara rağmen yol ve göreneklerin yazılı olduğu kitaplar az değildir. Buna karşın bu eserler sözlü geleneğin en güzel örnekleri olarak ele alınmalıdır. Sözlü kültürün bütün özelliklerini taşıyan bu kaynaklar, yazılı kültür içerisinde eski ihtişamını kaybetmiştir. Bu eserler arasında: Cönk, Erkanname, Buyruk, Menakıbname<!--[if !supportFootnotes]-->[14]<!--[endif]--> sayılabilir. Bu eserlere binaen Alevi-Bektaşi edebiyatının önemli parçası olan nefeslerin, tanım ve içerik değişimi Aleviliğin son yıllarda aldığı seyri bize verir. Bu tarihsel süreç aynı zamanda zihinsel dönüşümün veya zihinsel inşanın boyutu/uzantıları şeklinde gerçekleşmektedir.
Sadece Alevi-Bektaşi yazımının son on yıldaki bir değerlendirmesine dahi bakılsa yazılı kültürün sözlü kültüre karşı nasıl da bir parçalanmışlık oluşturulduğu görülebilir. Alevi-Bektaşi –yazı- yazarları, Alevilik ve Bektaşilik konusunda Alevi-Bektaşiliğin dini bir tanımından –ki bu tanım ya İslam’ın özü ya da İslam dışı olarak belirginleşir- hümanist, milliyetçi ve sosyalist bir içeriğe sahip olduğu tezi üzerinde odaklanmışlardır. Bu eserlerde, Alevi-Bektaşiliğin kökeni ve doğuşu, inançlarının temelleri ve kökenleri, mahiyeti, niteliği hakkında tezler ileri sürmüşlerdir.<!--[if !supportFootnotes]-->[15]<!--[endif]--> Bu çabalardan da görüleceği üzere, sözlü kültürün birleştirmesi ve bir cemaat olarak tanımlamasına karşın yazılı kültür parçalayıcı ve bireyseldir. Bu durum hem tanımlar hem kimlik olarak belirsizleştiren bir yapı oluşturmaktadır.
Bildiriyi “Ayetten Nefese” şeklinde belirlemekten amaç, sözlü kültürden yazılı kültüre Alevi-Bektaşi edebiyatındaki değişimi vurgulamaktır. Birincisi (Ayet), sözlü kültüre gönderme yaparak kentleşme öncesi bir durumu tanımlamada kolaylık sağlamaktadır. Buna karşın ikincisi (Nefes), yazılı kültüre gönderme yaparken bu süreçte Alevi-Bektaşi edebiyatının Türk Halk<!--[if !supportFootnotes]-->[16]<!--[endif]--> Şiiri veya Türk Halk Edebiyatı içerisinde yer alan bir türe karşılık gelmektedir. Artık nefes, Alevi-Bektaşi edebiyatı -geleneksel tarzının ortaya çıktığı bir şekil olmaktan ziyade- dünyevi-seküler bir anlama karşılık gelmektedir. Öyle ki nefes geleneksel Alevi-Bektaşi edebiyatı tarzındaki sözlü kültür etkisini de yansıtmamaktadır. Çünkü nefes, hem biçim itibariyle yazılı kültür hem de içerik itibariyle güncel ve toplumsal olaylara yöneldi. Çünkü Alevi-Bektaşi topluluk üyelerinin önemli bir kısmı geleneksel yapıyı yansıtan dini kurumların etkisinin dışında kaldı.<!--[if !supportFootnotes]-->[17]<!--[endif]-->
Başlığın bu şekilde verilmesinin bir başka nedeni ise; Konya/Ereğli Alevileri<!--[if !supportFootnotes]-->[18]<!--[endif]--> üzerine yürütmüş olduğum alan çalışması esnasında kaynak kişilerden birinin bu konudaki açık ve net ifadeleri de belirleyici oldu. Kaynak kişi, muhtelif zamanlardaki görüşmelerimizde anlatmış olduğu konulara örnek olarak Ayet<!--[if !supportFootnotes]-->[19]<!--[endif]--> okuyordu. Tam olarak şöyle ifade ediyordu: “Bak, bu konuda bir ayette şöyle diyor” ve ardından bir nefes okuyordu. İlk zamanlar Kur’an’dan ayet okumasını bekledim çünkü kaynak kişi Kur’an okumayı biliyordu. Böyle düşünmemde etkili olan bir başka nokta kaynak kişinin farklı zamanlarda Kur’an’dan ayetlerini okuyarak yorumlamasıydı. Her ayet okuyuşunda Kur’an’ı ne kadar iyi biliyor diye hayrete düştüm. Bir süre sonra Kur’an ayetlerini okumayınca anlatmış olduğu konulardan dolayı Kur’an’ı iyi bir şekilde biliyor da anlam olarak yorumluyor diye açıklamalar getirdim. Hatta bu açıklamalarına saz şairlerinin eserlerini uyarlıyor ve Kur’an ayetleri ile saz şairlerinin eserlerini anlam olarak nasıl üst üste getiriyor diye düşündüm. Tabii bunlardan hiç biri değildi. Doğrudan kaynak kişi okumuş olduğu nefeslere “ayet” diyordu.
Öyleyse şimdi de Alevi-Bektaşi edebiyatı içerisinde bu terimin kazandığı anlamları terimleri ile beraber verelim. Alevi-Bektaşiler inanç ve ibadetlerine “Yol” ve “Sürek” adı verirler. “Sürek Sürmek” adı verdikleri yol ve görenek şifahi rivayetlere dayanmaktadır. Yol ve gelenekler, grup içinde büyüklerden, dini liderlerden öğrenilir. Hece vezni ile yazılmış, “Deyiş”, “Buyruk”, “Ayet”, adı da verilen “Nefes”ler, “Hayırlı” adı verilen, gülbanklar özellikle cem törenlerinde ve çeşitli toplantılarında, saz çalınarak veya sözlü olarak okunur ve Yolun ve Sürekin esasları bunlar vasıtasıyla öğrenilir ve öğretilir<!--[if !supportFootnotes]-->[20]<!--[endif]-->. Melih Duygulu bu tanımlarla ilgili : “Deyiş teriminin karşılığı olarak bazı Aleviler, Deme, Beyit, Dime, Deylem, Ayet (italikler yazara ait) gibi sözcükleri de kullanmaktadırlar. Örneğin, Erzincan’da Beyit, Sivas’ta Ayet, Malatya’da Deme sözcükleri hep deyiş teriminin yerine kullanılıyor. Bunların arasında Ayet son derece ilgi çekici bir adlandırma olarak karşımıza çıkıyor. Bazı Aleviler’in Kur’an ayetleriyle halk şairlerinin (Aşıkların) deyişlerinin aynı manaları içermesinden kaynaklandığını söyledikleri bu terimi, pek çok Alevi grubun bilmediğini de eklemekte yarar vardır.”<!--[if !supportFootnotes]-->[21]<!--[endif]-->
Doğal olarak nefeslerde Alevi-Bektaşiliğin temel inançları belli başlı konulardan birini teşkil etmektedir. Düvaz-İmam, Miraçlama, Semah, Mersiye<!--[if !supportFootnotes]-->[22]<!--[endif]--> “Ali”, “On İki İmam”, “Kerbela”, “Hacı Bektaş ve Pir ve Mürşitlere Övgü ve Saygı”, “Tevella”, “Teberra”, “Üçleme”, “Devriye”, “Tarikata Bağlılık ve Yollarını Öğrenme”, “Menkıbeler, Hikayeler”, “Softalara ve Zahitlere Taşlamalar”, “Zamandan Yakınmalar”, “Serbest Söyleşiler, Sevda ve Karışık Konular” gibi inançlar nefeslerin ana konuları arasında yer almaktadır<!--[if !supportFootnotes]-->[23]<!--[endif]-->. Bir başka antolojide ise bu konular şöyle belirlenmiştir: “Kendilerince Kendileri, Düvazdeh İmam, Mersiyeler, Birlik, Devriyeler, İran’a Bağlılık, Övüş, Ahlak ve İnançlar, Erkandan Bahseden Şiirler, Söz, Giyim-Kuşam, Aşk, Ahlak ve İnançları Tenkid, Kadın Davası, İnsani Görüş, Maniler.”<!--[if !supportFootnotes]-->[24]<!--[endif]-->
Bildiri Alevi-Bektaşi edebiyatının geleneksel yedi saz şairine gönderme yaparak son dönem örnek yedi ozan üzerinde konuyu izah etmeye çalışacaktır. Alevi-Bektaşilerin yedi saz şairi: Şah Hatayi, Fuzuli, Nesimi, Virani, Yemini, Pir Sultan Abdal, Kul Himmet<!--[if !supportFootnotes]-->[25]<!--[endif]-->. Buna uygun olarak son dönemde yaşamış ve Aleviler arasında hüsnü kabul görmüş yedi ozanı şöyle sıralayabiliriz: Davut Sulari, Aşık Daimi, Aşık Zamani, Nesimi Çimen, Aşık Ali İzzet, Hüseyin Çırakman, Mahsuni Şerif.<!--[if !supportFootnotes]-->[26]<!--[endif]--> Burada dile getirilmeden geçilmeyecek bir başka nokta: Alevi-Bektaşi edebiyatı için Cumhuriyetin ilk yıllarından 1960’lı yıllara kadar geçen süre ara dönem sayılır. Bu ara dönemde Alevi-Bektaşi saz şairleri kırsal alanda “melez” bir yapı oluşturdular. Yani hem geleneksel ürünleri hem modern ürünleri birlikte sundular. Bu her iki yapı birbirinden bağımsız olarak aynı bünye içerisinde taşındı. Bu dönemin en güzel örneklerinden birisi Aşık Veysel’dir. Aşık Veysel, şiirlerinde geleneksel temalara yer verirken güncel konulara da yer verdi. Buna karşın kendisinden sonra gelen ve makalenin konusu olan ozanlar tarafından eleştirildi.
Yukarıdaki isimler Alevi-Bektaşi edebiyatının modernleşme sürecinin örnekleri olarak seçilmiştir. Buna ilaveten bu isimler, kamuoyu tarafından da tartışmasız büyük ozanlar olarak kabul edilmiştir. Bu kabul ediş, geleneksel yedi büyük ozana karşılık gelmemektedir. Bizim bu şekildeki tutumuz sadece biçimsel olarak bir seçim veya yedi sayısı hususunda geleneği sürdürme gayreti olarak ele alınabilir. Aksi halde bu yediyi tespit etmek belki de mümkün değildir. Çünkü Alevi-Bektaşi edebiyatının son dönem temsilcileri bir hayli yekun tutmaktadır. Ayrıca bu ozanlardan hangisinin yediye karşılık geleceği göreceli bir durumdur Hem şekil hem de içerik olarak hangisinin yediyi karşılayacağı konusu da bir başka tartışmaya neden olacağı gibi bu ölçülere uygun olarak belirlenmesi de imkansızdır.

II-Alevi-Bektaşi Edebiyatının İçerik Değişimi Ve Farklılığın Uygun Hale Getirilmesi

Alevi-Bektaşi edebiyatı içerisinde önemli bir yer tutan nefesler, hangi terminoloji ile dile getirilmektedir? Bu terminoloji Alevi-Bektaşiler arasında hangi anlamlara ve bu anlamlar da nelere karşılık gelmektedir? Bu soruları daha da çoğaltmak mümkündür. Bu birkaç soru bile konuyu sunabilecek yeterliliktedir. Buradan hareketle Alevi-Bektaşi edebiyatına karşılık gelen terimleri verelim: Ayet, Kelam, Deyiş, Nefes.
Cem, Alevi-Bektaşiliğin en önemli ritüelidir. Alevi-Bektaşi grubunun hem kurumsal hem de fonksiyonel olarak kimliğini bütünüyle ortaya koyan yegane ibadettir. On iki hizmetten oluşan cemde en başta dede/pir/baba bulunur. İkinci sırada ise zakir bulunur. Hem dede hem de zakir Alevi-Bektaşi edebiyatının yaratıcısı, aktarıcısıdır. Böylece dede/zakir bu edebiyatın yaşamını/sürekliliğini/canlılığını ve korumasını sağlarlar. Cemlerde ayet/nefesi ya dede ya zakir ya da her ikisi okurlar. Bir enstrümanla icra edilen nefesler, cemin etkili ya da coşkulu olmasının en önemli unsurudur.<!--[if !supportFootnotes]-->[27]<!--[endif]-->
Osmanlı Devletinin yıkılması Cumhuriyetin kurulmasıyla beraber Türk toplumunda meydana gelen değişmeler Halk Edebiyatını etkilediği gibi Divan Edebiyatını da etkileyerek dayandığı toplumsal yapıyı değiştirmiş oldu. Halk Edebiyatı Cumhuriyet ile beraber değişime uğramakla beraber toplumsal kökenlerini bir süre daha muhafaza etti. Alevi-Bektaşi edebiyatının önemli dönüşüm noktası Cumhuriyetin ilanıdır. Bu vesile ile Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal’e karşı olumlu bir tavır alarak onun devrimlerini destekleyen şiirler Alevi-Bektaşi edebiyatının konuları arasında yer aldı. Esas itibariyle Alevilerin, Cumhuriyet ve Mustafa Kemal yanında yer alışları uzun süre ozanların diliyle ifade edildi. Aleviler, Osmanlı Devletinden farklı olarak anayasa önünde kazandıkları vatandaşlık<!--[if !supportFootnotes]-->[28]<!--[endif]--> hakkının gereği olarak büyük bir destek vermiş oldular. Cumhuriyetin bütün değerlerine sahip çıkan Alevi ozanları, şiirlerine bunu yansıttılar.
Alevi-Bektaşi edebiyatının üretim mekanı olan tekkelerin Cumhuriyetle birlikte kapatılması Alevi-Bektaşi şiiri yönünden en verimsiz dönem sayılabilir.<!--[if !supportFootnotes]-->[29]<!--[endif]--> Bu dönemden sonra önemli hiçbir ozan yetişmedi. 1960’lı yıllara kadar olan süreçte ise Alevi-Bektaşiler eskinin yinelenmesi dışına çıkamadılar. Bir süre sonra da Alevi-Bektaşi ozanları daha çok sosyal, politik, güncel konulara değinerek, konuları bakımından dağınık şiirler yazdılar<!--[if !supportFootnotes]-->[30]<!--[endif]-->.
Göç ve kentleşme gerçekleşen değişimde önemli yere sahip olan hususların başında gelmektedir. 1950 yılından itibaren şehirlere doğru hızlanan göç, Alevi ozanlarını da içerisine aldı. Mevcut durumu şiirlerine yansıtan ozanlar, daha çok şehirlerde karşılaşılan olumsuz durumu dile getirdiler. Buna ek olarak Alevi-Bektaşi edebiyatının açılım sağladığı bir diğer hususta yurtdışı göçleridir. Yurtdışına giden Alevi-Bektaşi işçiler, burada kendilerine has ayrı bir şiir tarzı oluşturamadılar. Alevi-Bektaşi geleneğini sürdürürken içinde yaşadıkları sosyal şartları yansıtan şiirler daha çok da gurbet şiirlerini ön plana çıkardılar.<!--[if !supportFootnotes]-->[31]<!--[endif]-->
1961 Anayasası ile beraber DP döneminde kapatılan dernekler yeniden açıldı. Sağlanan demokratik ortamda yeni yayınlar arttı. Özellikle sol yayınlarda önemli ölçüde artış meydana geldi. Türkiye İşçi Partisi<!--[if !supportFootnotes]-->[32]<!--[endif]--> etrafında oluşan yeni çevre ve bu çevrenin oluşturduğu yeni terminoloji bu çevreye yakın duran Alevi-Bektaşi ozanlarına<!--[if !supportFootnotes]-->[33]<!--[endif]--> yeni bir isim verirken şiirlerinin içeriğini de değiştirmiş oldu. Milli Demokratik Devrim ve Proleter Devrimci Aydınlık<!--[if !supportFootnotes]-->[34]<!--[endif]--> gibi çevrelerin yayınlarının etkin olması ve bu çevrelere yakın olan ozanların şiirlerine bu yayınlar içerisinde yer vermeleri de sol söylemli dönüşümde etkili oldu.<!--[if !supportFootnotes]-->[35]<!--[endif]--> Bu aşamadan itibaren ozanlar, “devrimci ozanlar” diye literatüre yeni bir tanımla geçtiler.<!--[if !supportFootnotes]-->[36]<!--[endif]--> Bu ifade ile saz şairleri kendi yerlerini ya toplumcu ya da devrimci ozanların yerine bıraktı. Şiirlerinde, konserlerinde halkın, toplumun sorunlarını dile getirip demokrasi, toplumsal adalet, ulusal bağımsızlık, barış, özgürlük gibi konuları ön plana çıkardılar. Böylece halk şiiri –büyük oranda geleneksel biçimini korusa bile- içerikçe, işlevce yeni, çağdaş boyut kazandı. Bu hal birçok kesimin dikkatine sunulurken halk şiirine geçici de olsa canlanma ve açılım sağlamış oldu.<!--[if !supportFootnotes]-->[37]<!--[endif]-->
Bu geçen süre içinde kırsal kesimde yaşayan Alevi-Bektaşi ozanların yeni bir atılım içinde olduğunu da söylemek mümkün değildir. Kırsal kesimden gelen ozanlar, Alevi-Bektaşi geleneğini sürdürmekle beraber geleneksel konuları tekrarlamaya devam ettiler.<!--[if !supportFootnotes]-->[38]<!--[endif]--> Burada tam olarak kırsal kesim ozanlarının geleneksel ifadeleri ile kentlerdeki yeniden üretilen ozanlar arasında dil/ifade birbirine yaklaşmış oldu. Alevi-Bektaşi ozanları, büyük illerde yaşayan şairlerin ifade tarzıyla konuşup yazmaya başladı..<!--[if !supportFootnotes]-->[39]<!--[endif]-->
Buna karşın sözlü ve yazılı edebiyatın/kültürün ikili bir biçimi hala yürürlülüktedir. Çünkü sözlü kültür olmadan yazılı kültür varlığını sürdüremez bir başka deyişle sözlü kültür her zaman yürürlükte ve yazılı kültürü beslemektedir.<!--[if !supportFootnotes]-->[40]<!--[endif]--> Clarke’n araştırmasına göre, “ankete katılanların çoğu ana kaynaklarının kitaplar ve Pir Sultan ya da Hatayi gibi önde gelen şairler olduğunu belirtseler de, ocağa özgü şiirleri olduğunu belirtenlerin yüksek oranı, hala sözsel aktarıma verilen önemi yansıtmaktadır.”<!--[if !supportFootnotes]-->[41]<!--[endif]--> Bir süre sonra cemlere iştirak ederek sürdürülen sözlü kültür, kentleşme sürecinde yazılı kültürün kendisini göstermesiyle bilgi kaynağı kitaplar olmuştur.<!--[if !supportFootnotes]-->[42]<!--[endif]--> “Çok sayıda şiir antolojisi son yıllarda basılmış olsa da, yazarın kim olduğu sorusu pek sorulmamaktadır. Pek çok derleyici artık kaynak kişinin ismini vermeye çalışmaktadır. Belirli ocaklar üzerine sadece az sayıda, düşük baskılı birkaç kitap yayınlanmıştır.”<!--[if !supportFootnotes]-->[43]<!--[endif]-->
Alevi-Bektaşi şiiri, “son elli yıl içinde, kırsal kesimden büyük yerleşme yerlerine göçerken yalın dilden başka taşıyıcı, ulaştırma aracı bulamadı. Bu gidişle, öteki yazın alanlarında olduğu gibi Alevi-Bektaşi geleneğini sürdüren şiir türünde de bir değişme, belli bir öbeğin şiiri olmaktan çıkıp bütün toplumun sesi olma eğilimi ağır basacağa benziyor, Alevi-Bektaşi şiiri Türk toplumunun şiiri olma yolundadır. Dil egemenliğini sürdürmeye başlayınca bir çok engeli aşıyor.”<!--[if !supportFootnotes]-->[44]<!--[endif]-->
Halk edebiyatı araştırmacıların ortaya çıkması ile birlikte Alevi-Bektaşi ozanları üzerine müstakil çalışmalar yapılmasının<!--[if !supportFootnotes]-->[45]<!--[endif]--> yanında Alevi-Bektaşi şairlerden bazıları eserlerini yayınladılar ve plak/kaset çıkarma imkanı buldular. Radyolarda, gazinolarda, sinema ve tiyatro salonlarında, örgüt toplantılarında eserlerini daha büyük kitleler önünde okumaya başladılar.<!--[if !supportFootnotes]-->[46]<!--[endif]--> Şurası burada vurgulanmadan geçilmeyecek kadar önemli: Kentlerde iş bölümünün en üst düzeyde olmasının sonucu kente göç eden Aleviler, işçi veya modern kurumlarda yer alıp çalışmaya başladılar. Bunlar arasında fabrikalarda işçi, radyoevlerinde sanatçı olduğu gibi eğlence dünyasının muhtelif kollarında da yer alarak gazinolarda görünmeye başladılar. Burada iki önemli husus dikkate değer, bunlardan birincisi Alevi-Bektaşi edebiyatı kamusal alanda kendini göstermiş oldu. İkincisi geleneksel olarak farklı bir çizgide kendine yeni imkanlar sağladı. Her iki durumda da nefesler doğal ortamından taşınarak başka ihtiyaçlar için malzeme olmuştur.
Halk şiirinin çağını tamamladığını, saz şairini doğurup besleyen koşulların her geçen gün ortadan kalktığını, onun yerini gramofon, radyo, pikap, televizyon vb. modern eğlence araçlarının aldığı görüşü de hakimdir. Yine aynı görüşe göre, “kısa bir zaman sonra halk şairi de, onun temsil ettiği halk şiiri de kültür tarihimizin malı olacaktır.”<!--[if !supportFootnotes]-->[47]<!--[endif]--> Çünkü saz şairlerini ortaya çıkaran ve yaşatan sosyal şartlar değişmiştir. Tanzimat’la beraber toplumun bütününe yayılan yeni düşünceler ve bu düşüncelerin göstergeleri/gerekçeleri arasında gösterilen yaygın eğitim iletişim araçları ve medya etkinlik olarak hayat anlayışını değiştirmiştir.<!--[if !supportFootnotes]-->[48]<!--[endif]-->
Geleneksel olarak Alevi-Bektaşi edebiyatının öğretimi hem mekan hem biçim hem de dinleyicisi itibariyle değişmiştir. Cemaatin içinde dönüp dolaşan ve cemaatin kimliğini oluşturan bu eserler, cemiyete mal olarak daha geniş bir dinleyici kitlesine ulaşmıştır. Cemaate ait sembollerle dolu olan bu -semboller evrensel değerlere paralel olarak belirlenmeye- bu gizli anlamlarını kaybetmeye/örtmeye/gizlemeye devam ederek işlevsiz hale gelmiş ve dünyevileşmiştir. Şiirin söylendiği en önemli mekan olan cem ayinleri/cem evleri yerine radyoevleri, gazinolar, tiyatro ve sinema salonları, saz kurslarında notalarla öğrenilen nefesler, mekan sınırı olmadan her yerde okunabilen bir hal almıştır. Sözlü kültürün çıraklık yoluyla öğretimi yerini yazılı kültürün etkisiyle kurslarla kazanılan eğitimle elde edilmeye başlanmıştır.
Böylece Aleviliğin aktarımında ve devamında en önemli araçlardan biri olan nefesler, modernleşme sürecinde anlamlarından içeriğine kadar değişim geçirmektedir. Geleneksel olarak varlığını sürdüren nefesler, modernleşme sürecinde kendini başka bir içerik ve yeni tanımlar veya daha popüler olan bir anlama terk ederek yerini, eski-geleneksel/yeni-modern nefesler şeklinde ikili bir farklılaşmaya bıraktı. Alevi-Bektaşi edebiyatı, açlık, yoksulluk, işçilerin durumu, işlevleri, ile Alevilerin politik durum ve yapılarını yansıtan, tarikat kavram ve konuları ile yer değiştirirken tanrı sevgisi maddi aşka dönüşmüştür.<!--[if !supportFootnotes]-->[49]<!--[endif]--> Günümüzün Alevi-Bektaşi şiiri eski özelliğini yitirmiş, modernleşme karşısında kendi anlayışına göre bir tutum takınmıştır denebilir, verilen ozanların eserlerinin incelenmesinden böyle bir sonucu çıkarmak mümkündür. Çünkü “yazı, bilincin yapısını değiştirir” görüşüne göre, günümüz Alevi-Bektaşi yazını yazılı metinle nesneleştirildikten sonra sözlü bir tür olmaktan çıkmış, diğer yazı türleri arasına karışmıştır.<!--[if !supportFootnotes]-->[50]<!--[endif]-->
Yukarıda temel iki nokta üzerinde Alevi-Bektaşi edebiyatının içerik olarak değişimine vurgu yapıldı. Görüleceği üzere bu iki nokta aynı zamanda Alevi-Bektaşi edebiyatını geleneksel seyrinden uzaklaştırdığını da gösterdi. İçerik, siyasi ve ideolojik malzeme haline getirildi. Bu durum Alevi-Bektaşi edebiyatını seyrinden çıkarmasından itibaren –yeni ilerici kimliğiyle- aynı zamanda protest bir yapıya sürükledi. Tam da burada gerçekleşen protest yapı Sünnilerden sağcılara, gericilere ve dincilere doğru bir seyir kazanmış oldu. İletişim araçlarının malzemesi haline gelen ozanlar daha popüler hale geldiler. Buna karşın geleneksel yapıyı sürdüren saz şairlerinin kutsallıkları da kaybolmuş ve tanınmışlıkları ve kendilerine gösterilen ilgi dahi geleneksel çizgiyi sürdüren şaz şairlerinin Alevi-Bektaşi edebiyatının günümüzdeki belirleyicileri olamamışlardır. Bununla beraber geleneksel seyri sürdüren ozanların popülerliği kaybolmuştur.
Günlük bir malzeme haline gelen Alevi-Bektaşi edebiyatı aynı zamanda geriye dönük olarak Alevi-Bektaşi edebiyatını da yeniden okuma/tanımlama/tanıtmaya ve ideal bir Alevi-Bektaşi tipi hayal etmeye başlamıştır. Özellikle sol söyleme sahip olunan 1960 yılından sonra ozanlar, protest ve otoriteye karşı olduğu işlenmeye başlanarak siyasallaştırıldı. Zaten “o yıllarda ve 1980’lerin ortalarına kadar, Alevi kimliği, kamuoyunda dini değil, siyasi terimlerle tanımlanıyordu.”<!--[if !supportFootnotes]-->[51]<!--[endif]--> Bu başkaldırı “Sünni” olarak nitelenen ve ilerlemeye, çağdaş yaşama, demokrasiye karşı olarak tanımlanan otoriteye karşı ileri sürdürüldü. Oysa geleneksel şiirde dile getirilen eleştiriler, son dönem ozanlarında tamamen inkar edilmiştir. Özellikle inanç, ibadet ve sosyal ilişkilere yönelik olarak dile getirilen eleştirilerde bu değerlere ait terminoloji –ki bu terminoloji hem Alevi-Bektaşiler için hem de Sünniler için ortak olmasına rağmen- ile sosyal hayata yansıyan dini tecrübe arasındaki boşluk, geleneksel şiirde yer alan önemli temalardandı. Oysa bu durum son dönemde tamamen “Sünni” tanımı altında ret edilir hale gelmiştir. Çünkü Alevi-Bektaşi entelektüel ozanları Alevi-Bektaşiliği ötekileştirerek gündelik yaşamlarından çıkardılar ve yeniden ürettikleri Alevi-Bektaşiliği monte ettiler.


EK I

Davut Sulari<!--[if !supportFootnotes]-->[52]<!--[endif]-->,
Vatandaştan oy almaya
Gelecekmiş hilafetçi
Bir erkeğe dört tane avrat
Verecekmiş hilafetçi
Afyon Eskişehir gözler
Konya Adana da özler
Her ilimiz bunu izler
Erecekmiş hilafetçi
Bir erkeğe dört tane hatun
Verecekmiş hilafetçi
Beş yüz sene gerisin geriye
Gidecekmiş hilafetçi
Kilidi Cennette kalmış
Anahtarı emre almış
Softanın birisi vermiş
Açacakmış hilafetçi
Bir kocaya dört tane avrat
Verecekmiş hilafetçi
Yetmiş huri hizmetini
Kılacakmış hilafetçi
Çarşaf peçe giydirecek
Sulari der ayrılacak
Gericilik uyduracak
Şer(i)atçıymış hilafetçi
Aşık Daimi<!--[if !supportFootnotes]-->[53]<!--[endif]-->,
Asır geldi yirmi bire dayandı
Ne zaman kalkınır doğu illeri
Cümle alem uykusundan uyandı
Ne zaman kalkınır doğu illeri
Erzincan’dan Fırat geçer boşuna
Bakakaldım Karasu’yun coşuna
Bunca zaman geçmiş boşu boşuna
Ne zaman kalkınır doğu illeri
Erzurum Hınıs’ı Kars’ı Göle’si
Orda vardır sömürünün hilesi
Karaköseli’nin bitmez çilesi
Ne zaman kalkınır doğu illeri
İptidai Tunceli’nin köyleri
Tükenmiyor ağaları beyleri
Siirt’in Bitlis’in harap evleri
Ne zaman kalkınır doğu illeri
Biraz dolaşalım Van’ı Mardin’i
Dinleyelim işçi-köylü derdini
Mamur görmeliyim halkın yurdunu
Ne zaman kalkınır doğu illeri
Medeniyetin nuru ağdığı zaman
İlim cehaleti boğduğu zaman
Sanayi güneşi doğduğu zaman
O zaman kalkınır doğu illeri
Daimi’nin sözü sözden alana
Biraz çıka memleketi dolana
Şimdi sıra geldi yiğit olana
Bakalım ne olur doğu illeri?
Aşık Zamani<!--[if !supportFootnotes]-->[54]<!--[endif]-->,
Ben ölmek istemem körü körüne
Ölümüm bir işe yaramalıdır
Hayat vermeliyim mutlak birine
Ölümüm bir işe yaramalıdır
Bir bütünü eşit bölmek ne güzel
İnsanlığa hizmet etmek ne güzel
Bir gaye uğruna ölmek ne güzel
Ölümüm bir işe yaramalıdır
Ben bir Zamani’yim bir kavgadayım
İnsanlığa canım feda edeyim
Ölümden korkmam ki, çünkü maddeyim
Ölümüm bir işe yaramalıdır
Nesimi Çimen<!--[if !supportFootnotes]-->[55]<!--[endif]-->,
Çokça mürekkep yalamış
Ancak kendine iş bulmuş
Diplomalı cahil olmuş
Ah diplomalı cahiller
Halka yolları şaşırtan
Kendini bir pula satan
Kör gibi çamura satan
Ah diplomalı cahiller
Kiminin çok diploması
Odur milletin belası
Mideye işler zekası
Ah diplomalı cahiller
Kimi köye ağa olmuş
Sürülere kurdu salmış
Okudukça hayin kalmış
Ah diplomalı cahiller
Gör tarihin akışını
Halk fark eyledi taşını
Diploman yesin başını
Ah diplomalı cahiller
Diplomalı olan alim
Halkına hiç olmaz zalim
Satmaz halka her dem çalım
Ah diplomalı cahiller
Çağını görmeyen hayın
Kitap rafta boştur beyin
Tersine işleyen layın
Ah diplomalı cahiller
Nesimi, elime hayran
Cahilin köküne ayran
Okumuştu Yezit, Mervan
Ah diplomalı cahiller
Ali İzzet Özkan<!--[if !supportFootnotes]-->[56]<!--[endif]-->,
Köyü harap etti baykuş ötüyor
Hırsızlar başkanı şakavat muhtar
Padişahlar gibi alıp satıyor
Memleket düşmanı hıyanet muhtar
Öksüz oğlan dul karıyı soydurur
Ocaklar batırır gözler oydurur
Köy halkının ayağını kaydırır
Milletine eder hakaret muhtar
Beş yüz lira mektep yarası noldu
Dört yüz elli lira anamdan çaldı
Köyün bütçesini yarıya böldü
Az paraya etmez kanaat muhtar
Bir mektebi dört beş yere kaldırdı
Dama taşı etti halkı güldürdü
Oradan da kesesini doldurdu
Haram olsun sana be nalet muhtar
Hemi muhtar hemi haksız hem bakkal
Hem ahlaksız hem humari hemi kel
Hemi sarhoş hem zinakar hem deccal
Arlanmaz utanmaz cenabet muhtar
Bazı yollar yanında dolanır
Yal yemiş it gibi ürer yalanır
Zulm ile var olan bir gün dilenir
Düşer belalara akibet muhtar
Fakir fukarayı yuttukça yuttu
Köyün tavuğunu bolca meretti
Sarı çamlı yaylamızı da sattı
Aslı haramzade necaset muhtar
Suçlulara sizi kurtarırım der
Aldatır yaldatır beş on kuruş yer
Bazı memurları kafeslere kor
Hem yer hem yedirir (ü)rüşvet muhtar
Görmediği suça şahitlik eder
Ayda birkaç defa sorguya gider
Şeytanı lainin koyunun güder
Fitnedir yaptırır cinayet muhtar
Tuzu gazı köyün yağını yedi
Nice gül yetimin hakkını yedi
Bu dolandırıcı çoğunu yedi
Mürtekip kepaze nedamet muhtar
Sahtekar yalancı dinsiz imansız
Kanımızı sordu bıraktı cansız
Yazık bu millete demez vicdansız
Kahrol bu halk san emanet muhtar
Adil beyler köyümüzde soygun var
Gören yoktur soran yoktur yangın var
Adalete hücum ede çapkın var
O da bizim köyde malamat muhtar
Eski ameleye bey oldu hemen
Çok fakiri zengin eder bu zaman
Akşam sabah inşallahürrahman
Kopacak başında kıyamet muhtar
Al(i) İzzet esiriz bir elden alın
Atatürk başıyçin imdada gelin
İslam defterinden bu iti silin
Haşa Türk değil bu ne millet muhtar
Hüseyin Çırakman<!--[if !supportFootnotes]-->[57]<!--[endif]-->,
Odun yok kömür yok param kalmadı
Halimizi bir gel de gör insanlık
Ölmek istiyorum çarem kalmadı
Halimizi bir gel de gör insanlık
Yavrum yılda bir kez yemezken eti
Pirzolayla besler bazısı iti
Nasıldı unuttum kaymağı sütü
Halimizi bir gel de gör insanlık
Genellikle menfaate uyan var
Halk sırtından yeyip yeyip doyan var
Çıkar için insanlara kıyan var
Halimizi bir gel de gör insanlık
Zenginlere dem üstüne dem gelir
Fakirlere gam üstüne gam gelir
Her bir şeye zam üstüne zam gelir
Halimizi bir gel de gör insanlık
Çırakman’ım sazım ile gezerim
Halkım için gerçekleri yazarım
Korkum yoktur hazırlansa mezarım
Halimizi bir gel de gör insanlık
Mahsuni Şerif<!--[if !supportFootnotes]-->[58]<!--[endif]-->,
Uzaktan yakından yuh çekme bana
Sana senin gibi baktım ise yuh
Efendi görünüp bütün insana
Hakkın kullarını yıktım ise yuh
Yuh yuh soyanlara
Soyup kaçıp doyanlara yuh yuh
Ben hoca değilim muska yazmadım
Ben hacı değilim Arap gezmedim
Kuvvetliyi sevip zayıf(ı) ezmedim
Namussuza boyun büktüm ise yuh
Yuh yuh ben böyleysem
Yuh yuh sen öyleysen
Ere sopa vuran paşa değilim
Ben merdi ezmeye maşa değilim
Atomcuyum kirli köşe değilim
Memleketi satıp yaktım ise yuh
Yuh yuh soyanlara
Soyup kaçıp doyanlara
Ne demek efendim bey ve amele
Fakir soymak yakışır mı kamile
Rüşveti hak bilip her dakka hile
Yapıp yapıp kafa çektim ese yuh
Yuh yuh soyanlara
Soyup kaçıp doyanlara
İnsanlığa kıyanlara yuh yuh
Bu kadar milletin hakkın alanlar
Onları kandırıp zevke dalanlar
Diplomayla olmaz hakim olanlar
Suçsuzun başına çöktüm ise yuh
Yuh yuh ben böyleysem
Yuh yuh sen öyleysen
Mahzuni’yim benden başlar asalet
Asillere paydos beye nihayet
Şu insanlık derde girerse şayet
Ona yar olmaktan bıktım ise yuh
Yuh yuh ben böyleysem
Yuh yuh sen öyleysen

BİBLİYOGRAFYA

AKAR Hüseyin, Dersim’den Portreler, Kalan Yayınları,1999.
AKTAY Yasin, Türk Dininin Sosyolojik İmkanı, İstanbul: İletişim Yayınları, 1999.
ANDERSON Benedict, Hayali Cemaatler, 2. Baskı, İstanbul: Metis Yayınları, 1995.
AYATA-GÜNEŞ Ayşe, “Kentsel Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet ve Etnik Kimlik Aleviler ve Soydaşları Örneği”, Cumhuriyet, Demokrasi ve Kimlik, Yayına Hazırlayan Nuri Bilgin, İstanbul: Bağlam Yayınları, 1997, ss. 197-205.
BAŞGÖZ İlhan, Aşık Ali İzzet Özkan, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1979.
BAŞGÖZ İlhan, İzahlı Halk Edebiyatı Antolojisi, 1968.
BERGE Metin, Cumhuriyet Döneminde Bektaşilik, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Ankara: 1990.
BEZİRCİ Asım, Türk Halk Şiiri I, İstanbul: Say Yayınları, 1993.
CLARKE Gloria Lucille, “Bir Dedenin Kimliğinde Müziğin Yeri Ne Kadardır?” Seçkinlerin Müzik Eğitimi: Türkiye Alevilerinin Manevi Liderlerinin Yetişmesinde Müziğin Rolü, Mimar Sinan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müzikoloji Anabilim Dalı Etnomüzikoloji ve Folklor Programı, Doktora Tezi, İstanbul: 1998.
ÇAMUROĞLU Reha, Sabah Rüzgarı, İstanbul: Metis Yayınları, 1992.
ÇAMUROĞLU Reha, Tarin,Heterodoksi ve Babailer, 2. baskı, İstanbul: Metis Yayınları, 1992.
DUYGULU Melih, Alevi-Bektaşi Müziğinde Deyişler, İstanbul: 1997.
ERÖZ Mehmet, Türkiye’de Alevilik Bektaşilik, İstanbul: 1977.
EYUPOĞLU İsmet Zeki, Alevi-Bektaşi Edebiyatı, İstanbul: Der Yayınları, 1991.
GÖLPINARLI Abdülbaki, Alevi-Bektaşi Nefesleri, 2. Baskı, İstanbul: İnkılap Kitabevi, 1992.
KALKAN Emir, XX. Yüzyıl Türk Halk Şairleri Antolojisi, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1991.
KEHL Kristina, “Tarih Mitosu ve Kollektif Kimlik”, Çeviren Tanıl Bora, Sayı 88, Tarih ve Toplum, 1996, ss.52-63.
KÖPRÜLÜ. Fuad, “Ozan”, Edebiyat Araştırmaları I, 3. Baskı, İstanbul: Ötüken Yayınları, 1989, ss 131-144.
KÖPRÜLÜ Fuad, “Saz Şairleri, Dün ve Bugün” Edebiyat Araştırmaları I, 3. Baskı, İstanbul: Ötüken Yayınları, 1989, ss. 165-193.
MELİKOFF Irene, Uyur İdik Uyardılar, Çeviren Turan Alptekin, İstanbul: Cem Yayınevi,1993.
OCAK Ahmet Yaşar, Bektaşi Menakıbnamelerinde İslam Öncesi İnanç Motifleri, İstanbul: Enderun Yayınları, 1983.
OCAK Ahmet Yaşar, Kültür Tarihi Kaynağı Olarak Menakıbnameler, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1992.
OCAK Ahmet Yaşar, “Alevilik ve Bektaşilik Hakkındaki Son Yayınlar Üzerine (1990) Genel Bir Bakış ve Bazı Gerçekler”, Türk Sufiliğine Bakışlar, İstanbul: İletişim Yayınları, 1996, ss. 191-223.
OLSSON Tord, “Sonsöz: Ali Odaklı Mezheplerde Yazıya Geçirme”, Alevi Kimliği, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1999.
ONG Walter J., Sözlü ve Yazılı Kültür, 2. Baskı, İstanbul: Metis Yayınları, 1999.
ÖZMEN İsmail, Alevi-Bektaşi Şiirleri Antolojisi, cilt 5, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1998.
ÖZTELLİ Cahit, Bektaşi Gülleri, İstanul: Özgür Yayın Dağıtım, 1985.
TAŞĞIN Ahmet, Ereğli ve Çevresindeki Alevilerde Sosyal ve Dini Hayat, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Konya: 1997.
TAŞYAPAN Ali, Anılarla Geçmişe Yolculuk İbrahim Kaypakkaya Birlikte..., Birinci Cilt, İstanbul: Belge Yayınları, 1997.
ÜNSAL Artun, Umuttan Yalnızlığa Türkiye İşçi Partisi (1961-1971), İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2002.
YAVUZ Hakan, “Alevilerin Türkiye’de Medya Kimlikleri: “Ortaya Çıkış’ın Serüveni”, Tarihi ve Kültürel Boyutlarıyla Türkiye’de Aleviler Bektaşiler Nusayriler, İstanbul: Ensar Neşriyat, 1999, ss. 57-87.
ZELYUT Rıza, Halk Şiirinde Başkaldırı, İstanbul: Sosyal Yayınları, 1989.
ZELYUT Rıza, Halk Şiirlerinde Gerçekçilik, 2. Baskı, İstanbul: Yön Yayınları, 1982.
<!--[if !supportFootnotes]-->

<!--[endif]-->
<!--[if !supportFootnotes]--> [1]<!--[endif]--> Ahmet Taşğın, “Ayetten Nefese: Alevi-Bektaşi Edebiyatında Dönüşüm”, Alevi-Bektaşi Edebiyatı Sempozyumu, Yol Dergisi Sayı 18, ss. 28-43.
<!--[if !supportFootnotes]--> [2]<!--[endif]--> Dicle Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi
<!--[if !supportFootnotes]--> [3]<!--[endif]--> Benedict Anderson, Hayali Cemaatler, 2. Baskı, İstanbul: Metis Yayınları, 15-22.
<!--[if !supportFootnotes]--> [4]<!--[endif]--> Ayşe Güneş-Ayata, “Kentsel Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet ve Etnik Kimlik Aleviler ve Soydaşları Örneği”, Cumhuriyet, Demokrasi ve Kimlik, Yayına Hazırlayan Nuri Bilgin, İstanbul: Bağlam Yayınları, 1997, ss. 197-205.
<!--[if !supportFootnotes]--> [5]<!--[endif]--> Tord Olsson, “Sonsöz: Ali Odaklı Mezheplerde Yazıya Geçirme”, Alevi Kimliği, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, s. 265.
<!--[if !supportFootnotes]--> [6]<!--[endif]--> Reha Çamuroğlu, Tarih, Heterodoksi ve Babailer, 2. baskı, İstanbul: Metis Yayınları, 1992, s, 64; Reha Çamuroğlu, Sabah Rüzgarı, İstanbul: Metis Yayınları, 1992, s. 14. Yazar, gösterilen her iki yerde de “... yazılı iletişimin birincil işlevi köleliği kolaylaştırmaktır” cümlesini Claude Levi-Strauss’dan alıntılayıp Alevi-Bektaşi sözlü edebiyatına olumlu bir anlam yükleyerek Alevi-Bektaşiler lehine sonuçlandırmaktadır.
<!--[if !supportFootnotes]--> [7]<!--[endif]--> Yasin Aktay, Türk Dininin Sosyolojik İmkanı, İstanbul: İletişim Yayınları, 1999, 81.
<!--[if !supportFootnotes]--> [8]<!--[endif]--> Walter J. Ong, Sözlü ve Yazılı Kültür, 2. Baskı, İstanbul: Metis Yayınları, 1999, 97-98.
<!--[if !supportFootnotes]--> [9]<!--[endif]--> Walter J. Ong, age., s. 208-210.
<!--[if !supportFootnotes]--> [10]<!--[endif]--> Tord Olsson, agm., s. 268.
<!--[if !supportFootnotes]--> [11]<!--[endif]--> Tord Olsson, agm., s. 265.
<!--[if !supportFootnotes]--> [12]<!--[endif]--> Hakan Yavuz, “Alevilerin Türkiye’de Medya Kimlikleri: “Ortaya Çıkış’ın Serüveni”, Tarihi ve Kültürel Boyutlarıyla Türkiye’de Aleviler Bektaşiler Nusayriler, İstanbul: Ensar Neşriyat, 1999, ss. 71-76.
<!--[if !supportFootnotes]--> [13]<!--[endif]--> Kristina Kehl, “Tarih Mitosu ve Kollektif Kimlik”, Çeviren Tanıl Bora, Sayı 88 Tarih ve Toplum,, 1996, s. 55; 57.
<!--[if !supportFootnotes]--> [14]<!--[endif]--> Menakıbnameler üzerine detaylı bir çalışma için bakınız: Ahmet Yaşar Ocak, Bektaşi Menakıbnamelerinde İslam Öncesi İnanç Motifleri, İstanbul: Enderun Yayınları, 1983; Ayrıca Ahmet Yaşar Ocak; Bektaşi Menakıbnamelerinin, Vilayetname şeklinde isimlendirildiğini ve bunun dikkate şayan olduğunu belirtir ve şu açıklamayı getirir: “Bektaşi ıstılahında menakıbname (menkabeler kitabı) yerine genel olarak vilayetname (velilik kitabı) teriminin kullanılması ilgi çekicidir. Kanaatimizce bu terim, Bektaşilik’teki velilik kavramıyla doğrudan alakalı olmalıdır. Velilik bir çok bakımdan adeta peygamberliğin devamı gibi telakki olduğundan bu eserlere “veliliği ispat edici kerametleri toplayan kitap” manasında Vilayetname denilmiş olması akla yakın görünüyor.” Ahmet Yaşar Ocak, Kültür Tarihi Kaynağı Olarak Menakıbnameler, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1992, s. 52.
<!--[if !supportFootnotes]--> [15]<!--[endif]--> Ahmet Yaşar Ocak, “Alevilik ve Bektaşilik Hakkındaki Son Yayınlar Üzerine (1990) Genel Bir Bakış ve Bazı Gerçekler”, Türk Sufiliğine Bakışlar, İstanbul: İletişim Yayınları, 1996, ss. 191-223.
<!--[if !supportFootnotes]--> [16]<!--[endif]--> “Halk” kelimesinin üretilmiş ve ideolojik bir tanım olduğunu vurgulamalıyım. Esasen Alevi-Bektaşi edebiyatının kurgulanmış bir yapıya uygun hale gelmiş olması “ayetten nefese” dönüşümünün en güzel örneklerinden biridir.
<!--[if !supportFootnotes]--> [17]<!--[endif]--> Kristina Kehl, agem., s. 54.
<!--[if !supportFootnotes]--> [18]<!--[endif]--> Ahmet Taşğın, Ereğli ve Çevresindeki Alevilerde Sosyal ve Dini Hayat, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Konya: 1997. Nefeslerin ayet olarak isimlendirilmesi üzerine anket soruları arasına iki adet soru konulmuş ve ayet olarak inanılan nefeslerin Alevi inançlarının anlaşılmasında önemli olduğunu belirtilmişti. Daha geniş bilgi için bu çalışmaya bakılabilir.
<!--[if !supportFootnotes]--> [19]<!--[endif]--> “Ayet”, Anadolu Alevileri arasında yaygın olarak kullanılmaktadır: Balıkesir ve çevresi Alevi-Bektaşi toplulukları ve özellikle Tokat, Amasya, Çorum ve Sivas’ta yerleşik olan Hubyarlı Sıraçlarında bu şekilde kullanılmaktadır.
<!--[if !supportFootnotes]--> [20]<!--[endif]--> Mehmet Eröz, Türkiye’de Alevilik Bektaşilik, İstanbul: 1977, s. 88-89.
<!--[if !supportFootnotes]--> [21]<!--[endif]--> Melih Duygulu, Alevi-Bektaşi Müziğinde Deyişler, İstanbul: 1997, s. 8.
<!--[if !supportFootnotes]--> [22]<!--[endif]--> Melih Duygulu, age., s. 12.
<!--[if !supportFootnotes]--> [23]<!--[endif]--> Cahit Öztelli, Bektaşi Gülleri, İstanbul: Özgür Yayın Dağıtım, s. 11; Asım Bezirci, Türk Halk Şiiri I, İstanbul: Say Yayınları, 1993, s. 27.
<!--[if !supportFootnotes]--> [24]<!--[endif]--> Abdülbaki Gölpınarlı, Alevi-Bektaşi Nefesleri, 2. Baskı, İstanbul: İnkılap Kitabevi, 1992, s. 8.
<!--[if !supportFootnotes]--> [25]<!--[endif]--> Irene Melikoff, Uyur İdik Uyardılar, Çeviren Turan Alptekin, İstanbul: Cem Yayınevi, 1993, s. 39.
<!--[if !supportFootnotes]--> [26]<!--[endif]--> Ek bölümünde bu ozanlara ait birer örnek alınmıştır.
<!--[if !supportFootnotes]--> [27]<!--[endif]--> Gloria Lucille Clarke, “Bir Dedenin Kimliğinde Müziğin Yeri Ne Kadardır?” Seçkinlerin Müzik Eğitimi: Türkiye Alevilerinin Manevi Liderlerinin Yetişmesinde Müziğin Rolü, Mimar Sinan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müzikoloji Anabilim Dalı Etnomüzikoloji ve Folklor Programı, Doktora Tezi, İstanbul: 1998, s.259.
<!--[if !supportFootnotes]--> [28]<!--[endif]--> Metin Berge, Cumhuriyet Döneminde Bektaşilik, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Ankara: 1990, s. 32-34.
<!--[if !supportFootnotes]--> [29]<!--[endif]--> Rıza Zelyut, Halk Şiirinde Başkaldırı, İstanbul: Sosyal Yayınları,1989, s. 40-41.
<!--[if !supportFootnotes]--> [30]<!--[endif]--> İsmet Zeki Eyupoğlu, Alevi-Bektaşi Edebiyatı, İstanbul: Der Yayınları, 1991, s. 322.
<!--[if !supportFootnotes]--> [31]<!--[endif]--> Rıza Zelyut, age., s, 415.
<!--[if !supportFootnotes]--> [32]<!--[endif]--> Türkiye İşçi Partisinin kuruluş dönemleri için şu esere bakınız: Artun Ünsal, Umuttan Yalnızlığa Türkiye İşçi Partisi (1961-1971), İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2002.
<!--[if !supportFootnotes]--> [33]<!--[endif]--> 1960’lı yıllardan sonra yaygın hale gelen ozan terimi, dönemin siyasi ideolojik ortamını en güzel yansıtan ifadelerden biridir. Çünkü “ozan”, saz şairleri yerine kullanılmaktadır. Oysa ozan, saz şairlerinin modernleşme sürecindeki karşılığı olmayacağı gibi aynı zamanda saz şairlerinin işlevinin de dönüştüğünü ifade eder. Alevi-Bektaşi nefeslerindeki dönüşümünün göstergesi olan ozan, geleneksel olarak devam eden cem törenleri ve cem törenlerini sürdüren on iki hizmetin işlevsiz hale gelmesi sonucu kutsal alandan dünyevi alana taşınmıştır. Kuşkusuz yeni oluşum bu ifade ile karşılanmış oldu. Bu ifade hem sol siyasal hem de dünyevi bir karşılığa denk düşmektedir. Türkiye’de meydana gelen toplumsal siyasi dini değişim için yeniden üretildi. Esasen ozanın kullanımı Türklerin en eski tarihine kadar gitmektedir. Ozan teriminin bu eski kullanımı için bakınız: Fuad Köprülü, “Ozan”, Edebiyat Araştırmaları I, 3. Baskı, İstanbul: Ötüken Yayınları, 1989, s. 131-144.
<!--[if !supportFootnotes]--> [34]<!--[endif]--> Bu konunun en güzel örnekleri arasında sayılabilecek ve bu dönemi anlatan esere bakınız: Ali Taşyapan, Anılarla Geçmişe Yolculuk İbrahim Kaypakkaya İle Birlikte..., Birinci Cilt, İstanbul: Belge Yayınları, 1997, s. 530-532.
<!--[if !supportFootnotes]--> [35]<!--[endif]-->Rıza Zelyut, age., s, 59.
<!--[if !supportFootnotes]--> [36]<!--[endif]--> Rıza Zelyut, Halk Şiirlerinde Gerçekçilik, 2. Baskı, İstanbul: Yön Yayınları, 1982, s.262-265.
<!--[if !supportFootnotes]--> [37]<!--[endif]--> İsmet Zeki Eyupoğlu, age., s. 330.
<!--[if !supportFootnotes]--> [38]<!--[endif]--> İsmet Zeki Eyupoğlu, age., s. 322.
<!--[if !supportFootnotes]--> [39]<!--[endif]--> İsmet Zeki Eyupoğlu, age., s. 333.
<!--[if !supportFootnotes]--> [40]<!--[endif]--> Walter J. Ong, age., s. 20.
<!--[if !supportFootnotes]--> [41]<!--[endif]--> Gloria Lucille Clarke, agt., s. 262-263.
<!--[if !supportFootnotes]--> [42]<!--[endif]--> Gloria Lucille Clarke, agt., s. 275.
<!--[if !supportFootnotes]--> [43]<!--[endif]--> Gloria Lucille Clarke, agt., s. 262-263.
<!--[if !supportFootnotes]--> [44]<!--[endif]--> İsmet Zeki Eyupoğlu, age., s. 336.
<!--[if !supportFootnotes]--> [45]<!--[endif]--> İlhan Başgöz, Aşık Ali İzzet Özkan, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1979 gibi çalışmalar yavaş kendini göstermeye başlamıştır. Artık yazılı kültür kendini gösterirken yazılı kültür kendini dayatmaktadır.
<!--[if !supportFootnotes]--> [46]<!--[endif]--> Asım Bezirci, age., s. 32-33.
<!--[if !supportFootnotes]--> [47]<!--[endif]--> İlhan Başgöz, İzahlı Halk Edebiyatı Antolojisi, 1968, s. 21.
<!--[if !supportFootnotes]--> [48]<!--[endif]--> Fuad Köprülü, “Saz Şairleri, Dün ve Bugün” Edebiyat Araştırmaları I, 3. Baskı, İstanbul: Ötüken Yayınları, 1989, s. 165-166.
<!--[if !supportFootnotes]--> [49]<!--[endif]--> İsmail Özmen, Alevi-Bektaşi Şiirleri Antolojisi, cilt 5, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1998, s. 17-18.
<!--[if !supportFootnotes]--> [50]<!--[endif]--> İsmet Zeki Eyupoğlu, age., s. 328.
<!--[if !supportFootnotes]--> [51]<!--[endif]--> Tord Olsson, agm., s. 266.
<!--[if !supportFootnotes]--> [52]<!--[endif]--> Davut Sulari: Davut Sulari’nin asıl adı Davut Akbaba’dır. Erzincan’ın Çayırlı ilçesine bağlı Karahüseyin köyünde 1925 yılında doğdu. Yurt içi ve yurt dışı olmak üzere bir çok gezide bulunmuştur. 1985 yılında Erzincan’da vefat etmiştir. Asım Bezirci, age., s. 164; Hüseyin Akar, Dersim’den Portreler, Kalan Yayınları, 1999, s. 111-112; İsmail Özmen, age., s. 333; Emir Kalkan, XX. Yüzyıl Türk Halk Şairleri Antolojisi, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1991, s. 330.
<!--[if !supportFootnotes]--> [53]<!--[endif]--> Aşık Daimi: Aşık Daimi’nin asıl adı İsmail’dir. Daimi Baba adıyla da anılır. 1932 yılında İstanbul’da doğmuştur. Dedesi Erzincan’ın Tercan ilçesine bağlı Karahüseyin köyünden İstanbul’da göç edip yerleşmiştir. Daimi dedesinden etkilenerek saz çalıp şiir söylemeye başlamıştır. Şiirlerini Daimi adıyla söylemiştir. 1983 yılında İstanbul’da vefat etmiştir. Asım Bezirci, age., s. 267; Hüseyin Akar, age., s. 143; İsmail Özmen, age., s. 453. Emir Kalkan, age., s. 253.
<!--[if !supportFootnotes]--> [54]<!--[endif]--> Aşık Zamani: Aşık Zamani, 1948 yılında Tunceli’nin Ovacık ilçesine bağlı Kuşluca köyünde doğdu. Zamani çevresinde gördüğü acı gerçekleri, halkın çektiği sıkıntıları, özellikleri yoksul köylülerin yürek burkan yaşantılarını dile getirdi. Zamanla toplumcu dünya görüşüne bağlandı. Haksızlığa, sömürüye, savaşa, geriliğe karşı çıktı. Toplumsal adaleti, özgürlüğü, barışı sundu. Halkın dertlerini yazmadığı, zulme karşı çıkmadığı gerekçesiyle aşık Veysel’i eleştirdi. Asım Bezirci, age., s. 347; Hüseyin Akar, age., s 191; İsmail Özmen, age., s. 575.
<!--[if !supportFootnotes]--> [55]<!--[endif]--> Nesimi Çimen: Nesimi Çimen aslen Sivaslı’dır. 1931 yılında Adana’nın Saimbeyli ilçesine bağlı Fatmakuyu köyünde doğdu. 1941 yılında ailesi Kayseri’nin Sarız ilçesinin İncemağara köyüne yerleşti. Burada evlendikten sonra Adana’ya göç ederek Kozan ilçesinde bakırcılık ve kalaycılık öğrendi ve tekrar Sarız’a dönerek mesleği üzerinde çalışmaya devam etti. Bir süre sonra İstanbul’a göç etti ve burada bir fabrikada işçi olarak çalışmaya başladı. Bir yıl sonra fabrikadan ayrılarak hayatını saz çalarak kazanmaya başladı. 1993 yılında Sivas’ta öldu. Asım Bezirci, age., s. 233; İsmail Özmen, age., s. 441; Emir Kalkan, age., s. 386.
<!--[if !supportFootnotes]--> [56]<!--[endif]--> Ali İzzet Özkan: Aşık Ali İzzet Özkan 1902 yılında Sivas’ın Şarkışla ilçesine bağlı Höyük köyünde doğdu. Hayatı çalkantılarla dolu olan ozanın memurluk, ozanlık ve siyasi olaylarla ilişkileri arasında gidip gelmiştir. Şikayetler üzerine yargılanmalarından beraat eder. 1981 yılında Ankara’da vefat etti. Asım Bezirci, age., s. 112; İsmail Özmen, age., s. 339; Emir Kalkan, age., s. 216.
<!--[if !supportFootnotes]--> [57]<!--[endif]--> Hüseyin Çırakman: Hüseyin Çırakman 1930 yılında Çorum’un Sungurlu ilçesine bağlı Körkü köyünde doğdu. Saz çalmayı köyünde öğrendi. Uzun süre köyde yokluk içerisinde yaşayan Hüseyin Çırakman uzun süre sonra Ankara’ya göç etti. Ankara’da da ekonomik sıkıntı çeken ozan bir ara radyoevinde çalıştı ve daha sonra ayrıldı. Yaşamını saz çalarak sürdü. Asım Bezirci, age., s. 216; İsmail Özmen, age., s. 331; Emir Kalkan, age., s. 382.
<!--[if !supportFootnotes]--> [58]<!--[endif]--> Mahsuni Şerif: Mahsuni Şerif’in asıl adı Şerif Cırık’tır. 1943 yılında Kahramanmaraş’ın Afşin ilçesinin Berçenek köyünde doğdu. Köyde okul olmadığından Nembey köyünde Kur’an Kursuna devam etti ve eski yazıyı öğrendi. Bir süre askeri okula devam etti ve daha sonra maddi yetersizlik nedeniyle öğrenimini bıraktı. Ankara gazinolardan birinde çalışmaya başladı. Okuduğu şiirlerle ve doldurduğu plaklarla Türkiye’ye mal oldu. 2002 yılında Almanya’da vefat etti ve Hacı Bektaş’a defnedildi. Asım Bezirci, age., s. 330; İsmail Özmen, age., s. 491; Emir Kalkan, age., s. 489.

RUS ARAŞTIRMACI V. A. GORDLEVSKİ’NİN ALEVİLİK-BEKTAŞİLİK ARAŞTIRMALARINA İLİŞKİN DÜŞÜNCELER

RUS ARAŞTIRMACI V. A. GORDLEVSKİ’NİN ALEVİLİK-BEKTAŞİLİK ARAŞTIRMALARINA İLİŞKİN DÜŞÜNCELER

Kazakistan’da Yesevilik araştırmaları yürütürken, bir yandan da Sovyet dönemi özellikle tanınmış Rus araştırmacılarının İslam, sufilik, ve Alevilik-Bektaşilik konularındaki araştırmalarını elde etmeye ve bunların çevirisine çalışıyorum. Bu bağlamda, Sovyetler Birliği döneminde Alevilik-Bektaşilik araştırmaları bakımından en tanınmış uzmanın V. A. Gordlevski olduğu söylenebilir. Onun çeşitli yerlerde yayınlanmış makaleleri topluca “Seçilmiş Eserler” olarak ciltler halinde yayınlanmıştır. Gordlevski’nin bu çalışmalarında yer alan  en önemli makaleleri Almatı’da bulunan Milli Kütüphane’den sağlanarak incelenmiş ve değerlendirilmiştir. Bu çalışmalar hakkında çok yazılabilir. Burada ancak bu çalışmalara ilişkin genel bir değerlendirme yapmaya çalışacağım. Genel olarak ifade etmek gerekirse eski Sovyet nüfuzundaki Orta Asya ülkelerindeki yayınlarda, Alevilik-Bektaşilik konusunun pek sağlıklı değerlendirildiği söylenemez. Bunun yanısıra kaynakların nicelik bakımından da yetersiz olduğu söylenebilir. Zaten Gordlevski’nin kendisi de Anadolu’daki dinsel hayat hakkında varolan bilgilerin yetersizliğini vurgulamaktadır. (Gordlevski, 1960b: 245) İncelediğimiz yayınlarda yeterli veriler olmaksızın yapıldığı belli ön yargılı ifadeler dikkat çekmektedir. 1990’lar sonrasındaki yayınlarda da eski Sovyet dönemindeki yayınlarla paralellik görülmektedir. Bu bağlamda bazı ansiklopedi maddelerindeki verilere bakmak gerekmektedir. Bunlarda Bektaşiliği Hıristiyanlıkla benzeştirme yönündeki ifadeler ağırlıklıdır. Mesela Sovyet döneminde yayınlanmış olan, Usmanov’un İslam ansiklopedik sözlüğünde yer alan Bektaşilik’le ilgili şu ifadelere bakınız: “Bu hıristiyanlıktaki mukaddes üçlükü (troyka)ğa taklid kılıp, müslümanların mukaddes üçlükü – Allah, Muhammet, Ali deyip tan oladı.” (Usmanov, 1987: 55)<!--[if !supportFootnotes]-->[2]<!--[endif]--> Ayrıca Alevilik Bektaşilik konusu sadece Bektaşilik başlığı altında alınmış ve bu genel deyim altında yer alan yöresel farklılıklara dikkat edilmeyerek Dedebabalar veya Çelebilere bağlı gruplara ilişkin ritüel ayrıntıları aynı imiş gibi sunulmuştur. (Örn. Bkz. Islam Ensiklopediçeski Slovar, 1991) Sovyet kaynaklarındaki bu gibi yanlış yorumlara Kurbanov ve Kadirzade’de çalışmalarında değinmektedirler. (Kadirzade, 1999; Kurbanov, 2000).

Gordlevski kimdir?

Prof. V. A. Gordlevski tanınmış bir Rus araştırmacı olup aynı zamanda Sovyetler Birliği zamanındaki en büyük bilimsel ünvan olan “Akademik” ünvanına da sahiptir. Akademik terimi bizde kullanılan “akademisyen” terimi ile aynı anlama gelmeyip, her profesör akademik olma derecesine sahip olamamaktadır. Akademik olanların bilimsel yayınları devlet tarafından birçok cilt halinde yayınlanmaktadır. V. A. Gordlevski’nin çalışmaları da bu şekilde yayınlanmıştır. Akademik V. V. Barthold gibi onun çalışmaları da Türkoloji araştırmaları bakımından büyük önem taşımaktadır. Türkiye’deki araştırmacılar onu “Anadolu Selçuklu Devleti” adlı Türkçe yayınlanan eseri ile tanımaktaydılar.

Gordlevski’nin Yanlışlarının Nedenleri

Öncelikle ifade etmek gerekir ki Gordlevski çok büyük bir bilim adamıdır. Alevilik-Bektaşilik konusundaki makalelerinde doğru bilgilere de yer vermiştir. Konuyla ilgili döneminin literatürünü çok başarılı bir şekilde incelemiş ve alanda elde ettiği verilerle birlikte değerlendirerek kullanmıştır. Ancak Gordlevski’nin çalışmalarını kendi alanım  doğrultusunda değerlendirdiğimde yanlış verilerin, yanlış anlamaların ve yorumların bulunduğunu da söylemek durumundayım. Burada bu konular üzerinde durulacak ve buna ilişkin örnekler verilecektir. Gordlevski’nin makalelerindeki hataların bir bölümü belki de onun çalışmalarının kapsamından kaynaklanmaktaydı. Onun makaleleri çok geniş bir alanı içermekte ve din, etnoloji, tarih gibi konuların detayları üzerinde durulmaktadır. Bu kapsam nedeniyle haliyle birçok yanlışlıklar yapmak kaçınılmaz olmaktadır. Belli bir alan ve konuda yoğunlaşılsa idi hiç şüphesiz hata yapma oranı oldukça az olacaktı. Bu durum bütün sosyal bilimciler için geçerli bir doğru olsa gerek. Alevilik gibi değişik mekanlarda farklı süreçlerde farklı sosyal yapılar oluşturmuş çok karmaşık bir konuda bir yabancı araştırmacının, hele kılavuzları da onu yanlış bilgilendirince, hatalı yorumlarda bulunması kaçınılmaz hale gelmektedir.
Gordlevski’nin Alevilik Bektaşilikle ilgili değerlendirmelerinde önemli bilgi eksiklikleri ve buna dayalı yanlış değerlendirmeler oldukça fazladır. Anlaşıldığı üzere o, Alevilik Bektaşilik’in kendine özgü yapısını kavrayamadığı gibi, alan araştırmaları sırasında da kendisini  doğru bilgilendirebilecek kılavuzlardan yoksun olmuştur. Mesela Gordlevski, Sivas’taki Ermeni Milli Okulu’nun öğretmeni Karabet Kapikyan’ın da aralarında bulunduğu pek çok Ermeni’den yardım alıyor, hatta daha sonra mektupla da bilgi alışverişi sürüyor. (Gordlevski, 1960a: 250) Eskiden Sivas şimdi ise Tokat iline bağlı Zile bölgesinde yaşayan Alevi topluluklarından Anşabacılılarla ilgili makalesini tamamen Karabet Kapikyan’ın 1914’te ona gönderdiği mektupta yer alan bilgilere dayandırabiliyor. (Gordlevski, 1962e) Gordlevski’nin en büyük eksikliği bana göre kendine kılavuz olarak o sırada milliyetçilik meselesi nedeniyle Ruslarla yakın temasa geçmiş olan ve Anadolu üzerinde toprak talepleri bulunan Ermenileri seçmiş olmasıdır. Böyle bir ortamda Ermenilerin, Alevi-Sünni meselesini doğru bir şekilde anlamaları tabi ki beklenemezdi. Çünkü, dış güçler tarafından da desteklenen ve abartılı vaatlerle kışkırtılan azınlıklar Osmanlı İmparatorluğu’ndan toprak koparma yarışına girmişlerdi.
Anladığım kadarıyla Gordlevski’nin Alevilik-Bektaşilik’le ilgili makalelerinde varolan yanlış bilgiler bazı temel hatalardan kaynaklanmaktadır. Araştırma sırasında izlenen bu hatalı süreç, toplanan bilgilerin de ne yazık ki eksik ve yanlış bilgilerle dolu olmasına neden olmuştur. Bu hataları şu şekilde özetleyebilirim:
  1. Yazar, yukarıda da ifade ettiğim üzere Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarına rastlayan Anadolu’nun çok çalkantılı bir döneminde orada bulunmuştu. Şöyle ki bu sırada azınlıklar dünyanın  o zamanki büyük güçleri olan Rusya ve İngiltere ile de ilişkiye geçerek bağımsız devlet kurmak ve çeşitli haklar elde etmek çabasındaydılar. Dolayısıyla azınlıklar arasında gerek milli, gerekse dini duygular oldukça gelişmiş durumdaydı.
  2. Yazar’ın Alevilik-Bektaşilik konusunda incelediği kaynaklar da onun hatalı yorumlarında pay sahibidir. Şöyle ki F. Babinger, Le Coq, Grenard, Grothe, Jacob, Tschudi, Von Luschan gibi onun da yararlandığı araştırmacıların çalışmalarında yanlış birçok değerlendirme ve genellemeler söz konusuydu. Anadolu’nun değişik bölgelerinde yöresel farklılıklara sahip değişik Alevi grupları bulunmaktaydı. Bu karmaşık yapıya Alevilerin yüzyıllara dayanan kapalı topluluk hayatı nedeniyle doğru bilgi edinme zorluğu da eklenince hatalı yorumlarda bulunmak kaçınılmaz hale geliyordu.
  3. Yazar, 1916 yılında Erzurum, Hınıs’a Kafkas Cephesi seferine kaydolduğunu ifade ediyor. (Gordlevski, 1960b: 255) Anadolu’da emperyalist hedefleri olan ve buraya asker göndermiş bir devletten, Rusya’dan gelmiş biri olarak ne kadar doğru bilgi sağlayabilirdi? Yaşanılan atmosfer de gerek doğru bilgi toplamaya ve gerekse bunu doğru bir şekilde değerlendirmeye müsait değildi. Ayrıca araştırma amacıyla da olsa Rus ordusunda görev almış bir kişi köken itibariyle araştırmacı da olsa görüştüğü kişilerin ona sağlıklı bilgiler vermesi beklenemezdi.
  4. Yazarın kendine Alevilik-Bektaşilik konusunda aracılık etmek üzere kılavuz olarak Ermenileri seçmiş olması da çok temel bir hatadır. O sırada Ermeniler Ruslar tarafından çeşitli vaatlerde bulunulmuş, bağımsız bir devlet kurmak isteyen bir topluluk olarak, Osmanlı’nın resmi himayesindeki hakim mezhep konumunda olan Sünnilik karşısında tarafsız olamazlardı.  Rövanşist bir yaklaşım içerisinde olduklarından onlara göre Alevilik ve Sünnilik arasında hep zıtlık ve uyuşmazlık hakimdi. Böyle bir bakış açısının meseleye duygusal ve taraflı yaklaşmaya yol açması kaçınılmazdır.

Bazı Hatalı Değerlendirmeler

Alevilerin selamlaşması konusunda Gordlevski’nin söyledikleri de gerçek dışıdır. Şöyle ki bu zamana kadar hiç duymadığım bir bilgi bu. Şöyle diyor: “Ali beklentisinin coşkunluğu Kızılbaşlarda selamlaşmada geçer. Birisi Selam aleyküm “Barış seninle olsun der” Kızılbaş ise Arapça kabul edilen ve aleyküm selamı “barış seninle olsun”u biraz değiştirerek şöyle cevap verirler: “Aley kim Selyam” Kim Ali selam ona”. (Gordlevski, 1960a: 253)
Gordlevski’nin “Kızılbaşların merkezi Fırat’ın iki üst kolu arasındaki Dersim dağlarıdır ve burada onların başkanları (dede) de bulunur. Ama Küçük Asya’nın güneyinde de Elmalı’da (Eski Likya) onların dini merkezleri vardır. Onlar İstanbul yakınında Bursa vilayetinde yaşarlar.” (Gordlevski, 1960b: 260) şeklindeki değerlendirmesi eksik bilgilere dayanmaktadır. Alevilerin dini bakımdan eskiden bir merkezden yönetildiği değil de çok merkezli bir yapılanmadan söz etmek mümkündür. Alevi Ocakları, Çelebiler ve Dedebabalar şeklindeki üç genel dini hiyerarşik merkezden sözedilebiliriz. Bunun altında pek çok yerel dini merkezde vardı doğal olarak.
Gordlevski Alevilerdeki Hızır İlyas Orucu’nun da Ermenilerden alındığını öne sürmektedir. Bu orucun Ermeniler arasında Surp Sarkisa (Kutsal Sergiya) orucu adını taşıdığını söylemektedir. (Gordlevski, 1960a: 245) Alevilerde sakal konusuna ilişkin söyledikleri de mantıksız ifadelerdir. İfadelere bakalım: “Kızılbaş her sakal kılında melek oturduğunu düşünür ve sakalı keserken Allah bereketini kaybedebileceğini riske ediyorlardı.” (Gordlevski, 1960a: 243) Ayrıca Gordlevski İslamın beş şartından Namazın beş vakit uygulanma ilkesinin, Alevilerce 3 vakit olarak uygulandığını ileri sürmektedir. Şöyle diyor: “Müslüman dininin beş “farzı” (abdest, namaz, oruç, zekat, hac) Kızılbaşlarda önemli ölçüde değişikliğe uğramıştır. Böylece Kızılbaş namazı günde üç defa kılar (sabah, öğle, akşam).” (Gordlevski, 1960a: 244) Alevilerde üç vakit namaz olduğuna dair verilere ben Anadolu’nun pek çok yerlerindeki gözlemlerimde rastlayamadım. Bu anlaşılan ona verilen yanlış bilgiler sonucunda yapılmış bir değerlendirmedir.
Gordlevski’nin Tokat Zile bölgesinde yaşayan Alevi topluluklarından Sıraçlar olarak da bilinen Anşabacılılarla ilgili makalesinde de pek çok yanlışlıklar bulunmaktadır. Karabet Kapikyan’ın 1914’te ona gönderdiği mektupta yer alan bilgiler esas alınarak yazılmış bu kısa makale (Gordlevski, 1962e) çok ağır ithamları da içermektedir ki, bunların hayal ürünü olduğuna şüphe yoktur. Çünkü açıkça anlaşılacağı üzere buradaki veriler bir Ermeni’nin kulaktan dolma bilgilerine dayanmaktadır. Bu kişinin, sosyal yapılarını bildiğim Anşabacılıların arasına girip sağlıklı bilgiler edinmesi mümkün değildir. Sır konusunun çok önemli olduğu bu Alevi topluluğunda bırakınız bir yabancıyı bir başka Alevi’nin de bilgi edinmesi pek kolay değildir. Bunu 2001-2002 yıllarında Zile’nin köylerinde bölgede tanınmış bir Dede ile yaptığım ziyaretlerdeki gözlemlerimde açıkça gördüm.  Taliplerin yanı sıra bu ocağın dedelerinin mensup olduğu ailelere genel olarak halk arasında Veli Baba Ocağı ve Kurdoğlu Ocağı diyenler de vardır. Bu ocak mensupları kendilerini Baba olarak nitelerler. Anşa Bacı ve eşi Veli Baba' nın türbeleri Tokat’ın Zile ilçesi’ne bağlı Acısu Köyünde bulunmaktadır. Anşa Bacı’nın soyundan gelen “Kurt” soyadlı aile yani Babalar bugün Tokat’ın Zile ilçesi’ne bağlı Bultu Köyü’nde bulunmaktadırlar. Hiyerarşik olarak babaların altında köylerde cem yürütenler ise “sofu” olarak adlandırılırlar.  Hubyarlılar bu ocağı kendilerinden doğmuş bir ocak kabul ederler ve dolayısıyla Anşa Bacılı taliplerini de kendi talipleri sayarlar. Hubyar ocağından doğmuş bir kol olduğu söylenebilir. Tokat yöresi başta olmak üzere Sivas, Amasya ve Yozgat’da da Anşa Bacılı talipleri başka bir adla Sıraç toplulukları vardır. Örneğin Sivas Yıldızeli Yağlıdere Köyü Anşa Bacılı talibi ve Sıraçlarmış. Hubyarlılar ve Anşa Bacılılar kendilerine Sıraçlar derler. Hubyar veya Anşabacılılara bağlı olmayan Sıraç topluluklar da bulunmaktadır. Ayrıca bazı Anşa Bacılı topluluklar Hubyarlılara alabağırsak derlermiş. Ayrıca Anşa Bacılı toplulukların eski Türkmen geleneklerini koruyan hala yaşattıkları gelenekleri bulunmaktadır.<!--[if !supportFootnotes]-->[3]<!--[endif]--> Burada konumuzun dışına çıkmamak için ayrıntıya girmiyorum. İleride yayınlanacak Ocaklar hakkındaki çalışmamda daha ayrıntılı bilgilere yer vereceğim.
Şimdi gelelim Gordlevski’nin değerlendirmelerine. Yazar bu toplulukla ilgili değerlendirmelerinde çok yanlış çıkarsamalarda bulunmaktadır. Anşa Bacı’nın ailevi durumu ile ilgili iddialar çok yanlış veriler içermektedir. 2002 Yazında Zile’nin Acısu Köyü’nde bulunan ve onların önemli ziyaretgahı olan mekandaki mezarları incelemiştim, dolayısıyla Gordlevski’nin sunduğu veriler tamamıyla yanlıştır. Ayrıca o Anşabacılı adı ile “Bacıyan-ı Rum” arasında ilişki kurmaktadır. Bu isim topluluğa ve ocağa adını veren bir kadının ismi olup “Bacıyan-ı Rum” gibi kadınlardan oluşan bir topluluğu ifade etmemektedir. Bir başka ifadesinde ise Ön Asya Hıristiyanlarındaki Meryem Ana kültünün Kızılbaşlar tarafından da benimsendiğini ifade etmekte, buna ilişkin örnekler sunulmamaktadır ki, bu ifadeler de gerçeği yansıtmamaktadır. (Gordlevski, 1962e)
Burada Gordlevski’nin çalışmalarında varolan genel olarak alan verilerini toplarken yapılan yanlış yönlendirme ve bilgilendirmelerin yol açtığı sorunlara dikkat çekmeye çalıştım. Onun çalışmaları ile ilgili değerlendirilecek  daha pek çok konular bulunmaktadır. Bu konulara ileride devam edeceğiz.


YARARLANILAN KAYNAKLAR

Gordlevskiy, V. A. (1960a): “İz religioznih iskaniy v Maloy Azii Kızılbaşi”, İzbrannie Soçineniya, c.1, İstoriçeskiye Raboti, Moskva, s. 241-254.
Gordlevskiy, V. A. (1960b): “İz religioznoy Jizni Kızılbaşey Maloy Azii”, İzbrannie Soçineniya, c.1, İstoriçeskiye Raboti, Moskva, s. 255-275.
Gordlevskiy, V. A. (1962a): “Hoca Ahmed Yesevi”, İzbrannie Soçineniya, c. III, İstoriya i Kultura, Moskva, İzdatelstvo Vostoçnoy Literaturi, s. 361-368. Bu makalenin önce 1932’de aynı adla yayınlanmış  bu versiyonunu (Festschrift Georg Jacob, Leipzig, s. 57-67) elde etmiştim ki Almanya’da Dr. Aşkım Bozkurt tarafından bana ulaştırılmıştı.
Gordlevskiy, V. A. (1962b): “Dervişi-Bezbojniki”, İzbrannie Soçineniya, c. III, Moskva, İstoriya i Kultura, İzdatelstvo Vostoçnoy Literaturi, s. 32-37.
Gordlevskiy, V. A. (1962c): “Tam Gıde vı Starinu Jili Armiyane ”, İzbrannie Soçineniya, c. III, Moskva, İstoriya i Kultura, İzdatelstvo Vostoçnoy Literaturi, s. 123-128.
Gordlevskiy, V. A. (1962d): “Kızılbaşi”, İzbrannie Soçineniya, c. III, Moskva, İstoriya i Kultura, İzdatelstvo Vostoçnoy Literaturi, s. 201-202.
Gordlevskiy, V. A. (1962e): “O Maloaziatskoy Sekte Anşabacili”, İzbrannie Soçineniya, c. III, Moskva, İstoriya i Kultura, İzdatelstvo Vostoçnoy Literaturi, s. 335-337. (Bu makalenin çevirisi değerli dostum Ali Kenanoğlu’nun katkılarıyla yapılmıştır.)
Islam Ensiklopediçeski Slovar (1991): Moskva, Izdatelstva “Nauka”.
Kadirzade, Hacı Kadir (1999): “Rus Alimi Akademik V. A. Kordlevski’nin Bektaşilikle İlgili Araştırmaları Üzerine Bir Açıklama” , I. Türk Kültürü Ve Hacı Bektaş Veli Sempozyumu Bildirileri (22-24 Ekim 1998), Ankara, Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi, s. 173-176.
Kazak  SSR,  4-Тomdık Kıskaşa Ensiklopediya, “Bektaşiya” md., Тom 1, Almatı, 1984, s. 49.
Kurbanov, Ahat (2000): “Sovyetler Birliğinde Alevi Bektaşi Araştırması”, 1. Uluslararası Hacı Bektaş Veli Sempozyumu Bildirileri, 27-28-29 Nisan 2000, Ankara, s. 338-342.
Usmanov, M. A. (1987): “Bektaşiya”, İslam Spravoçnik, 2. neşr, Taşkent, Üzbek Sovyet ansiklopediyası Baş Redaksiyası, s. 55.
<!--[if !supportFootnotes]-->
<!--[endif]-->
<!--[if !supportFootnotes]--> [1]<!--[endif]--> Ahmet Yesevi Üniversitesi Öğretim Üyesi
<!--[if !supportFootnotes]--> [2]<!--[endif]--> Bu konuda ayrıca bkz. Kazak SSR, 1984: 49.
<!--[if !supportFootnotes]--> [3]<!--[endif]--> Bu ocakla ilgili Şahkulu Dergahı’nda görüştüğüm İlyas Hoca (25 Mart 2000) ve 2001-2002 Yaz aylarında Tokat’taki araştırmalarım sırasında, Tokat, Turhal, Ulutepe (Kelit) Köyü’nde görüştüğüm Anşabacılı taliplerinden Haydar Aydın (22 Ağustos 2001), Hubyar evlatlarından Eraslan Doğanay Dede, Zile’nin Karşıpınar Köyü’nden Salih Dede, Zile’nin Acısu Köyü’nden Mehmet Delen ve Hubyar evlatlarından Ali Kenanoğlu’na verdiği bilgiler için teşekkürü bir borç bilirim.
<!--[if !supportFootnotes]--> [4]<!--[endif]--> Rusça kaynaklar yardımcılarım Alişir Azim, Hasan Bektaş ve Engin Akgün tarafından çevrilmiştir. Ayrıca Didar Şavenov ve Nazgül Abildina’ya da teşekkürü bir borç bilirim.

Hiç yorum yok: