25 Ocak 2015 Pazar

Ezel ve ebed ‘yar’dır!

Ezel ve ebed ‘yar’dır!


HALİL DALKILIÇ: Ezel ve ebed ‘yar’dır!

Ülkemin Doğu’sunda hakikat nurunda hak olanların anısına...

“Ezelde hiç bir şey yoktu ve tüm dünya suyla kaplıydı. İlahi öz ‘Ya’ olarak bir incinin içerisindeydi. İnci bir deniz kabuğunun içinde ve deniz kabuğu da ezeli denizin derinliklerindeydi. ‘Ya’ ilk melek Cebrail’i yaratmaya karar verdi ve kendi özünden Cebrail’i yarattı. Cebrail aydınlandıktan sonra ezeli denizde yalnız kaldı, ta ki ‘Ya’dan başka melekler yaratmasını niyaz edene dek. ‘Ya’ bu talebi kabul etti ve kendi özünden altı melek daha yarattı. İsimleri Mikail, İsrafil, Azrail, Ruçiyar, Aywat ve Marmuz’du. Cebrail ile birlikte bu altı melek ‘Heftan’ yani yedi beden olarak tanındı. İşte o zaman, ‘Heftan’, kendilerini yaratan İlahi Öz’den, incinin içinden meydana çıkmasını talep etti. Bu talep kabul gördü ve İlahi Öz, ‘Havenkar’ olarak ortaya çıktı… İyi de kötü de aynı özden, ‘Havenkar’dan yaratıldı… Ezel ve ebed Yar’dır…”(*)
Doğu Kürdistan’da Yaresan (Ehli Hak) inancına sahip Kürtler, yaradılışı böyle anlatır. Yaresanlık, inanç ve ritüelleriyle, Kuzey Kürdistan’daki Alevi Kızılbaşlıkla oldukça benzerdir. Êzîdîlikle de benzerlikleri çoktur. Zerdüştî köklere dayanan bu inançlar, günümüze gelene kadar İslam başta olmak üzere, bölgedeki başka inançların teolojik kavram ve anlatımlarından da beslenmişlerdir...
Yaresanlar bir yaratılmışlıktan bahsetse de, kendilerini ‘Yaresan’ yani ‘tanrının dostları, yoldaşları‘ olarak tanımlarlar. ‘Ya’ canlının saf, öz halidir; hak ve hakikattir. Her şey o ‘öz’den var oldu. Ezelde vardı, ebedde de aranan hep o olacaktır. Yaşamın kendisi de onu bulma, ona ulaşma, o sırra erme serüveninden başka bir şey değildir.


‘Kara yazı’lı
hakikat arayışçısı
Kurtuluş ve özgürlük, kendini, kendi hakikatini bulma ve kendisini var eden sırra erebilme eylemi ise kurtulmak ve özgür olmak, hükmedenin, yad elin bulaştırdığı kirden, kötülükten, uyumsuzluktan ve yabancılıktan arınmaktır. Öz sahibinden gizlenen hak sırrına örtülen karanlığı yırtabilmek, o nurla nur olmaktır. Kendini, kendi öz halini ve gerçekliğini bulmaktır yani.
Bundan olsa gerek ki; tarih boyunca özgürlüğü kendine dert edinenler hep bir hakikat arayışından bahsedip durmuş. Med ülkesinin bilgesi Zerdüşt’ten bu yana, bu toprakların insanı o hakikatin izinde ömür ve asırlar tüketti.
Erzurum Karayazı’da kaderi hep kara yazıya mahkum edilmek istenen bir halkın evladı olarak dünyaya gözünü açan Doktor Afat’ı yad ellerin Antalya’sına, oradan Arap diyarlarına derken, anayurt Medya’nın kalbine, Zagroslar ve Botan’a, Serhad yaylarından Kirmanşah’ın Çiyayê Dalaho’suna, oradan Urmiye Biradost’a ve Gozan Tepesi’ndeki Dimdim Kalesi’ne kadar  peşinden sürükleyen de; işte o hakikat ışığının ta kendisidir.

Hakikat, yolundan döndürülemez!
Ailesi, ‘içine kapanık akıllı ve aynı zamanda bir uzun mesafe koşucusu’ olarak tanımlıyor onu. Henüz kendini ve dünyayı algılayacak çağa gelmeden, kendi gerçekliğinden koparılıp Karayazı’da ‘yazı’sını karartacak Yatılı Bölge Okulu’na terk ediliyor Eşref. O zaman henüz halkının yarasına derman arayan ‘Doktor Afat’ olma bilincinde değildir. Ancak bir sorgulama da yavaştan yavaşa gelişmeye başlıyor o günlerde. İçinden çıkamayınca dine, namaza veriyor kendisini bir ara ama orada da bulamıyor aradığı sırrı. Hakikatin, tek başına bir benlik değil; benliklerin beslediği bütünsel bir ışık olduğunu kavrıyor. İlgisini çevresine, ailesine, köyüne, dağına, taşına ve halkına yöneltiyor. Yalan ve sahteliğe karşı isyan günlerini yaşayan Kurdî gerçeklik karşısında irkilip, çarpılıyor.
90’lı yılların başı; Kürdün varlık yokluk çığlığının feryadı figan olduğu ve ateşle arınarak ulaşılan hakikat ışığının, tüm Kürt ülkesini aydınlattığı günler. Kürtler, ölümsüzlük otuna ulaşmak için ölümü göze alan hakikat yolcuları misali; bu kez ulaşılamazsa, bir daha hiç ulaşılamaz diyerek, ölüm taşından bir umut sarayı inşa etme çabasında...
Eşref de tutamıyor kendisini. Yıllardır o çekingen kişiliğinde bulmaya çalıştığı sır, adeta yakıyor onu. Ve Tıp Fakültesi’ni son sınıftan terk edip, ‘Doktor Afat’ olarak bir sonsuzluk koşucusu gibi atıyor kendisini, hakikat incisinin peşine. “Eylemde temiz, düşüncede temiz, bakışta temiz... Hakikat, yolundan döndürülemez!..”(Yaresan duası)

‘Kürdistan şereften yoksun kalmasın!’
Düşüyor yollara... Tarihe ismini kaydettiren yabancı ve yalancı kahramanların tutunamayıp hep kaybettiği Kürt yurdunun tüm yüksek doruklarını aşıyor. O ince uzun bedeniyle güney, kuzey, batı, doğu demeden arşınlıyor hakikatin sır olduğu yurdunun dört bir yanını. Sadece Behdînan ve Botan’a değil, ‘Eşref’ olarak ayrıldığı Serhad diyarına da ‘Doktor Afat’ olarak derman ulaştırıyor. Bilincine vardığı hakikatin sırrını, Ararat ve Tendürek’in zirvelerinden rüzgarlara serpiyor; yeni yaşamın tohumu gibi...
Güneş, Doğu’dan yükselir; ışığın incisi Doğu’nun kalbindedir. Kürt yurdunun doğusunda, bilge Zerdüşt’ten Baba Tahir’e, Emîrxan’dan Simko’ya, Qazî Muhammed’den Abdurrahman Qasimlo’ya kadar Kürt hakikatinin izini sürenler hep oldu. Kendi gerçekliğinin izini süren o hak arayışçıları, hakikate erme umudunu canlandırıp Doktor Afat’lara ulaştırdılar...
Tam dörtyüz yıl önce (1608) İran şahı Abbas, Kürt emirine, “Hey Han! Ne de olsa Kürtsün; tanı benim tacımı. Tanımazsan yok ederim seni” demiş. Kürt hanı Emirxan ise, “Senin tacın başında kalsın, vız gelir bana senin tacın. Varsın yiğitler ölsün, ama Kürdistan şan ve şereften yoksun kalmasın!” cevabını vermiş. (Dimdim destanından)
Urmiye dolaylarındaki Kela Dimdimê’de Tergever, Mergever ve Biradostlu Kürt köylülerinin Emîrxan öncülüğünde Safevi istilacılarına karşı kafa tutuşu gibi, Doktor Afat da yüzyıllar sonra aynı yerde ve aynı ruhla zalim molla rejimine karşı Kürt yüreğinin doğusuna cesaret tohumunu ekmeye koyulur.
Ancak çok geçmeden, 2007 yılının başlarında, kışın yönünü bahara çevirdiği Şubat ayının o son günlerinde, Urmiye’nin Soma Biradost alanında, Doktor Afat ve iki yoldaşı hakikat yolunda hak olurlar. Evvel ve ahir olan ‘yar’a kavuşurlar...
Her canlı, kendi özüyle güzeldir. Kendini bulma, kendi olma eylemi, en manalı çabadır. Kürtler, sonsuzluk deryasındaki inci tanesinin içinde saklı kendi öz ve gerçeklikleri olan o ‘yar’ ile buluşmaya, o sırra ermeye bu gün, tarihte hiç olmadığı kadar yakınlar.
Ve Xanê Çengzêrin olarak da bilinen Emîrxan’ın isteği de gerçeğe dönüşmüştür artık; Kürdistan şan ve şereften yoksun kalmadı. Şan ve şerefi, Eşrefler korudu, korumaya devam ediyor...
(*) Yaresan (Ehl-i Hak), M.Reza Hamzeh’ee, Avesta 2008

Doktor Afat (Eşref Karabakan) 1966 Erzurum Karayazı doğumlu. İran ordusunun saldırısı sonucu 23 Şubat 2007 tarihinde Urmiye’de yaşamını yitirdi.

Hiç yorum yok: