7 Nisan 2016 Perşembe

Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin VARİDÂT

Simavna Kadısıoğlu
Şeyh Bedreddin
VARİDÂT
(Tam Metin)
Prof. Dr. Bilal Dindar’ın
Tenkidli Basımından
Tercüme Eden:
Dr. Cengiz KETENE
KÜLTÜR BAKANLIĞI YAYINLARI. 1267
Tercüme Eserler Dizisi. 91
ISBN 975 17 0766 8
© Kültür Bakanlığı, 1990
Yayımlar Dairesi Başkanlığı’nın 6.12.1990
tarih ve TERED 928 5 1 2845 sayılı makam
onayı ile birinci defa olarak 5000 adet bastırılmıştır.
Kamer Matbaacılık ANKARA
Bu kitapta, okuyucu Osmanlı Devleti’nin
ilk dönemlerinde yetişen, felsefe, fıkıh ve
tasavvuf bilgini Simavna Kadısıoğlu Şeyh
Bedreddin’in bilinen "Varidât" adlı Arapça
eserinin tercümesi sunulmaktadır.
Bu ünlü eser Türkçe’ye tercüme edilirken,
hiç bir yorum yapılmamış ve mümkün
olduğu ölçüde her kesimin anlayabileceği bir
dil kullanılmaya çalışılmıştır.
Yaklaşık altı yüzyıl önce Arapça olarak kaleme
alınan Varidât, son derece ağır bir dil
ve üslupla yazılmıştır. Felsefî, dinî ve tasavvufî
konuların ele alındığı bu eserin, Türkçe’ye
tercüme edilmesi de birtakım güçlükleri
beraberinde getirmiştir. Ancak, elden
geldiğince güçlüklerin giderilmesine çalışılmış
ve iyi bir tercüme olması için gayret sarf
edilmiştir.
Kitabın yazan Şeyh Bedreddin’in öldürüldüğü
tarih hakkında değişik bilgiler verilmektedir.
Muhtemelen 1414 ile 1420 yılları
arasında öldürülmüştür.
4 Varidât
Bu kitapta, yazarın sadece "Varidât" adlı
eserinin tercümesi okuyucuya sunulması
amaçlandığından, Şeyh Bedreddin’in hayatı
ve diğer eserleri konusunda ayrıca bilgi verilmemiştir.
Çeşitli kaynaklarda bu hususta
yeterli bilgi bulunmaktadır.
Tercümenin amacına ulaşması ve faydalı
olmasını dilerim.
12 Aralık 1990
Dr. Cengiz KETENE
Can kuşun her zamân ezkârıdır vâridât,
Akl u hayâlin hemân efkârıdır vâridât.
İşidicek Hakk adını duydu cânım hub dadını,
Bildim kamu âriflerin esrârıdır vâridât.
Sıdk ile gönlüm sever görmeğe hem cânım iver,
Anın içün kim Hakk’ın envârıdır vâridât.
Ol dürr‐i yekdânenin kadri bilinmez anın,
Bu dil‐i vîrânenin mi’mârıdır vâridât.
Gerçi kütüp çok yazar ilm‐i ledünden haber,
Cümlesi bir bahçedir gülzârıdır vâridât.
İlm‐i Füsûs’la tamu odları söyünür kamu
Anın yerinde biten ezhârıdır vâridât
Muhyiddin ü Bedreddin ettiler ihyâ‐yi din,
Deryâ Niyâzî Füsûs enhârıdır vâridât.
Niyâzî Mısrî kaddese’llâhü sırrahu’l azîz

بِسمِ اﻟﻠﻪِ الرحمنِ الرحيمِ
الحمد ﻟﻠﻪ رب العالمين والصلاة والسلام على رسولنا محمد
وعلى اله وصحبه وسلم اجمعين
Bismillahirrahmanirrahim
Allah’ın adıyla
Âhiret işlerinin, câhillerin iddia ettiği gibi
olmadığını bil. O işler buyruk, bilinmeyen
gayb ve meleklerin dünyasıyla ilgili olup,
câhil halk tabakasının iddia ettiği gibi, gözle
görülen dünyayla ilgili değildir.
Peygamberler ve halis kişilerin söyledikleri
doğrudur. Fakat temel nokta onları anlamamadır.
Bunu iyi bil ve hiç şüphelenme
ki, cennet, köşkler, ağaçlar, huriler, mallar,
ırmaklar, meyvalar, azap, ateş ve benzerleri
rivayetlerde söylendiği ve eserlerde anlatıldığı
gibi, sadece görüntülerle izah edilemez;
onların başka anlamlan da vardır. Bu anlamları,
velilerin hâlisleri bilmektedirler.
İbâdetlerin amacı, gönülleri ölümlü varlıklardan
sıyırıp, ebedî ve yüce varlığa yöneltmektir.
Fâni varlıklara bağlı bir gönülle
8 Varidât
bin yıl namaz kılsan dahi, hiç bir sevap elde
edemezsin.
Bu beden baki kalmayacağı gibi, ölümden
sonra dağdan bölümlerinin yeniden
birleşmesi de, mümkün değildir. Ölülerin
diriltilmesindeki amaç, bu değildir.
Sen nerdesin ey gafil!
Dünyaya daldığın için, Allah’ı anlama yolundaki
çabaların azalmıştır. Bu nesneler ve
olgunluklar, senin düşündüğün gibi değildir.
Fakat sen Hak’tan uzaklaştığın için, onlara
yönetmiyorsun. Şayet bunları anlayabilirsen,
onları kendine amaç edinip, gönlünü Allah’a
yöneltebilirsin.
Sen, meyvelerle ve başka şeylerle aldatılan
çocuğa benzersin. Çocuğa dersten ürkmesin
diye, hoşuna gidecek şeylerle benzetmeler
yapılır. Sen bu gafil gönlünle Allah
ve peygamberleri tanıdığını ve kitaplar okuyarak,
ne istediklerini anladığını mı sanıyorsun?
Dersle uğraştığın sürece, Hakk’ı idrak
etmekten daha da uzaklaştığını bilmelisin!
Allah’ın buyruğu, kendi zatının gereğidir.
Sözle, harflerle, Arapça veya başka bir dille
izahtan münezzehtir. Kalem her şeyin gerçeğidir,
kendine dair ne hal meydana gelirse
yazmaktadır. Huriler, köşkler, ırmaklar,
ağaçlar, meyvalar ve benzerlerinin tümü,
hayal âleminde gerçekleşir, duyu âleminde
Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin 9
gerçekleşmez; bunu anla!
Cin de aynı şekildedir, adı da bunu gösterir;
zira görünen duyulardan gizlidir. Onu
gören kişi zahirde gördüğünü sanır, gerçek
öyle değildir. O, ancak hayal gücüyle kavranabilir.
Ulu Tanrı Kur’ân’da buyurmuştur ki:
"Gaybı bilinmeyeni , Allah’tan başka
kimse bilmez. İlimde ilerlemiş olanlar ise,
O’na inandık derler." Bunu ancak akıl sahipleri
düşünebilirler.
"Elif ve lam, ismi umûmî hale sokma belirtisidir.
Gerçekte bilen yalnız bir ve kahhar
olan Allah’tır. Bütünün bütünde olmasında
şüphe yoktur. Yani, varlıklar her nesnede ve
hatta her zerrede vardır. Görmüyor musun
tohumda bütün ağacın var olduğunu ve
bütünün ağacın her bölümünde oluştuğunu?
Ağacın bütünü meyvada mevcuttur. Her
bölümünde bir tohum vardır, böylece bütün
buradadır ve ondan oluşmaktadır. Aynı şekilde
bütün âlemler, kâinat "özden" meydana
gelmektedir ve asıl da bütünden gerçekleşmektedir.
Bütün kâinat bir zerrede vardır
ve buradan imân sahibi kişiler gizli sırrı anlarlar.
Bütün alemler insanda bulunduğu,
ancak gizli olduğu ve bu gizlilik örtüsü kalktıkça,
o zaman "Ben gizli bir hazineydim,
bilinmeyi istedim; beni bilsinler diye insan10
Varidât
ları yarattım" sözünün sırrı ortaya çıkar.
Bilen yine Allah’tır, ondan başkası değildir.
Bütünde münezzehtir ve yine nitelikleriyle
nitelenmiştir. Bir nurla mumun fitili yanar, o
halde binlerce alevle yanan gönül ışığı nasıl
olacaktır. Ey gerçek peşinde koşan yolcu!
Sen de ümitsizliğe düşme, tehlikeleri aştıktan
sonra, ışığa kavuşabilirsin.
Bazı insanlar birbirilerine ibâdet ederler
veya dirhem ve dinarlara, paralara , yiyeceklere,
övünç ve kibirliliğe bilmeden
ibâdet edip, Allah’a ibâdet ettiklerini sanırlar.
Ulu Tanrı âyeti kerimede buyurmuştur
ki:
"Doğrusu biz emaneti göklere, yeryüzüne
ve dağlara sunduk". Bilgi sahibi kişiler bu
emanetin Allah’ı anlamak olduğunu söylemişler.
Ben, bu sözle, Allah’ın sureti anlamına
geldiği düşüncesindeyim, çünkü Âdem,
Allah’ın sureti biçiminde yaratılmıştır. Onun
sureti bütünün suretidir ve yalnız insanda
bulunur, başka varlıklarda bulunmaz. Böylece
de göklerdeki ve diğerlerindeki aslın yorumuna
gerek kalmaz. Onlar kendileri bunu
yüklenmekten kaçındılar, insan, madde olarak
bunu yüklendi ve yüce Rahman’ın suretini
kabullendi; daha önceleri zâlim ve bilgisiz
iken, sonradan âdil ve bilgili oldu.
Seni Allah’a yaklaştıran her şey, melektir,
rahmandır, ondan başkasına yaklaştıSimavna
Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin 11
ranlar ise iblistir, şeytandır. Seni ulu Tanrı’ya
yönlendiren güçlerin, meleklerdir, bedenî
şehvetlere yönlendiren güçlerin ise,
şeytanlardır.
Ey kişi!
İçin melekler ve şeytanlarla doludur; galip
gelen kararı verir. Cinler ise, ikisinin arasındadır
Yeryüzüne düşen her yağmur damlasının
bir sebebi vardır. O bölgeye yağmuru yağdıran
sebep, melektir. Kendisi melekten oluştuğu
gibi, sebeplerin her biri de, melekten
ibarettir. Her damlaya melek dersen, damlayı
sağlayan sebep dolayısıyla doğru söylemiş
olursun?
Her damla içinde, melekler vardır dersen,
yine doğruyu söylemiş olursun, çünkü,
bölümlerden dolayı, melekler vardır. Bu da,
melek adı verilen bir suretin yansıtılmasını
engelleyemez.
Şunu bil ki, ceza, rahmet, acı, lezzet ve
benzerleri bütünden oluşur. Fakat Allah,
bütün bunlardan münezzehtir, zîrâ bunlar
izafidir ve inişinin gereğidir.
Görmüyor musun?
Gerek insan ve gerekse yılanın ağzındaki
tükürük su, kendisi için uygun olup, başkasına
zehirdir. Her ikisindeki hayat gerçeği,
onlardan kopmamışsa da, onlardan arındırılmıştır.
Doğru olan şudur ki, Allah kâinatın
12 Varidât
bütünüdür.
Bil ki, Allah’ın ortaya çıkmada, zâtî bir
eğilimi vardır. Bunun da gerçekleşmesi,
ancak küçük nesnelerle ortaya çıkışı ile olur.
Sevgi de, bu zatî eğilim ve özün gereğinden
ibarettir Yüce Allah,
"Ben gizli bir hazineydim bilinmeyi istedim;
beni bilsinler diye insanları yarattım"
sözleriyle buna işaret etmektedir. Diğer bir
izahla
"Gerçekleşmesi için yarattım, tesbit ettim
ve ortaya çıkardım" denilmektedir. Bu
anlamla, bazı şeyhlerin tahayyül ettikleri
sevgiyi öğrenme anlamı arasında büyük fark
vardır.
Dikkatli ol.
Bir toplumun başları olan hatip, imam ve
diğerlerinin amaçları, Hakk’a yönelik olmayabilir.
Bu durum, onlardan uzaklaşman için
yeterlidir. Şayet amaç onları doğru yola
yönlendirmek ise, ibâdetin temeli, hedeflerinin
Allah olduğu yönündedir. Bu temel yok
olursa, ibâdetleri de yok olur ve toplulukları
kötülükler içinde kalır. Kötü topluluklardan
uzaklaşmak yeğdir.
Var olanın Allah olduğunu O’ndan başkası
olmadığını bil; amaç da, yine Allah’tır;
O’ndan başkası değildir. Ya MAKSÛD, ya da
MEVCÛD demeleri, bunu gösterir. Birbirileriyle
ters düşseler bile, Allah bütün nesneSimavna
Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin 13
lerde vardır. Çünkü aşamalar bakımından
hepsi varlık ve tezat içine girmektedir. Allah,
onlardan münezzehtir. Batıl da bir varlık
olarak, Hak’tır ve batıl oluşu nisbidir. Bütün
varlık aşamaları, cisimler âleminin içindedir.
Bu cisimler yok olunca, ruhlar ve diğer mücerredâttan
başka her şey yok olur.
"Mirsâdü’l‐İbâd" adlı eserin yazarı bir örnekle
cisimleri katar ve ruhları da aşamalarına
göre şeker kamışı, beyaz şeker, bitki ve
küp şekerlere benzetmiş; bu arada ruhları
cisimlerden ayırma yanılgısına düşmüştür.
Hâlbuki gerçek öyle değildir insanın bedeni
ruhtur, Hak’tır; suretlerin birikmesiyle yoğunlaşmıştır.
Suretler ortadan kalksa da,
ortağı olmayan, bir olan Allah kalır.
Hak etki yönünden Allah’tır. Etkilenme
yönünden ise, kul ve mahlûktur, mahkûm ve
yeniktir. Bundan dolayı bütün işler Allah’a
aittir; suretler ise, araçlarıdır. Kulun suretinde
görünümünde Hak’tan başka bir şey
yoktur. Fakat kul yanılgıya düşüp, kendisinde
Hak’tan başka özgün bir varlığın işi ve
seçimi bulunduğunu sanmış tır. Bu yanılgı,
onun gafletinden ileri gelmektedir. Tıpkı iş
yapan sanatkârın, iş yaparken kendisinin ve
âletinin ayrı birer varlık olduğunu sandığı
yanılgısı gibi. O âletin esas işi yaptığım sanırsa,
bu düşüncesi beğenilmez; çünkü gafletinden
gerçekleşmektedir. Gerçeği bilip, işi
14 Varidât
ve seçimi kendisine bağlayıp ve bunların
Allah’tan geldiğini anlarsa, bunda yerilecek
bir husus yoktur. Zira mahsûs iş mahsûs
suretten çıkmıştır ve böylece o fiilin faili
odur. Bu aşamadaki iş, görünüşte insanın
fakat gerçekte Allah’ındır. Doğru olanı da,
bu şekilde olanıdır. Bilgin kişi, düşünüp,
yaptım derse, gerçeği söylemiş olur. Câhil
bunu söylerse inandırıcı olmaz. Araştırıp,
gerçeği ortaya çıkarmak için, işi yapanın işini
hissetmesi ve seçmesi gerekir. Zira istediğini
yapar, istemediğini bırakır; çünkü işler, Allah’ın
isteğiyle tahakkuk eder; iç ve dış sebeplerden
dolayı, aşamalar ve örneklerin
gereklerindendir. Bunlar birleşip ortaya
çıkınca, istek de zorunlu olarak ortaya çıkar
ve sonuçta işler de gerçekleşir. İnsan, işleri
bırakmaya muktedir olduğunu sanır; hâlbuki
durum öyle değildir. İşleri yapmamak da,
aynı şekildedir. Böylece yapanın gerçekleşme
sırasında elinde hissinden başka bir şey
yoktur. Hayvanların yaptıkları çelişkili işler,
onları seçim yapma yanılgısına düşürebilir;
hâlbuki gerçek, duyduklarındır. Kargaların
çöplükleri eşmesi, horozların gece yarılarında
ötmesi ve diğerleri, basit halk tabakasına
bilinen anlamda seçim yapma hakkı düşüncesini
uyandırır. Bu sadece sözlerin yanlış
olanıdır. Aklı yetmeyen karşı gelse bile, keşfin
verdiği budur.
Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin 15
Kâinat cinsi türü ve özü yönünden kesin
olarak kadîmdir ve onun ortaya çıkışı zamanla
ilgili değil. zâtidir. Karşıtlıklar Hak’tan
doğar. Hak bunların bir kısmından hoşlanır,
bir kısmından hoşlanmaz. Doğuş, öz ve aşamalar
gereğidir. Buna karşı çıkılmaz. Eylemlerin
düzene, kendisine yakınlaşmaya, olgunluklar
edinmeye yarayanlarına razı olur;
aksine razı olmaz. Bu durum, bir adamın,
sakin iken yapmayı istemediği bir işi, kızınca
yapmasına benzer. Allah’ın iradesi zatın ve
aşamaların gereği anlamındadır. Zahirde
düşünen kişilerin sandığı gibi suçlar ve
fevâhişler ahlâksızlıklar, Allah’ın emriyle
ortaya çıkmaz.
Ulu Tanrı zâlimlerin söylediklerinden
münezzehtir. Allah’ı arayan, hastaya benzer;
aranan olgunluklar, sağlığa; cahillik ile
Hak’tan uzak kalma da hastalığa benzer.
Nasıl ki, bir hasta kendini doktora teslim
edip, bir gün yeniden sağlığına kavuşmak
ümidiyle, istediğini yapmasına izin verir,
emirlerini yerine getirir, ilaçların acılarına
karşı sabır gösterir ve tedavideki türlü acılara
dayanıklı olmaya çalışıp, gayret harcıyorsa
ki bu gerçekleşmeyebilir de, işte arayan
kişi de böyledir. Zira sağlığın temel şartı
doktorun söylediklerine uymaktır; çünkü bu
bir araçtır; türlü acılar sonunda sağlık elde
edilir veya edilmez. Ama çaba göstermesi
16 Varidât
gerekir ve doğru olan da budur. Hasta doktoruna,
beni sağlığıma kavuşturuncaya kadar
senin emirlerine riayet etmeyeceğim
derse, bu akla uygun düşmez. Hakikati arayan
kişi de, engelleri aşmak için çaba göstermeli
ve ben istediğim gerçekleşinceye
kadar şeyhlerin söylediklerine uymayacağım
dememelidir. Zira böyle bir durum bilgi istememenin
belirtisidir.
Kişi kendi menfaati için uğraşmalıdır;
zamandan medet ummamalıdır. Uğraşma
yolu ile amacına kavuşursa, isteği yerine
gelmiş olur. Kader istediğini elde etmesini
engellerse, mazur sayılır.
Allah’a ulaşmanın en iyi yolu, dünya işlerini
bir yana bırakmaktır. Allah’a ulaşma
isteğinde bulunan birçok kişiye bu yol önerilince,
der ki isteğim yerine gelmeyinceye
kadar dünyayı bırakmam. Bu da gerçekleşmesi
mümkün olmayan bir durumdur. Bunlar
ve peygamberler tıpkı çocuk sahipleri
gibidirler. Zira onlar çocuklarına olgunluk
kazandırmak için, gerçekte var olmayan bazı
nesnelerle korkutup, umutlandırmaktadırlar.
Fakat çocuklara söylenenler masum
yalanlar olabilir. Şüphesiz ki peygamberlerin
söylediklerinin bunlarla alakası yoktur. Peygamberlerin
söylediklerinin gerçek diğer
anlamlarını dinleyenler bilgi derecelerine
göre düşünebilirler. Arifler gerçeği bilirler.
Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin 17
Mesela bir kişiye şunu yaparsan, sana nurdan
iki kuş verilecektir dendiğinde, arifler bu
iki kuşla ilim ve hünerin kastedildiğini bilirler.
Hâlbuki dinleyenler alelade kişilerin
bildiği anlama geldiğini sanırlar. Bu da doğru
değildir. Burada söylenenler peygamberlerin
bilgisi dahilindedir. Benzeri rüyada da
görülür. Zira rüyada görülen görüntü gerçekte
başkadır. Fakat birçok kişinin karşılaştığı
bir durum olduğu için, görüldüğü gibi
olmadığı anlaşılmış; izahına çalışılmış ve
anlamları bilinmiştir. Peygamberlerin yolunda
başkalarına yol yoktur. Başkaları basiretsizliği
devam ettirirken, veliler erenler keşif
yolu ile bunu anladılar.
Şöyle bir düşün!
Halk bu hususta ne gibi sanılar içindedir?
Allah’a varmanın yolları çeşitlidir; onu
tatmayan bilmez.
Allah selamet versin Hazreti İsa aleyhisselâm,
ruhuyla diri, cesediyle ölüdür. Ancak
o Allah’ın ruhu olduğundan dolayı ve ruhanî
yanının üstünlüğü dolayısıyla ölmemiştir.
Ruh ölümsüzdür; ondan dolayı ölmemiştir,
dediler. Karar üstün olanındır; bu da cesedi
ölmedi anlamına gelmez; çünkü bu
imkânsızdır; bunu anla!
(Hicri) Sekiz yüz sekiz yılı Cuma gününde
yeşiller giyinmiş iki kişi gördüm. Birinin elinde,
Allah’ın selamı ona olsun İsa’nın ölüsü
18 Varidât
vardı. O iki kişi, sanki bana İsa’nın bedeninin
öldüğünü ima ediyorlardı. Allah daha iyi
bilir. Halk tabakasının iddia ettiği gibi ölü
bedenlerin yeniden dirilmesi, doğru değildir.
Fakat öyle bir zaman gelebilir ki, insanlardan
kimse kalmazsa, yeniden topraktan babasız
anasız insan doğar ve daha sonra evlenmeyle
çoğalır.
Cennet ve cehennem ile ayrıntılarının
anlamlarının, cahillerinin akıllarından geçen
anlamlarla ilgisi yoktur. Melekler ise
melekût alemindendir. Görülmeleri ancak
varlık içinde olabilir; zîrâ melekût varlığın
batınındadır. Öyle ki, iyiliğe yol açanlara
melekler, kötülüğe yol açanlara ise, şeytanlar
ve iblisler denir. Belki de kişiliğe bürünüp,
insanların istidadına göre görüntü şekliyle
ortaya çıkabilir ve insan onu diğer sair
varlıklardan sanabilir. Hâlbuki gerçek öyle
değildir; o kişinin gördüğü görüntü iç görüntüdür
ve onun içindir ki, gören gözünü kapatsa
bile, görüntüyü görebilir. Hak’tan yüz
çeviren, hisleri cüz’i olan kişi şeytandır. Gönlü
yasaklardan arınmış uyuyan bir kişinin
rüyaları sonuna kadar gerçekleşebilir.
Bilginler ruhun soyut varlıklarla bağlantılı
olduğunu ve onda olayların yansıdığını söylerler.
Bu durum öyle olabilir. Belki de gördüğü
onun dışında değildir; fakat uyanık
iken düşündükleri rüya olabilir. Halk tabakaSimavna
Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin 19
sının iddia ettiği gibi rüyada görülenler ayrı
şeyler değildir. Kişi uyanıkken tasavvur ettiğini
uykudayken de görebilir. Dileğim onların
söyledikleri değil, benim söylediklerimin
doğru olmasıdır. Uyuyan kişi uyanıkken gördüğü,
işittiği ve tasavvur ettiğinin dışında bir
nesneyi görmez. Kendisine uygun düşeni
görür. Şayet gördükleri karşılaştırma ve
soyutlarla bağlantı sonucunda tahakkuk
etseydi, kişi o halde, daha önce hiç görmediği,
duymadığı ve gerek kendisi, gerekse de
kendi soyundan olanların gönlünden, hatırından
geçirmediği çok güzel şeyler görebilirdi
Fakat gerçek böyle değildir. Zira gördükleri,
düşüncesi sonucunda oluşturduğu
nesnelerdi. Gönül tasavvur yapmaktan hiç
bir zaman boş kalmaz. Düşünceler dâima
uyanıkken ve uyurken insanın aklından geçer.
Düşüncelerin arınma ve hallerine göre
rüyaya da doğru aktarılması ve hatırlanması
mümkündür. Sözün kısası rüya, uyuyan kişinin
düşündüklerinden ibaret olup, görüntülere
dönüşür. Söylendiğine göre "Ulu Tanrı,
ilk önce bir cevher yarattı ve daha sonra
kâinatı o cevherden var etti". Buradaki
cevherden maksat, ilk varlığın Hak suretiyle
ortaya çıkmasıdır. Yüce Tanrı söylediklerinden
daha yücedir ve herşeyi daha iyi bilir.
Şunu bil ki, zikirler ve dualar gönlü matluba
Allah’a yönlendirmek içindir ve bir
20 Varidât
bağlantıdan başka bir şey değildir. Etki yapan
yöneliştir. Yönelişten birçok nesne ortaya
çıktığı gibi, gaflet ehline saklı kalan hususlar
da aydınlanır. Amelsiz iklim, tıpkı imansız
bir amel iş ve bedensiz ruh gibidir.
Mütekellimler kelamcılar, Allah her şeye
muktedirdir ve istediğini yapabilir derler. Bu
da, Allah’ın kâfire küfrü ve zâlime zulmü
istediği anlamına gelir ve bir anlamda da,
küfür ile zulmün onun iradesi ve seçimi ile
ortaya çıktığı demektir.
Ebu Ali İbni Sînâ ve benzerleri Allah’ın
varlığının kendini gerektirdiğini zatı vacibdir
söylerler. Yani onun varlığı kâinatın varlığından
değişiktir; fakat kâinata etki yapmıştır
demektedirler. Hâlbuki ikisi birbirinden ayrı
ve farklıdır; tıpta ateşle su gibi arasında ters
etki vardır.
Bu inançların ikisi de yanlıştır ve sırf cehalet
ile bilgisizlikten ileri gelmiştir. Allah
zâlimlerin söylediklerinden münezzehtir.
Allah’ın isteği ve seçimi kâinatın isti’dâdına
göredir. Ulu Tanrı’nın buyurduğu "Allah
istediğini yapar ve dilediğini hükmeder"
sözleri, bir şey için ne dilerse, onu yapar
anlamına gelmez. Yani tasavvur ve tahayyül
edilen, birbirine zıt olan İslâm, küfür, zulüm,
adalet, taş, ağaç ve diğerlerinde istediğini
gerçekleştirir anlamını taşımaz. Buradan
çıkarılan anlam şudur:
Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin 21
Allah’ın isteği ve dileği, o nesnenin isti’dadı
doğrultusundadır. İsti’dâdında bulunmayanı
istemez ve dilek isti’dada bağlıdır.
Kâinatın tümü isti’dâdına göre ortaya
çıkmıştır. İrade bu şekilde olup, bunun karşıtı
ile ilişkisi yoktur. Allah istediğinden başka
bir şey yapmaz ve istediği de isti’dâdın dışına
çıkmaz. İstediğini yaparken, nasıl olur da
özde ortaya çıkanı yapmasın?
İnsan bazen üzüntüye kapılabilir ve bu
üzüntünün sebebini de bilmeyebilir. Hâlbuki
bunun bir sebebi olmalıdır, onu bilse üzülmezdi.
Fakat onu içinde duyar ve üzülür.
Allah daha iyi bilir.
"Allah’tan başka ilâh yoktur" sözü,
kâinatta ondan başka tapılacak yoktur anlamındadır.
"Melek, köpeği bulunan eve girmez"
hadisi, sahibinin gönlünde köpek niteliği
bulunan kişinin meleklik aşamalarından hiç
birinde şansı bulunmadığı anlamındadır.
Allah bilir.
Câhiliye döneminde insanlar görülen
putlara tapıyorlardı. Bu çağda ise kuruntuya
dayalı putlara tapıyorlar. Umulur ki Allah
gerçeği ortaya çıkarır ve ona taparlar; tıpkı
mutlak varlığa ibâdet etmenin gerekli olduğu
gibi.
Allah adı, bütün işlerin kendinden çıktığı
ve bütün olgunluklarla nitelendiği için yüce
22 Varidât
varlığa verilmiştir.
İşler, sıfatlar, durumlar ve olgunluklar
görüntüler olmadan ortaya çıkmaz. Bütün
görüntüler bütün olgunlukları gerçekleştirir.
Görüntülerin değişikliğine göre, nesneleri
değişik gösteren görüntüler meydana gelir.
Bunlardaki çokluk görüntüdedir; bir olan ise
Allah’tır ve bütün görüntülerde tecelli eder.
Görüntülerin her biri, şekil bakımından diğeriyle
çelişkilidir; ama gerçekte ise aynıdır.
Görüntülerin her birinde şekil itibarı ile kendine
özgü vaziyetler ortaya çıkar. Gerçekte
ise bütün durumlar birdir.
Bir kişi, "Ben Allah’ım" derse, mutlaka
doğrudur; çünkü varlık koşulsuz olarak Hakk
diye adlandırılır ve bu ister bütün nesneler,
isterse bir kısım nesneler ondan ortaya çıksın
veya çıkmasın, ister vasıflandırılabilsin
veya vasıflandırılmasın durum aynıdır Görünüş
bakımından her nesneye Allah’tan
ayrıdır denebilir, çünkü şekil bakımından
bütün ondan çıkmıştır".
Gerçekten de bütün birdir. Yaratıcı dendiğinin
doğruluğu gibi, Rezzak demek de
doğrudur. Başkaları da tıpkı bunun gibi,
Allah ve kul da öyledir. Çoklukta aykırılık
yoktur. Esasında değişiklik sadece anlam ve
değerlere göredir. Değerlerle tahakkuk yapılmaz.
Çokluk sadece hayallerden ibarettir.
Hadisi şerifte işaret edildiği gibi
Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin 23
"Allah vardı ve onunla başka hiç bir
nesne yoktu" ve Bestami’nin söylediğine
göre
"O şimdi de, tıpkı daha önce olduğu gibidir."
Âyeti kerimede de
"Her şey yok olacak ancak o bakidir"
sözleri bunu gösterir. Allah’ın buyurduğu
gibi
"Dünya hayatı bir oyun ve oyalanmadır."
Yani yaşamda insanları Hak’tan alıkoyan
uğraşılar vardır ve bu da oyalanma anlamındadır.
Hak’tan başka hiç bir nesneyle
uğraşmayan ve Hak’tan ayrı nesnelerden
başka bir meşgalesi bulunmayan, iki yönü
olan insanın saygı ve kiniyle yasak ve mübahını
iyi değerlendirmesi gerekir. Hakk’a götüren
ve başkasına yönlendiren iki yöndeki
uygun olanını ifâ etmek ve olmayanını ikbah
(kötü görme) ve yasak etmesi lazımdır.
Sema’da böyledir. Samimi fakirler vakitleri
elverdikçe sema’ yapabilirler. Zira onlar
güzel bir ses duyunca, gönüllerini Allah’a
yönlendirir ve dünyayı tamamıyla bir tarafı
bırakarak Allah sevgisiyle doldururlar. Allah’a
ulaşmayı gerçekleştiren işi bir Müslümanın
yasaklaması helâl midir?
Duyduğuma göre tarikat erbabı birkaç
sınıfa ayrılan odunlar gibidirler. Bir sınıfı
kuru olup, ateşle yapılan en ufak temasla
tutuşur ve kül oluncaya kadar sönmez; ya24
Varidât
nınca da ateş olur. Bu durumun şu sözlerle
bağlantısı mümkündür; "Fakirlik tahakkuk
edince, baki olan Allah’tır." Diğer bir sınıfı
ise o kadar nemlidir ki, nemi gidip kuruyuncaya
kadar uğraşırsan tutuşmaz. Orta sınıfa
gelince, her iki sınıftan oluşup hiç uğraşmadan
tutuşur ve tamamlanıncaya kadar sönmez
sınıfın yanısıra, zorlu bir uğraşıdan soma
tutuşup ihmal edildikçe ve nemi tükeninceye
kadar sönen sınıfları içine alır. Bu
yolda istekli olanların örneği de böyledir;
"Adetleri çiğneyen olağanüstü sonuçlar
elde eder."
Bölüm:
Allah bütünden münezzehtir, bütün ondadır
ve o da bütündedir. Bütün hallerde
gereğinden ayrı kalınmayan bir gerektir.
Görünüşe göre bu bir hayal olup gerçekleşmesi
imkânsızdır. Fakat oluş ve ortaya çıkış
ard arda görünüşte ortaya çıkar. Her ne
kadar o bunun içinde bulunsa da, o bundan
münezzehtir. Gerçeğe göre oluşun var olması
Hak’tır. Varlığın da görünüş itibariyle
olması mümkündür ve somadan tahakkuk
etmiştir. Yüce Allah "Acı ve tatlı sulu iki
denizi birbirine kavuşmamak üzre salıvermiştir.
Aralarında bir engel vardır; birbirinin
sınırını aşamazlar." diye buyurmuştur.
Mümkün Hakk olmayacağı gibi, Hakk’ın da
mümkün olması imkânsızdır. Fakat görünüş
Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin 25
itibariyle her ikisi birdir ve gerçekte Allah’
tır. Gerçeğin dışında bir varlık söz konusu
olamaz. Başka nesne ancak itibari sayılır.
Diğer bir deyişle bütünle yürüyüp damgasıyla
damgalanmıştır. Fakat o bütünden münezzehtir.
Şeref zulmet ve keder görünüşlerle
ortaya çıkar ve onlara göre orantılı
aykırılık gösterir. Allah’a göre bütün nesneler
aynıdır. Hakikatta ondan başka varlık
yoktur. Bin suretle ortaya çıksa da, yine o
birdir. Ulu Tanrı bütünde, bütün de onda
ortaya çıkar. Gerçeğine bakılırsa görünüş ve
görülen aynıdır ve aradaki farklar itibarîdir.
Allah yerine göre bütün varlıklarda ortaya
çıkar ve bu çıkış varlıkların isteğine göre
değildir. Allah’ın isteği ve iradesi, zatının
gereğidir. Bu husus câhillerin ve medrese
âlimlerinin iddia ettiği gibi değildir.
Allah Teâlâ’nın "Onu yapıp, ruhumdan
üfledim" buyurması, O aşamaya getirilmesi
anlamındadır. Bu aşamada beden istenilen
şekle göre düzeltilir ve bu durum sebepler
doğrultusundaki maddenin istidâdıyla hâsıl
olur. Kabiliyeti yerine getirilirse, üfürmekle
dile getirilen ruh ikisinin ilgisiyle ortaya çıkar.
Üfürmek sözü, bedenin yaşantısıyla izah
edilirse, bu doğru olmaz. Sadece terkip olarak
söylenebilir. Söz, gülüş ve insanlarla
hayvanlar arasındaki farklar da böyledir.
Fakat bu farklar özde değil, bileşimdedir ve
26 Varidât
her aşamada özel bir görünüşle ortaya çıkar.
Hayvan aşamasında ruh olarak görülen bu
öz, insan aşamasında konuşan nefis olarak
görülür ve dışarıdan hiç bir şey değildir.
Hayvanda hayvan olan öz, insanda insan
olmuştur. Farklar ise, istidada göredir. Bedenden
ayrılan öz, bu şekilde, surette ortaya
çıkmıştır. Bu öz suretin bozulması ile
bozulmaz. Öz bakidir; değişmez ve ortaya
çıkması için bir şekle ihtiyacı vardır.
Bizim görevimiz yol göstermektir; dostların
görevi ise, çalışıp çabalamaktır. Sonsuz
olan gönül evreni, zamanla değişir. Acele
etmeye gerek yoktur. Her yemişin bir mevsimi
vardır. Fakat boş oturmamak, çalışmak
gerekir.
Şunu bil ki, göklerdeki güçlerle, öğeler ve
benzerlerinin güçleri meleklerdir. Peygamberlerin
bu husustaki sözleri de, benim sözlerim
anlamına gelmektedir ve câhillerin
iddia ettiği gibi değildir.
Allah Teâlâ’nın zatının aslıyla bilinmez
demenin anlamı, bu âlemdeki bütün şekillerde
vardır; bunu bil!
Allah, bu şekillerle ortaya çıkar ve sonsuza
kadar devam eder. Allah’ın zatının aslına
varan bir kimse ortaya çıkar ve hakikata
varmış olur.
Anlamalısın ki, mutlak varlık, zatının varlığı
için gereklidir. Zira birbiriyle ters düşen
Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin 27
varlıkla yokluğun gereği yoktur denilirse,
doğru değildir. Biri diğeriyle nitelendirilemez.
Varlığın yok olması mümkün değildir
ve yokluğun da var olması mümkün olamaz,
ikisi de birbirinden vazgeçemez. Özel bir
imkânla var olması imkânsız olan mutlak
varlığın başka bir varlıktan oluşunu kazanması
gerekir. Böylece de kendi varlığında
yokluk olur ve varlığından kati nazar edilir.
Zatına dayanarak yoklukla vasıflandırılabilir
ve yukarı da geçtiği gibi bu imkânsızdır. Keza
aynı şekilde başka sayılan varlığın da mevcudiyeti
imkânsızdır. Zira tahakkuk olmadan
önce varlığın tahakkuk etmesi gerekir. Buradaki
amaç, mutlak varlıktadır ve bu da
imkânsızdır. Mutlak yokluk diye bir şey yoktur.
Mutlak varlığın var olması gereği tespit
edildi. Bütün varlıklar onda var olur. O da
yüce Allah’tır. Yine bütün varlıklar onun
görünüşüdür ve görünen odur. Ayrıca görünüş
de ondadır.
Şunu bil ki mutlak varlık olan yüce Allah’ın
her aşamada iki özelliği vardır.
Biri etki ve fiildir; diğeri ise etkilenmektir.
İlkinde varlık Allah’tır ikincisinde de
âlemdir, yaratılmıştır ve meydana gelen
olaydır; bunu anla!
Mutlak varlık olan Allah Teâlâ her ikisinin
arasındaki mutlak oluş ve birleşimle bağımlılıktan
dolayı mutlak varlıktır. Allah Teâlâ ne
28 Varidât
bütündür, ne de parçadır. Zira bütün ve
parçanın başka bir anlamı vardır. Gerçek var
olma ve yok olmadan önce gelmektedir.
Gerçeğe başka varlıklardan soyutlanmış
olarak bakıldığında parça görülüyorsa da,
her iki yönü içine almaktadır. Adı geçen
mutlak varlık bütünden bir niteliktir, ondan
daha üstün bir aşama yoktur, o her şeyin
üstündedir ve bütün ondadır; o da bütündür
ve bütün odur. Bu aşamada varlığın ne başlangıcı,
ne sonu, ne görünüşü ve ne de görünmeyişi
aşamaları yoktur. Diğer aşamaları
da buna göre değerlendir!
Zîrâ, O bütünden arınmış mutlak bir
varlık sayılıp, bütün onda tahakkuk etmiştir.
Diğer bir deyişle, özel ve ebed diye bir olay
yok, her ikisi birdir.
Yüce Allah’a dair iki değerlendirme vardır:
Biri belirtilmemiş olan değerlendirmedir
ve buna göre ona birdir ve uludur denir.
Diğeri ise, belirtilmiş olanıdır; buna göre
de, ona bir ve güzel denilir. Bu iki değer “iki
el” ile izah edilir. Aynı zamanda iki elle, Allah’ın
karşılıklı her iki niteliği görünmeyen
görünen, alan veren ve bunun benzeri olan
bütün karşıt nitelikler de açıklanır. Allah
Teâlâ ‘nın Adem’i iki eliyle yarattığını Hz.
Peygamber hadisi şerifte belirterek buna
işaret etti. Allah ve kâinatın görüntüsü de
Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin 29
böyledir. Peygamber sallallahü aleyhi ve
sellem "Allah Teâlâ’nın Adem’i kendi suretinde
yarattığını" söylemiştir. Kur’ân’da da
böyledir. Bunun anlamı şudur ki:
Allah Adem’i kendi olgun suretinde yarattı.
Buradaki suret manevidir; hissi değildir.
Zira Hak teâlanın Rabb ve İlah aşamasında
görünür bir sureti olamaz. Allah bundan
münezzehtir. Onun görülen sureti kâinatın
gerçeklerinde ortaya çıkmaktadır. Manevi
görülmeyen sureti ise, Allah Teâlâ suretinde
tecelli etmektedir. Bu ikisi insanları yaratan
iki el anlamındadır. Âyeti kerimede de
"Elimle yarattığıma secde etmeni engelleyen
nedir? " sözleri bunu belirtir. Bundan
dolayı da "Duyuşu ve görüşü idin, demiş,
fakat kulağı ve gözü idim denmemiştir."
Ulu Tanrı
"Biz emâneti sunduk" âyeti kerimesiyle,
bütün varlıkları birleştiren ilâhî görünüşü,
bu görünüşte yaratılan ve yeryüzünde halifelik
mertebesine ulaşan inşam işaret etmektedir.
Uykuda görülen rüyalarla olaylar ve açıkça
görülen diğer şekiller, esasında bilgi ve
birlik aşamasının belirtileridir. Bunlar Allah
yolunda kendim adayan kişiye birer uyarı
olup, yüce amacına ulaşması için savaşması
gerektiğini gösterir. Bu da işin tadına varma
30 Varidât
ve birliğin gerçekleşmesidir. Bunlar rüyada
gördükleriyle farklıdır ve bunların benzerleri
birliğin belirtileridir ve aralarında büyük
aykırılık vardır. Bunları ancak ermiş kişi bilir.
Mesela kendini Allah yoluna adayan kişi
kendinden geçmiş ve uyumuş değilken, bedeninin
yayılıp, bütün dünyayı kapsayacak
kadar genişlediğini görür. Yine bu kişi yeryüzündeki
dağları, ağaçları, ırmakları, bahçeleri
ve bütün varlıkları da kendinde görür.
Ayrıca bütün varlıkları kendinde gördüğünü
sanır ve gördüğü her nesneye bu benim der.
Kendi nefsinden başka hiç bir nesne görmez.
Gördüğünü kendi nefsiyle karşılaştırır. Yine
özünde zerre ile güneşi eşit görür ve aralarındaki
farkı anlayamaz. Zamanı da bir bütün
olarak görür; başlangıç ile sonu ve ebedle
ezeli de göremez. Bu Âdem zamanıdır ve
bu da Hazreti Muhammed sallallâhü aleyhi
ve sellemin zamanıdır demekten de tuhaflık
hissediyor. Zira başlangıçta sonun bir olduğunu
ve sanki zamanın değişmediğini gördüğünü
zannetmiştir. Daha sonra bu görünüş
ve çokluktan da uzaklaşıp, yeni bir ruh
haletine bürünür. Bazen dünyanın varlığına,
bazen da yokluğuna inanır ve bu yokluğun
içinden bütün nesneleri görür ve şaşa kalır.
Daha sonra bütün nesnelerin yok olduğunu
görür ve bunu anlatmaya gücü yetmez.
Bundan soma çokluk alemini içice görür ve
Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin 31
burada bir saat durur ve ardından kendine
gelir. Bu söylediklerim bazı arkadaşlarımın
başından geçen olaylardır. Nesneler için
söylenenler, birliğin belirtisidir. Gönlün bazen
varlığa bazen yokluğa yönelmesine dair
sözler de, esasında birlik aşamasının göstergesidir.
Çokluk için söylenenler ise, açıkça
ortaya çıkan olayların işaretidir. Her gördüğü
nesne için bu benim demesiyle ilgili sözler
ise birliğin belirtisidir. Bütün bunlar
Hak’tan gelen uyarılardır. Amaçlanan birlik,
hali hazırdaki tatlı görünen birlik değildir.
Gerçek amaçlanan birlik bunun çok üstündedir.
Allah yoluna kendini adayan kişi, bu
birlikle bütün nesnelerin kendine bağlı olduğunu
ve bu nesnelerin kendi kişiliğinde
bulunduğunu hisseder. Bu aşamayı izah
etmek mümkün değildir ve bunu tatmayan
tadını bilmez. Bundan dolayıdır ki, birlik üç
kısımdan meydana gelmiştir:
İlmi Birlik: Bu birlik, ağızdan ağıza dolaşarak
ve kitaplardan okuyarak elde edilir.
Uyarıcı Birlik: Bu birlik Allah Teâlâ tarafından
verilen birliktir. Uyurken rüyalarla,
gerçek olaylarla veya ilham yolu ile sunulan
birliktir. Bu birlik birincisinden üstündür.
Eğlenme ve Coşkulu Birlik: Bu birlik hepsinden
üstün olup, amaçlanandır.
Tasavvuf gerçekleşince münafıklık başlar.
Gerçek sofi, gözlerin görmediği, kulakla32
Varidât
rın duymadığı ve hiçbir insan gönlünün hatırlamadığı
olayları görür. İnsanlara akıllarının
alabildiği ve onlara uygun olanları anlatıp,
söylediği halde öldürülmesine neden
olabilecekleri ise, gönlünde saklı tutar. Bu
durumda nasıl münafık sayılmaz?
Seriyyis Sakatî’nin sözlerinde de buna
işaret edilmektedir: Allah rahmet etsin Seriyy,
bu hususta şöyle der:
Tasavvuf üç anlamın adıdır. Mutasavvıf
bilgi ve hünerinin aydınlığı hiç sönmeyen,
kitapta açıkça izah edilen ilme dair çelişkili
üstü kapalı bilgi vermeyen ve Allah’ın bilinmesini
istemediği hususları kerâmetleriyle
ifşa etmeyen kimsedir.
Burada söylenebilir ki, gerçeğe varan kişi
bildiklerini izah etmelidir. Bunda münafıklık
yoktur. Şaşılacak husus ise şudur, inançta iki
karşıt olan düşünceyi bir araya getirdi. Hâlbuki
bunda da şaşılacak bir husus olmaması
gerekir. Zira her biri yerine göre gerçektir.
Allah’ı bilen kişilerin, ilme’lyakin, ayne’lyakin
ve hakka’lyakin anlamlarına dair
değişik görüşleri vardır; bunu bil!
Bunları buraya aktarmama bir faydası
olacağını sanmıyorum. Bu fakirin aklına gelen
ve yalnız birlikte değil, aynı zamanda
yiğitlik ve cömertlikle de ilgisi bulunan bazı
söylenenleri zikredelim.
Buna örnek olarak sadece kulaktan kulaSimavna
Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin 33
ğa duyulan ve görülmeyene ilme’l yakin
denir.
Görerek öğrendiği ise, ayne’l yakindir.
Kendi yaptığı bir iş ise de, hakka’l yakindir.
Böylece ilme’l yakin şüphe götürmeyen
bilgidir. Fakat görülmemiştir. Ayne’l yakin
ise, görerek bilmektir. Hakka’l yakin ise de,
kendisidir. Birlikte gerçekleşmesi için şunlar
söylenir:
Kişi Hakk Teâlâ’nın varlığını başka bir etken
olmadan ve şüphe kanıtı aramadan
bilirse, ilme’l yakindir.
Bunu tanık, kanıt ve gözle görüp anlamaya
çalışırsa, bu duruma da ayne’l yakin denir.
Bu sözler esasında rüya ve gözle görmeyi
değil, hünerin olgunluğunu ifade eder.
Zira Allah benzerden ve benzetilmeden münezzehtir.
Kişi Allah’tan başka bir varlığın bulunmadığım
ve bütün varlığın Allah olduğunu bilirse,
buna hakka’l yakin denir. Zira bu Hakk’la
gerçekleşmiştir. Bu durumda varlık kalmaz;
bütün varide Allah Teâlâ’nındır. Allah’ı anma,
anan ve andan birdir ve bu da Allah’tan
başka bir varlığın bulunmadığı anlamındadır.
Allah varlığın gerçeği dolayısıyla
anma, anılma ve anılan üçüde birdir. Bu da
ilme’l yakindir. Hakke’l yakin ise, kendini
Allah yoluna adayan kişinin bunda tahakkuk
34 Varidât
etmesi anlamına gelir. Ben bu aşamada
dilde dolaşan ve görülen anısın gerçek anısın
sureti olduğunu gördüm. Gerçek anısın
da gönülde oluştuğunu gördüm ve bundan
dolayı gönüle anış adı verilmiştir. Gönüle
aynı zamanda Hakk adı da verilir. Bütün, bir
olmuştur. Bu tıpkı suyun rüzgâr estiği zaman
dalgaya dönüştüğü hale benzer. Hâlbuki
gerçekte dalga sudan başka bir şey değildir.
Gönül ve anışta da durum aynıdır; anış, bütün
gönlü kaplar ve böylece gönül bütünüyle
anışa dönüşür. Dildeki anış gönüldeki
anısın suretidir ve aynı şekildedir. Fakat
gönül şekilden münezzehtir. Ama aşama,
kesinlikle bunu böylece yüklenmemi gerektiriyor.
Bundan da şu anlaşılıyor ki: Gönülde
iki düşünce birden birleşemez. Çünkü gönüle
gelen düşün ce, o aşamada başka bir düşünceye
yer bırakmayacak kadar onu kaplar.
Bu da tıpkı deniz suyu gibidir; esen rüzgârın
etkisiyle dalgalanır ve bu dalga şeklim rüzgâr
esip dalga devam ettikçe başka bir biçimde
düşünmek imkânsızdır. Bunu iyi anla!
Öyle sanıyorum ki, bu ince konuyu benden
önce kimse ele almamıştır. Allah daha
iyi bilir.
Bazen kendimi gayet latif olarak görürüm;
bu görünümün sebebi ise, bedenimin
şeklidir. İşte bu letafet de, bedenî şekille
ilgilidir. Ortada görülen nesne bu latif göSimavna
Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin 35
rüntüdür. Latif olan buharın da, letafeti
yoğunlaşmadan görünmez; yoğunlaşınca,
bulut olup görünür. Bulutun bu biçimi buhardan
farklı bir nesne değildir; buharın ta
kendisidir; yoğunlaşmış ve ona başka hiçbir
varlık eklenmemiştir. Şahıslarda görülen
letafet de aynıdır; yoğunlaşınca görünen bir
biçim kazanır. Bu sadece bir örnek olup,
gözlemlere dair söylediklerimize işarettir.
İnsanla buhar arasında hiç bir yönden benzerlik
yoktur.
Bazı zamanlar okumaya dalmış meşgul
olduğumda, gönlüme sanki pırıl pırıl parlayan
bir takım kişilerin görüntüsü düşer. Düşüncelere
dalar ve bu kişilerin görüntüsü
beni meşgul eder. Her ne kadar bu düşünceyi
gönlümden atmaya çalışırsam da, atamam.
Bir de bakıyorum ki, ertesi gün o kişi
beni ziyaret etmeye geliyor ve böylece onu
bilfiil görüyorum. Hazreti Rasûlüllah sallallâhü
aleyhi ve sellem buyurmuştur ki:
"Peygamberlikten sadece müjdeli sözler
geriye kaldı." Yine Hazreti Peygamber buyurmuştur
ki:
"İyi rüyalar peygamberliğin kırk altı bölümünden
biridir." Böylece Peygamber,
rüyaları peygamberliğin ayrıntı kısımlarından
biri saymıştır. Bundan dolayı Allah’a
ulaşmak isteyen kişi rüyalardan vazgeçmemeli
ve yorumlarını da takip etmelidir. Zira
36 Varidât
onları bilmede büyük faydalar vardır. Onlarla
birçok bilinmeyen olay aydınlatılabilir.
Kendini Allah yoluna adayan kişinin sağlığı
ve kötü halleriyle iyi rüya sahibinin de hal ve
durumları rüyalarla anlaşılabilir. İyi rüyalar
gören kişinin aydınlanması için gösterilen
Allah’ın ışıklarından bir ışık parçasıdır. Bir
gece bu ışıklı rüya beni de bağladı, kendimden
geçtim; şaştım; ızdırap ve büyük haz
duydum ve o esnada aşağıdaki beyti dile
getirdim:
Ey nefs göz daima Allah’ın adını an ve
kederden ölüver
Yüce Allah’tan başka hiç kimseye ihtiyaç
elini açma
O esnada etrafımda bir grup fakih öğrenci
de vardı; durumumdan etkilenip, benim
için korktular. Bu öğrenciler arasında Mısır’daki
Barkukiye Medresesi müderrislerinden
olan Mevlana Seyfeddin vardı. İlk
başta Şeyhuniye müderrisi Mevlana Zâde’yi
gördüm. Fakat ikinci defa baktığımda yerine
yukarıda adı geçen Seyfeddin’i gördüm.
Şunu bil ki, görünüşün değişmesi, yani
bir kişinin görünüşünün başka kişinin görünüşüne
geçmesi tek bir nesne gibidir. Bazen
bir kişiyi başka bir kişi gibi görür. Bu da dileğini
anlam olduğuna dair bir belirtidir ve o
gruba uygun olup, özel kişiyle ilgili değildir.
Görüntü de o kişiyle ilgili değil, başka biçimSimavna
Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin 37
de uyarılmak için gösterilen ve birliğe delalet
eden ayrı bir durumdur.
Allah Teâlâ buyurmuştur ki:
"Âdem’e bütün isimleri öğretti, sonra
eşyayı meleklere gösterdi." Buradaki isimler
Allah’ın isimleridir. Allah’ın isimlerinin
olgun görüntüsü, meleklerin değil, olgun
insanın belirtisidir. Bundan dolayıdır ki, bütün
bu isimleri olgun insana öğretti ve onu
bu adlarla şekillendirdi. Bu bir şereftir; taş
gibi eşyayı belirten harfleri bilmek bir hüner
değildir. Çünkü bunları bilmek kolay bir iştir
ve gerek insanoğlu gerekse melekler arasında
herhangi bir övünç kaynağı sayılmaz.
Gökler, yeryüzü, öğeler ve benzerlerine
vekil kılman melekler, bunların içindeki Allah’ın
iradesiyle ortaya çıkan güçlerdir. Onlar
göz açıp kapayıncaya kadar süren kısacık
süre içerisinde bile Allah’a itaat etmekten
geri kalmazlar. Meleklerin başlangıçtan sonsuza
kadar Allah’ın adını andıklarını Yüce
Allah âyeti kerimede şöyle belirtmiştir:
"Onu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir
şey yoktur, fakat siz onların tesbihlerini
anlamazsınız." Şeytanlar ise, insanın kanı
içinde akan ve nefsin hayvani şehvetlerini
gösteren içindeki güçlerdir. Bu güçler insanı
Allah ve şeriata karşı gelmeye sürükler. Allah’ın
selamı üzerine olsun Peygamber hazretleri
buna şu sözleri ile değinir:
38 Varidât
"Şeytan kanla birlikte dolaşıyor".
Ey câhiller!
Sizler Allah’ın, Peygamberlerin ve velilerin
söylediklerim anlamıyorsunuz. Akıllarınızın
eksikliği, gönüllerinizin bulanıklığı, âhiretle
ilgili gafletiniz ve aşırı derecede dünyaya
bağlılığınız, sizi gerçeklerden uzaklaştırmıştır
ve gerçeği öğrenmenizi engellemiştir.
Fakat doğruluğunuz da yanlış yola sapmanız
içinde yer almaktadır. Bundan dolayı şeriat
düzenleyicisi de bunu size acıdığı için böyle
tesbit etti. Çünkü sizin doğruluğunuz cehaletinizde
yer almaktadır. Aynı zamanda kader
meselesi hakkındaki en bilgiliniz, en cahilinizdir.
Gözleriniz bunu görmemiştir, bunun
sebebi Peygamber ve bütün velilerin bilmemesinden
değil; onlar bunu güneş bildikleri
gibi bilirler. Fakat akıllarınızın eksikliğinden
dolayı, size ve aşağılık kimselere izah
etmiyorlar. Sana gelince, eğer sen de içini
temiz tutarsan belki söylediklerini anlayabilirsin.
Hidâyeti dileyen kişi büyük iyilik ve olgunluklarını
küçük, ufacık suçlar, kusur ve
zararlarını büyük görmelidir; yoksa ondan
da ümit yoktur. Bilmelisin ki, kulun
Kur’ân’daki dünya, yaşantı ve âhiret işleriyle
ilgili konuları bilmesi gerekir ve böylece
zamanını orantılı olarak dünya işleriyle âhiret
işleri arasında ayarlamasını bilmelidir.
Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin 39
Kur’ân otuz Cüzdür. Dünya işleriyle ilgili
cüz, birden biraz daha fazladır. Hâlbuki âhiret
işlerine dair cüzler, geriye kalan yirmi
dokuz cüzdür. Kur’ân’ın bu şekilde düzenlenmesi,
esasında insanlara bir uyarıdır. Bu
uyarı insanlara ve âlimlere dünya ve âhiret
işlerine ne oranda süre ayırmalarını göstermektedir.
Allah daha iyi bilir. Allah’tan gelen
emirlerden biri de budur.
Şunu bil ki, isimler, nitelikler ve işlerin
hepsi kabiliyetlere bağlıdır. Bunlar olmayınca,
onlardan da bir şey ortada kalmaz. Bu
sırra dair haberi de kaderin sırrı bana bildirmektedir.
Allah daha iyi bilir. Allah’a
hamdolsun bu konulardaki bilgileri Yüce
Allah bana bildirdi. Bu bilgiler kitap okuyarak
ve öğrenim görerek elde edilemez.
Cennet, esasında melekût âleminden
ibarettir. Âdem aleyhisselam buradan çıkıp,
yoğunlaşarak yeryüzüne aldığı şekille inmiştir.
Âhiret işleriyle ilgilenen bilginler, âhiret
yolu için gerekli olan bilgileri kitap ve sünnetten
öğrendiler. Fıkıhla uğraşan bilginler
de, dünya işlerine dair bilgileri ve alım satımlara
dair meseleleri yine, o kitaplar ve
sünnetten elde ettiler. Kişi, âhiret yoluna
dair bilgileri elde etmek isterse, âhiret konularını
ele alan kitapları incelemelidir. Fıkıh
konularına dair bilgileri elde etmek istiyorsa,
o halde, fıkıh kitaplarını okumalı ve incele40
Varidât
melidir. Biri kalkıp, ben de kitap ve sünnetten
yararlanarak bu bilgileri, âhiret ve fıkıh
işleriyle ilgilenen bilgilerin eserlerini gözden
geçirmeden elde edebilirim; onlar insandı,
ben de insanım derse, doğru olmaz ve bu
düşünce ömrü boşa harcamaktan başka bir
işe yaramaz. Âhiret yolu da böyledir. İnsan
ancak duygularla ilgisini kesip, Hakk’ı gözle
göremeyeceğini idrak ettikten sonra ve Allah’ın
sevgisiyle coşunca, Allah ona görünüş
olarak görünebilir. Fakat bu çok az tahakkuk
eden bir olaydır. Buradaki esas nokta gönlün
saf bir şekilde Allah’a yönelmesidir. Bu gerçekleşirse,
Allah görünüş olarak değil, anlayış
şekliyle ve duyularla tecelli eder ve şüphe
ortadan kalkar.
Ağacın,(Musa aleyhisselâma) "Ben Allah’ım"
demesi, insanın bunu söylemesinin
doğru olduğuna dair bir uyarıdır. Birinci
şekilde belirttiğimiz gibiyse, doğrudur. Dünya
Allah’ın görünüşü olduğundan dolayı,
"Ben Allah’ım" diyen herkesin sözü de doğrudur.
Çünkü bununla bütün Allah kastediliyor;
bölümle hiç bir alakası yoktur ve konuşan
insan değil, Allah’tır. Keza aynı şekilde
insan konuşmaya başlayıp, "ben Zeyd’im"
derse, bu sözleri doğrudur. Çünkü bu sözler
Zeyd’in özüyle alakalıdır ve konuşan dil ile
kıpırdayan ve etten oluşan bedenle yalandan
uzaktan hiç bir ilgisi yoktur. Sözü söyleSimavna
Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin 41
yen dil değil, Zeyd’in zatıdır. Bundan dolayı
ağaç veya insan "ben Allah’ım" derse doğrudur.
Bu itibarla her zerre de, "Ben Allah’ım"
derse doğrudur. Ancak başka bir kişi
"O veya sen Allah’sın" derse, doğru değildir.
Aynı şekilde dil ben Zeyd’im diyebilir.
Fakat bir başkası dile, o, veya sen Zeyd’sin
diyemez."
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin;
"Allah vardı ve onunla başka hiç bir nesne
yoktu" sözleri, Allah’ın birlik aşamasından
daha üstün bir aşamaya denildiğine dair bir
göstergedir. Bütün nesneler de, bu aşamada
ortaya çıkmaktadır.
Şunu bil ki, varoluş ile yok oluş ezelî ve
ebedîdir ve dünya ile âhiret ise izafîdir. Görünen
dünya fâni ve görünmeyen âhirete
baki denmiştir. İkisi de ezelî ve ebedîdir.
Ancak diğer ebedî olan âhirete verdir. Kişilerin
elde ettikleri olgunlukların tatlan, huriler,
köşkler ve cennetlere benzetilmiştir. Bunlara
verilen adlar takma adlardır. Çünkü eksik,
câhil ve kıt akılları bulunan kişilere gerçek
bu vesile ile anlatılabilir. Onlara açıkça anlatılsa
bile, dünya işleri ve lezzetlerinden geri
kalmazlar. Bundan dolayıdır ki, bu yollara
başvurulmuş ve bununla bu kişilerin şevkinin
arttırılması amaçlanmıştır. Böylece bunlar
Allah’a ulaşmak için ibâdetlere yönelirler
ve büyük bir çalışmaya girişirler ve sonuçta
42 Varidât
Hakk’ı idrak ederler. Allah yoluna girenlere
başlangıçta böyle yapılmamış ve böylece
dikkatleri çekilmemiş olsaydı, bilmedikleri
yollara saparlardı. Allah gerçeği söyler ve
doğru yolu gösterir.
Allah’ın selamı ona olsun Peygamber,
hadisi şerifinde buyurmuştur ki, "İnsanların
ellerinde bulunanlardan uzak dur; insanlar
seni sever ve Allah’ın katında bulunanlardan
uzak dur; Allah seni sever." Mükâfat ve
tehditler doğrudur ve bunlar Hakk’tan
Hakk’a ve Hakk’la Hakk içindir.
Ölmeden önce öl, ta ki ölümsüz kalasın.
Zira dünyadan, dünyanın tatlarından ve
şehvetlerinden uzak duran kişi, başlangıcı ve
sonu olmayan gerçek varlığa kavuşur. Bu tür
hayatta ölüm yoktur; sonsuza kadar devam
eder. Fakat insanlar bu yaşantıyı değil, dünya
yaşantısını istemektedirler. Diğer bir şık
ise, ölmeden önce ölen ilahî ahlakı elde eder
ve adı sonsuza kadar kahr. Adı sonsuza kadar
kalan kişi ebediyen yaşar. Ayrıca üçüncü
bir anlamı da şöyle: Geçici ve mecazı varlıktan
vazgeçen, kendi varlığının Allah’ın varlık
kaynaklarından bir kaynak olduğunu bilen
ve ikilikten kurtulan kişi, sonsuza kadar diridir.
Zira varlıktan başka bir şey geride kalmaz
ve varlığın da yok olması imkânsızdır.
Hadiste cennetin sekiz, cehennemin ise
yedi kapısı bulunduğu belirtilmiştir. Bundan
Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin 43
da şu anlaşılır ki, arş cennetin tavanıdır ve
burçların göğü de cennetin yeridir. Burçların
göğünün içbükeyi cehennemin tavanıdır ve
bunların altındaki göklerin her biri de, bir
kapıdır. Böylece cennetin sekiz kapısı vardır.
Zira atlas adı verilen göğün altında sekiz gök
vardır ve bu gökler şunlardır: Burçların göğü,
Zühal göğü, Müşteri göğü, Merih göğü, Güneş,
Zühre, Utarit ve Ay. Ay göklerin sonuncusudur.
Yıldızlara ait göğün içbükeyi cehennemin
tavanım oluşturuyorsa, altında
yedi gök kalır. Her göğü bir kapı sayarsan,
cennetin sekiz ve cehennemin yedi kapısı
olur. Bunu yazınca Kur’ân’dan birkaç âyet
okuyayım diye mushafi açtım ve şu âyetle
karşılaştım: "âyetlerimizi yalan sayıp, onlara
karşı büyüklük taslayanlara, göğün kapıları
açılmaz ve cennete giremezler". Bu da,
göklerin cennetin kapıları olduğuna dair
söylediklerimize bir işarettir. Diğer bir deyişle,
cennetin kapıları olan gökler onlara açılmayacaktır.
Şafiî mezhebi ve diğer bazı kişilere göre
kaza namazlarının düzenli bir şekilde kılınması
vacib değildir. Hâlbuki diğer bazı kişilere
göre ise bu vacibdir.
Durum namazın selamında da böyledir.
Hanefî mezhebi ve bazıları, selamın namaz
kılan kişi tarafından başını iki yana çevirip
vermesi gereği üzerinde durmuşlar. Maliki
44 Varidât
mezhebi ve diğer bazıları ise, selamın öne
doğru verilmesi düşüncesini savunmuşlardır.
Tahiyyât duasında da durum böyledir.
Şafiî mezhebinde olduğu gibi, bazıları bu
duanın tıpkı normal halk konuşması türünde
yapılabileceğini savunurlar. Bu duaya misal
olarak da, evlenme duası gösterilebilir. Hanefî
mezhebinde de olduğu gibi, diğer bazı
kimseler ise, bunun caiz olmadığı düşüncesindedirler.
Bu tür söylentiler birçok kez dışa
dönük işler için yayılmıştır. Bu ve buna benzerleri
hakkında düşünen kişiler, bütün dikkatlerini
iç âlemin düzeltilmesi, arıtılması,
ahlakın tehzip (süsleme) edilmesi yönüne
çevirirler. Dışa dönük çabalar da, bunun bir
aracı sayılır. Çabalar harcanacaksa, ne türde
yapılacaktır ki, istenilen elde edilsin. Bundan
dolayıdır ki, bu ve buna benzer durumlarda
bunu gerçekleştirmek imkânsızdır.
Dışa dönük görünüşlerle uğraşan bilginleri
Allah Teâlâ işlerini ıslah etmiş ve onları
içi bırakıp, kabuklarla uğraşmaya yönlendirmiştir.
Bu bilginlerin çoğunun içi yarılıp,
bakıldığında, dünya sevgisi ve başkanlık
hırsından başka, dinle ilgili hiç bir ize rastlanmaz.
Allah onları rezil etsin.
Allah Teâlâ, Taha suresinde
"Ey Muhammed! Sana dağlan sorarlar;
de ki; Rabbim onları ufalayıp savuracak,
yerlerini düz, kuru bir toprak haline getireSimavna
Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin 45
cek; orada ne çukur, ne tümsek göreceksin"
diye duyurmuştur. Bu sözlerle kıyamette
Allah varlığının ortaya çıkışı ve bir olan
Allah’ın her yeri kaplaması anlamı çıkarılabilir.
Bu durumda eğikliği bulunmayan ve bir
olan Allah karar sahibi olur ve böylece dağların
özellikleri ortadan kalkar. Bu zamanda
ise, sadece birlik görünecek ve halk da bu
birliğe davet edilecektir. Allah eğim ve eğiklikleri
açıklayacak ve gönülleri yumuşatacaktır.
Allah ve Rahman adları ile adlandırılan
özün kararlarının kabulü için nitelikler belirlenecek
ve böylece özün kararları ortaya
çıkarken, niteliklere dair kararlar ortadan
kaybolacaktır, izi kalmayacaktır. Yüce Allah,
Enbiya suresinde şöyle buyurmuştur:
"İnkar edenler, gökler ve yer yapışıkken
onları ayırdığımızı görmediler mi? ".
Bu âyetin tefsirinde şöyle deniyor: Göklerle
yeryüzü yapışıktı. Ben de derim ki, bununla
insan kasdediliyordur her halde. Gökler
de, melekût âlemine dair bir işarettir ve
yeryüzü ise mülk aleminin belirtisidir ve
insan her ikisinin karışımıdır. Rahimde bir
damla ve sıvı iken, onları yarıp ruhu üfürdük
ve böylece mülk ve melekût izleri onda belirmeye
başladı.
Gerçek sevgi odur ki, gönlün Allah
Teâlâ’nın sevgisiyle dolsun ve dünya sevgisinden
uzak dursun.
46 Varidât
İhyâ‐ül Ulûm, Kimyâü’s Sa’âde ve benzerleri,
gerçek Tahkik ilmi ile özenme Taklit
ilmi arasında bir mesafe oluşturur. Bu da,
dünyayı doğru yola götürme ve gerçeği arayan
kişilere görünmüş güzel bir yoldur. Zira
bunlar, gerçeği ararken neyin kendilerine
uygun, neyin ters düştüğünü anlayacak kabiliyette
değiller ve bilmeden tıpkı av köpekleri
gibi boşuna çaba harcarlar. Şunu bil ki:
Cinler, meleklerden, şeytandan ve iblisten
daha yaygındır ve bunların hepsi ruhlar
âlemindendirler; cisimler âlemiyle hiç bir
ilgileri yoktur. Bunlar bütün ve bölümden
oluşan güçlerdendir. Allah’a yakınlaşmayı
gerçekleştiren araç ve sebeplerden meydana
gelen güçlere, melekler adı verilir. Allah’tan
uzaklaştırıp, dünyaya yaklaştıran
güçlere ise, şeytan adı verilir. Ulu Tanrı’nın
âyeti kerimede "Allah’la cinler arasında da
bir soy bağı icad ettiler" sözleri, bizim cinler
meleklerden daha geneldir sözümüze dair
bir kanıttır. Kâfirler, melekler Allah’ın kızlarıdır
dediler. Fakat cinler ve şeytanlar Allah’ın
kızlarıdır demediler. Yüce Allah bunlardan
münezzehtir. Bu söylenenler, meleklerin
de, cinler kavramı içinde yer aldığı anlamına
gelmektedir.
Allah Teâlâ, Kur’ân’da buyurmuştur ki:
"Yağmur suyunu indirir ve onunla her
türlü ürünü yemişleri yetiştiririz; ölüleri
Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin 47
de bunun gibi diriltip, çıkarırız; belki bundan
ibret alırsınız." Bu da iki çıkış arasında
fark bulunmadığım gösterir. Kıyamet günü
dirilen cesetle çürüyen vücut arasında hiç
bir bağlantı bulunmadığına işarettir. Keza
aynı şekilde yerde çürüyen ürünlerle yeni
yetişen ürünler arasında bir bağlantı yoktur;
sadece benzerlik vardır.
Yüce Allah kitabında:
"Ey insanlar! Sizin yaratılmanız ve tekrar
dirilmeniz tek bir nefsin yaratılması ve
tekrar diriltilmesi gibidir," buyurmuştur. Bu
âyet, dünyanın üst ile altı ve görünen ile
görünmeyeni bir kişiye benzediğine işaret
ediyor. Nesnelerin çeşitli olması, tıpkı inşam
oluşturan üyeler gibidir. Nasıl ki üyelerin
çeşitli olması insanın birliğini bozmuyorsa,
nesnelerin çeşitli olması da dünyanın birliğini
bozmaz. Zira dünya Hakk’ın görüntüsüdür.
Bu işin temeli spor ve uğraşıya bağlıdır;
sabit tutkularla ilgisi yoktur. Tutkulardan
kurtulmak için harcanan çabalar çağ ve zamanlara
göre değişebilir. Bundan dolayı da
şer’î hükümler yasalar de değişebilir. Peygamberlerin
hal ve tavırları bunun isbatıdır.
Bütün peygamberler hak yolundadırlar;
aralarındaki yolların farklı olması onları haksız
gösteremez.
"Allah’tan başka tapılacak yoktur" diyen
cennete girer. Bu sözü söylemenin birkaç
48 Varidât
anlamı vardır:
1‐ Genel olarak bilinen huri, köşkler ve
benzerleri anlamındadır.
2‐ Savaş sırasında esir alman kâfirlerin
malları ve canları alındığı için, bu sözleri dile
getiren kâfir bu durumlardan kurtulur ve
güvenliğe kavuşur. İşte bu durum cennet
sözüyle ifade edilmiştir.
3‐Burada kişi, bu sözlerle kendini, malını
ve ailesini korumak için kullanmış ve böylece
cennete girmiştir.
4‐Her iki dünyada ve kâinatta da Allah’tan
başka bir varlık bulunmadığını bilen
kişi, duyulan varlıklardan kurtulmuş olup,
cennete girmiş sayılır.
5‐Kendi kendine gerçekleşen ve varlığından
kurtulan kişi, karanlık ve cehennemi
varlığından kurtulmuş sayılır ve ebedî olan
cennete girmiş olur ve orada korunur.
6‐Her iyi duruma cennet ve her kötü duruma
cehennem adı verilir. Birlik durumu iyi
ulu bir durumdur. Allah’a şirk koşma durumu
ise, kötü bir durumdur. "Allah’tan başka
tapılacak varlık yoktur" diyen kişi, kötü
durumdan iyi duruma geçer.
7‐"Allah’tan başka tapılacak yoktur" diyen
ve açıkça görülen, duyulan putlara tapmaktan
vazgeçip, duyularla ilgisi bulunmayan
ve görülmeyen Allah’a yönelen kişi,
Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin 49
duyularla ifade edilemeyen Allah’a ulaşır. Bu
durum cennet ile ifade edilmiştir.
İşte bu içle ilgili yedi durum böylece tamamlanmıştır.
Kur’ân’ın da içi ve dışı vardır
ve iç kısmının da yedi izahı vardır.
Allah’ın selamları onlara olsun Peygamberlere
de kelimelerin anlamları bildirilmiştir.
Şunu bilesin ki, hem dünya hem de âhiretle
ilgili her iyi ve yüce duruma cennet
denilir ve aynı şekilde de, ateş, yılanlar, akrepler
ve zakkumdaki durumlara kötü ve
alçak dur tunlar denilir. Kitaplarda nitelendirilenler
ve sözü edilen hurilerle köşkler ve
diğerleri söylediklerimizin örnekleridir görüntüleridir.
Bunların görüntü olduğunun
deliline gelince, şöyle izah edilebilir: Kişi
rüyasında kendini bir bağ veya yüksek bir
köşkte görürse, bundan yücelik elde edeceği
ve amacına ulaşacağı anlamı çıkarılır. Rüyalarda
görülen görüntüler, âhiretteki görüntülerin
cinslerindendir. Zira uyku, kısa ölüm
gibidir ve uykuda görülen rüyalar, âhiret
görüntüleri cinsindendir. Böylece âhiret,
cennet, hurilet ve köşkleri iyi tam ve dikkatli
ol, aldanma!
Bundan böyle okuyup, anlayıp ve inandıktan
sonra salon ciddiyetini, harcamış
olduğun çabaları ve çalışmalarını bırakma.
Zira bilimler, buluşlar, olgunluklar, yükseltici
durumlar ve üstün mertebelerin menşe’i bu
50 Varidât
çalışmalara bağlıdır. Herhangi bir kişi yanılıp
"Dünya, âhiret, huriler, köşkler ve cennet
böyleyse, gereği yoktur" derse, katli mubahtır.
Çünkü o delalete düşmüştür.
Şunu bil ki, kıyamet ekâbirler nezdinde(
büyükler yanında) zatın ortaya çıkışın ve
nitelikler saltanatının son bulması anlamına
gelmektedir. Dilersen, ölen kişi için, kıyameti
başlamıştır diyebilirsin. Yeniden dirilme
aynısının tekrarıdır. Allah sözlerin de tam
olarak belirtildiği gibi, ateş ve cahillikten
sakınınız. Her peygambere vahiy yolu ile
gelen bilgilerin tümü doğrudur ve her yönüyle
amaçlananı içine alır.
Peygamber efendimizin döneminde bazı
kişiler, bilmen kıymetin gerçekleşeceğini,
Deccal’in ve Dabbetü’larz’ın ortaya çıkacağını
bekliyorlardı ve bunların zamanlarında
gerçekleşeceğini zannediyorlardı. Bu beklentileri
kitaplarda da belirtilmiştir. Daha
soma gelenler bu durumların kendi dönemlerinde
gerçekleşeceğini sandılar ve bu hususta
kitaplar yazanları da oldu. Bazıları bu
olayların üçyüzüncü yıl içinde cereyan edeceğini,
bazıları ise, Mehdi’nin ve Hâtemülvilâye’nin
çıkışıyla birlikte yedi yüzyıl ile
sekiz yüzyıl arasında gerçekleşeceğini ileri
sürdüler. Hâlbuki peygamber efendimizin
zamanından bugüne dek sekiz yüz yıl gelip
geçtiği halde, onların söyledikleri ve câhil
Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin 51
halk tabakasının tahayyül ettiği gibi herhangi
bir olay gerçekleşmedi. Bunların söylediklerinden
hiç biri yıllar geçse de gerçekleşmeyecek
ve iddia ettikleri gibi ölü cesetler
dirilmeyecektir. Toz duman ortadan kalkınca,
altındakinin eşek mi yoksa at mı olduğunu
göreceksin.
Ulu Tanrı, "Oysa Allah onları ardlarından
çevirmiştir" buyurmuştur. Benzetmek gibi
olmasın, Zeyd nasıl bütün yönleriyle gövdesindeki
üyeleri kaplıyorsa, Allah da bütün
dünyayı kaplamaktadır. Zeyd’in gövdesinin
her üyesi, onun isteğiyle kıpırdar ve iş yapar.
Bu üyeler Zeyd’in açık görünüşüdür, O istediği
biçimde her üye ortaya çıkar. Mesela
elde tutmak, ayakta yürümek, dilde konuşmak
ve kulakta dinlemek gibi işler, bu türlerdendir.
Buna dayanarak konuşan duyandır,
yürüyendir, tutandır ve bu kişi Zeyd’dir.
Zeyd bütün bu işleri bir bütün olarak yerine
getirmekte; çünkü o, bölünmeyi kabul edemez.
Görmüyor musun?
Zeyd birini dövdüğü zaman, dövülen kişi,
beni Zeyd dövdü der. Fakat Zeyd’in eli
dövdü diyemez. Zira Zeyd bölünemez bir
bütündür. Fakat el gövdede görünüş alanına
çıkmıştır. Bu bedene Zeyd denmiştir, çünkü
duygu yönünden arada fark yoktur. Yoksa
gerçek Zeyd sözünü ettiğimizdir. Zeyd’in
bütün üyeleri konuşur, döver, duyar veya
52 Varidât
yürürse, işler bölümlere ait değil, bütüne
aittir. Mesela her bölüm bir bütün olarak
ben Zeyd’im dese, bu durum Zeyd’in çokluk
halinde bulunmasını gerektirmez. Yüce Allah’ın
da böyledir. Benzetmek gibi olmasın,
beden nasıl Zeyd’in görüntüsü ise, dünya
da Allah’ın görüntüsüdür. Bundan dolayıdır
ki, bütün işler ona isnat edilir. Allah’tan başka
söyleyen, duyan, hareket eden ve iş yapan
yoktur.
Yüce Allah "Eğer kasabaların halkı
inanmış ve bize karşı gelmekten sakınmış
olsalardı, onlara göğün ve yerin bolluklarım
verirdik. Ama yalanladılar, bu yüzden onları,
yaptıklarına karşılık yakalayıverdik,"
buyurmuştur. Bu da şu demektir: Varlığı
duyulanlar yolumuzda uğraşıp, çaba harcasaydılar
onlara mülk ve melekût âlemlerinin
yollarını açardık; her iki âlemin gerçeklerini
aydınlatan ilâhi ilham ve bilgileri kolayca
verirdik. Gökler melekutün ve yeryüzü de
mülkün belirtileridir. İnsan konuşan nefis ve
bedenden ibarettir ve her birinin rızkı ve
gıdası vardır. İnsan nasd bedeninin bölümleri
için uğraşıyorsa, aynı biçimde ruhunun
bölümleri için de uğraşmalıdır. Akıllı kişi
odur ki, ruhunun rızkı için koşar. Bunun
aksini yapan hüsrana uğrar.
Hazreti Peygamber, "Çağınızın günlerinde
Allah’ın solukları vardır; çalışın ve onları
Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin 53
kazanmaya balan" demiştir. Bunların anlamlarıyla
olgun kişilere dair belirtiler bulunduğunu
anladım. Hazreti Peygamber,
"Kişi sevdiği toplumdan sayılır", demiştir.
Zira nesneye yaklaşan nesne ile belirlenir.
Buraya kadar yazılanlar, Allah rahmet etsin
Şeyh Bedreddin Simavnalı’nın "Varidât"
adlı eserinden yazılmıştır.
Her Peygamber ve veliye yaşadığı çağda
karşı çıkılır, inkâr edilir ve ona pek az kişi
inanır. Fakat ölümünden sonra ismi ebedileşir,
insanların çoğu ona inanmaya başlar ve
sevmeye yönelirler. Acaba bunun sırrı nedir?
Buna cevap olarak şunları söylüyorum:
İlk olarak onu kıskananlar, ona karşı çıkar,
etrafa hakkında kötü dedikodular yaymaya
başlarlar. Bu dedikodular halkın fikrini
karıştırır ve inançlarını azaltır. Ölümle birlikte
ceset ölür; fakat gerçek olağanüstü anlamlar
kalır ve böylece sevilir ve ona inananlar
artar.
İkincisi ise, peygamber veya veli onlarla
birlikte yaşarken onu görür, konuşur ve içli
dışlı olurlar. Bundan dolayı da, aradaki sevgi
ye inanç özelliği zayıflar.
Üçüncüsüne gelince, Gerçek aşamalı olarak
ortaya çıkar.
Dördüncüsü de, daha önceki hususlardan
güçlü olup, insanlar peygamber ve velilerin
54 Varidât
normalin dışında oldukları kanısında yanılıyorlar.
Onları yemek yerken ve çarşılarda
yürürken gördükleri için şaşırıyorlar ve o da
bizim gibi insandır diyorlar. Onlar peygamberin
yemek yememesi, çarşıda yürümemesi
ve bizim gibi in san olmaması düşüncesindeydiler.
Böyle sandıklar için âyetlere de dil
uzattılar. Onların düşüncesine göre
Kur’ân’da peygamberin olağanüstü işler
yapabileceğini söylüyor. Onlar ayrıca peygamberin
istediklerini yerine getirebileceğini
de talep etmektedirler; onu böyle görmeyince,
tıpkı daha önceki çağlarda yaşayan
benzerleri gibi, peygamberleri inkar etmeye
başlarlar. Onların bu tutumları çürük iddialara
dayanıyordu. Belli bir zaman geçtikten
sonra, akılları eksik olanlar, çağlarındaki
olgun kişileri inkâr ederler; hâlbuki daha
önceki olgun kişileri de görselerdi, yine inkâr
edeceklerdi. Şimdi yaşayanlar da, onlar gibidir.
Bu tür olağanüstü niteliklerin peygamber
ve velilerde bulunmasına dair beyinlerinde
yerleşen düşünce sahipleri bu düşüncelerden
vazgeçemiyorlar. Hâlbuki bu düşünceler
şimdi olmayacağı gibi, gelecekte de
gerçekleşemez. Onların şimdiki veliler inkâr
edip, geçmiştekilere inanmaları bundandır.
Allah daha iyi bilir, sıradan kişilerin
ibâdeti bir alışkanlıktır; henüz yolun başlangıcında
olanların ibâdeti ise, bir korku
Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin 55
ve temennidir; yolunu ortasındakilerin ise,
yüce makamlara ve kerametlere erişmektir.
Yolun sonuna varmış olanlara gelince,
onlarınki şeriatın sınırlarını korumaktır.
Allah’a varmak için sarfedilen çaba ve çalışmalarla
ona yönelmenin sonu yoktur.
Zira Allah’a dair bilgilerin ve Allah yolunda
yürümenin sonu gelmez ve o yolda yürümenin
de sonu yoktur. Daha önce söylenenler
Allah yolundaki çaba ve uğraşılara dair değildi.
O söylenenler sadece bazı ibadetler ve
lüzumsuz işler için geçerlidir. Sırf Allah’a
yönelmek, zihin açıklığı ve düşünmeyi gerektirir.
İnsanlar Allah’ı tam anlamıyla bilselerdi,
ona sadece sayılı kişiler ibadet etmezdi.
Fakat Allah gönüllerini mühürledi,
onlar da kendi istek ve tahayyüllerine göre
nesnelere ibâdet ettiler. Aslında gerçek bu
değildir; fakat bunda bir hikmet vardır ve
böyle olması gerekir.
Savm‐i visal hiç iftar etmeden birkaç gün
oruç tutmak mekruh değildir; yasaklanması
ise, haram olmasından ileri gelmemiştir;
fakat bu yasaklama bir yumuşatma ve koruma
içindir. Bu yasak lehimizedir, aleyhimize
değildir. Böylece yasak, haram değil; ama
insanları korumayı amaçlamaktadır. Fıkıh
usulünde de belirtildiği gibi, bu oruç tutulabilir
ve bırakılabilir. Zorlama yoktur. Allah
buyurmuştur ki, "İçinizden adalet sahibi
56 Varidât
kişileri şahit gösterin". Fakat bununla kesin
bir emir yoktur; sadece korumak ve şefkat
anlamını taşır. Şahit göstermeyen kişi ne suç
işlemiş sayılır, ne de Allah’ın emrine karşı
gelmiş olarak gösterilir. Savmi visal da böyledir;
tutan kişi için mekruh sayılmaz. Müslim,
Enes ibn Mâlik’ten aktardığı hadisi şerifte
de bu hususu belirtilir. Allah’ın selamı
ona olsun Peygamber’e, bazı Müslümanların
İbn Mâlik gibi Ramazan bittiği halde oruçlarına
devam ettikleri haberi gelmiş; o da,
bunun üzerine "Ramazan uzasaydı da, iftar
etmeyip oruçlarını uzatan kişiler bundan
vazgeçseydiler"; diye buyurmuştur. Bu da
fazla orucun haram veya mekruh olmadığını
gösterir. Zîrâ eğer böyle bir durum olsaydı,
Peygamber bunu yasaklardı ve hoş karşılamazdı.
Peygamberin yasaklamayışı, bu orucun
tutulabileceğini gösterir. Kendisinde bu
orucu tutabilecek güç bulan kişi tutabilir ve
sevap elde eder. Nitekim Hazreti Ebu
Bekr’in altı gün, Abdullah bin Zübeyr’in yedi
gün, geçmişteki salih kişilerin kimisi üç, kimisi
yirmi beş ve kimisi de kırk gün iftar
etmeden oruç tuttukları söylenmiştir. Kork
gün aralıksız oruç tutanlar için, melekût
âleminden bir güç onlara görünür ve bazı
ilâhi sırları keşfeder demişler.
İnsan gayet Hazreti Peygamber’i rüyasında
görürse kendi ruhunu peygamber
Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin 57
görüntüsüne bürünmüş olarak görüyor,
demektir.
Bu olay, o sırada rüya gören insanın peygamberle
bir ilgisi olduğundan gerçekleşir.
Bu durum rüyada kişinin gördüğü insan ve
diğer nesneler için de geçerlidir. İnsanın
gördüğü rüya, belli bir durumu veya gördüğü
kendisine ait bir olayı ortaya çıkarabilir.
Arifle arif olmayan kişi arasındaki farklardan
biri şudur; Arif olan Allah’tan sonra görür,
arif olmayan ise, Allah’tan önce görür. Aslında
ilk görüş Allah’a aittir.
Kıyametin gerçeğinde insanla hayvan
arasında hiç bir fark yoktur. Bir gece sırtımı
dayamışken, ruhumun içimde coştuğunu
gördüm ve ondan, yanan bir odundan çıkan
alevin sesi gibi bir ses duydum. Ayrıca karşımda
ala yakın beyaz bir renk gördüm.
Kendime geldiğimde, yanımdaki ocakta
odunun tıpkı gördüğüm gibi yandığını, alev
saldığım ve rüyamda gördüğüm şekilde ses
çıkardığını farkettim. Şunu anladım ki, meydana
gelen olay içimdekinin aynısıdır ve
gönlümün varlık birliğinin etkisiyle tahakkuk
ettiğini anladım. Böylece o benim; ben de, o
olmuşum; sesi sesim, sesim de onun sesi ve
coşkularım onun coşkusu, onun da coşkulan
benim coşkum halini almıştır. Gördüğüm
renk de, alevin rengi imiş. Hazreti Ebu Bekr
Sıddık radiyallâhü anh,
58 Varidât
"Hiç bir şey görmedim ki, onda Allah’ı
görmeyeyim", demiştir. Diğer bir deyişle
gönlünde ve nefsinin içindeki her görüntünün
Allah’ın görüntüsü olduğu ve her şeyden
önce nefsini gördüğünü belirtir. Böylece
her şeyden önce Allah’ı gördüğünü belirtmesi
doğrudur. Zîrâ Allah onun görüşü ve
bütün gücü olmuştur ve söylenenler haktır.
Hazreti Osman radiyallâhü anh "Ben bir
nesneyi gördüğümde, ondan sonra muhakkak
Allah’ı görürüm," demiştir.
Bir gün ikindiye yalan evimde oturuyordum;
güneş de yoktu, birdenbire aklıma
ikindi ezanı okunacak ve onu duyacağım fikri
aklıma geldi. Daha sonra bu düşünce birkaç
kez aklımdan yine geçti ve gönlüme yerleşti.
Bunun gerçekleşeceğini anladım ve o anda
ben daha bunu düşünürken, ezanın sesini
duydum. Gaybı bilinmeyeni ancak Allah
bilir. Bazı anlarda hızlı güçlü yürüyüş yapmak
içime doğar, yürüyorum gibi gelir bana
ve bu durumu hem dokunma hem de işitme
duyumla öğrenmeye çalışırım. Sadece işitmeyle
yetinmem.
Yüce Tanrı, "Allah’ın insanlara verdiği
rahmeti önleyebilecek yoktur. O’nun önlediğini
de ardından salıverecek yoktur."
buyurmuştur. Bu ayetin anlamlarından birisi
de şöyledir: Allah, insanları bir peygamber
veya veli yardımıyla hidayete doğru yola
Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin 59
götürmeyi isterse, O’nu önleyecek hiç kimse
yoktur ve istediği şüphesiz gerçekleştirilecektir.
"Allah kâfirler istemeseler dahi,
nurunu muhakkak tamamlar."
Ruh, araçlar yoluyla ortaya çıkan bedene
mahsus fiil ve hareketlere verilen addır. Bazı
bilgin ve mütekellimlerin de söylediği gibi,
bu olay bedenden soma ortaya çıkar. Misâl
âlemi aracılığıyla ortaya çıkan nesneye de,
ruh adı verilir. Ruh bedenin meydana gelmesinden
iki aşama öncedir; çünkü misâl
âlemi bedenden bir aşama öncedir ve görüntüsüdür.
Ruhlar âlemi de, misâl âleminden
bir aşama öncedir ve böylece ruh bedenden
iki aşama öncedir. Belki de Hazreti
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem; "ruhlar
bedenlerden iki bin yıl önce yaratıldı"
hadisiyle bunu belirtmiştir. Burada iki bin
yılla iki aşama kastedilmiştir. Bununla ruhların
belli bir zaman süreci içerisinde ortaya
çıkması gerekliliği yoktur. Allah’ın selamı
ona olsun Peygamber, her aşamayı bin yıl
olarak düşünmüş ve gönlüne nasıl gelmişse,
öyle bildirmiştir. Bu durumun izahı belirttiğimiz
gibidir; bunu ihmal etme, çünkü birçok
olay bu şekilde ortaya çıkar. Peygamber’in
bu düşüncesine göre tahakkuk eden halleri,
câhiller izâh etmekten aciz kalmışlar ve onları
olduğu gibi bırakmışlar. En uygunu budur
ve onları Allah’ın ehli ve kâmiller bilirler.
60 Varidât
Hazreti Peygamber’e görünen hallerin çoğu,
duyular şekliyle kimsenin bulunmadığı durumlarda
gerçekleşmiştir. Bu durumlarda
ortaya çıkan haller, genellikle izah edilmesi
gereken görüntü içinde olurlar, tıpkı Allah
ehlinin katında olduğu gibi. Şayet,
"Neden Peygamber bunları açıklamadı
ve olduğu gibi bıraktı? " denirse, cevabı
şöyledir:
İzâh etme yetkisi yoktu ve o zaman gerekli
olan şimdi gereksizdir. Şu gafillere ne
denebilir. Çalışıp hakikatleri öğrenme yolunda
bir çabaları olmadığı gibi, olgun kişilerin
söylediklerim anlamak kabiliyetine de
sahip değiller. Bu câhillerin yüzünden sıkıntıya
düşen olgunlara acımak gereklidir. Zira
bunları bu dalaletten kurtarmak için ellerinden
hiç bir iş gelmez. Buradan kurtulanlar
olsa dahi, başka bir dalalet vadisine yönelirler.
Ey kör ve mutsuz kişiler!
Niçin öğüt verenlere inanmıyorsunuz?
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem,
"Kur’ân’ın dış ve iç anlamlan bulunduğunu
ve iç anlamlarının da kendi içinde yedi iç
anlamı daha içerdiğini" belirtmiştir. Dış
anlamla çelişkiye düşen bir izah yaparsak,
dış anlamı inkâr ettiğimiz anlamına gelmez.
Biz dış ve iç anlamın da içten yediye ayrıldığını
söylüyoruz. Biz sekiz anlamı da bir araya
Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin 61
toplamışız. Kur’ân ve hadis dış ve iç anlamlarıyla
haktır. Ancak mecazi gerçek olmayan
bir anlam çıkarılırsa, uygun olmayabilir.
Tıpta dünya gibi, ben uyurken veya uyku ile
uyanıklık arasında iken, bana hitaben bir
şeyler söyledi ve bu söyledikleri arasında,
beni Allah’tan uzaklaştır sözleri de vardı.
Sanki bu sözleri, ona söylemek istiyordu.
Yine bir an uyku ile uyanıklık arasında iken,
ruhumun bana göründüğünü ve bir ışık ve
güneş parıltısı gibi vücudumu sardığını hissettim.
Bu ışığın bir amacı yoktu. Sevinçten
içimi heyecan ve ağlama kapladı ve sanki
birisi bana ahiretle dünya arasındaki farkın,
yaşlılıkla gençlik arasındaki farka benzediğini
söylüyor gibiydi, veya benim gönlüme öyle
geliyordu. Diğer bir deyişle genç olan bir
kişiye belli bir durumdayken genç deniyor,
belli bir süre sonra değişip, ona yaşlı dendiği
gibi, dünyaya da bir zaman gelir âhiret adı
verilir. Fakat diğer bir zamanda yine değişir.
Bir gün sırtı mı dayamış, hafif bir uykuya
dalmıştım, bütün varlığı Allah olarak görüyordum.
Allah Teâlâ benim dilimle "Ya Allah"
diye seslendi, bütün dünya sanki oydu
ve dilim diliydi. O dille "Ya Allah" derken
heyecandan kendimden geçtim.
Seven sevilene doğru gitmekte ve yaklaşmaktadır.
Görmüyor musun, gündüz yaklaşınca,
tan vakti gündüzden, gece yaklaşın62
Varidât
ca da şafak kaderin yerini alır. Biri diğerini
tamamladığından dolayı ikisi kardeştir. Böylece
sabreden kişi, nesneyi olduğu gibi yansıtmamıştır.
Bu vakit sabahtan gündüze
kadar sabr ile geçer ve şu hükmü alır "Akşamdan
geceye kadar sabredip, hikmetler
elde eder." Hazreti Peygamber, şöyle buyurmuştur:
"Kim ki sabah edip bütün derdi dünya
işleri ise, Allah’la hiç bir ilgisi yoktur ve
Allah onun gönlüne dört özellik verir:
Sonsuza kadar peşini bırakmayacak
üzüntü,
ebediyen bitiremeyeceği bir iş,
keza sonsuza dek zenginliğe kavuşmayacağı
yoksulluk ve
hiç sonu gelmeyecek bir beklenti."
Sofi vaktin oğludur; o, vaktini tasalanmayla
ve geçmişi düşünmekle boşa harcamadığı
gibi geleceği de fazla düşünmez.
Çünkü uzun bir ümitle vaktini Allah’a yönelmekle,
kendini arındırmakla ve o zaman
içerisinde Allah için gerekli olanları düşünmekle
geçirir. Sofinin tanımları şöyle yapılabilir:
O, sadece bir yolu ve bir geleneği seçmemiştir.
Her zaman ve ne şekilde olursa
olsun Allah’la birliktedir. O, Allah’tan başkasına
bakmaz. Bazen insanlarla alakadar olup,
gönüllerinin Allah’a bağlanması için çaba
harcar; bazen da kendisi Allah’la alakadar
Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin 63
olur ve bu iki alakadarlık arasındaki farkın
önemli olmadığını görür. Her ne kadar iki
durum arasında fark varsa da, ikisi de
Hak’tır. İşler niyetlere bağlıdır ve sofi kişi de
vaktin oğludur.
Gerçeği arayan kişi küfür aşamasına varıp,
geçmezse, imanını tamamlamış sayılmaz.
Şunun bilinmesi gerekir ki, küfür iki
Müslümanlık arasında yer alan bir aşamadır
ve bu aşamada duran kişi münafık olmuştur.
Bu aşamada durmamak için Allah’a sığınırız.
Allah’a ham d ve şükürler olsun ki, biz bir
süre o aşamada kaldıktan sonra, geçmeyi
başardık.
Bazı arkadaşlarımı üzüm bağımı kollamakla
görevlendirmiştim. Onlardan birkaçı
bana bir halk çocuğunun bağa girip, üzüm
yemek istediğini, onlardan birinin çocuğu
tokatladığını anlattı ve ilave etti ki, çocuk
tokatı yiyince yere düşmedi, ancak kendisi
tokatın etkisiyle yere düştü. O şurada kendisiyle
çocuk arasında epey bir uzaklık varmış,
ancak çocuk ona, gözünün aynası gibi görünmüş
ve kendisi tokattan daha çok etkilenmiştir
ve yere düşmüştür. Hâlbuki çocuğa
hiç bir etki yapmamıştır. Bu çok tuhaf bir
durum zira tokadı yiyen çocuk olduğu halde
yere düşen, o kişi olmuştur.
Tüccar kesiminden bir genç ara sıra bize
uğruyordu. Bu genç doğru insanları seviyor64
Varidât
du. Bana şu olayı anlattı:
Bir gece uyuyorken, bir erkek gelip, onu
uyandırmış. Uyanınca adama bakmış, bir de
ne görsün yüzü pırıl pırıl bir ışık saçıyor ve
bu ışık evi aydınlatıyor. Fakat saçtığı ışık
lambadan çıkan ışıklara benzemediği gibi,
diğer hiç bir enerji kaynağından çıkan ışıklara
da benzemiyordu. Diğer ışıkların vermediği
alışılagelmiş parıltısından ayrı bir tadı
varmış. Adam bir süre hiç bir şey söylemeden
beklemiş, daha soma ortadan kaybolmuştur.
Onun gidişiyle ev kapkaranlık olmuş.
İkinci gece de gelip, uyandırmış. Daha
sonra üçüncü gece gelip, uyandırdığında
yanında tıpkı kendisi gibi ışık saçan diğer bir
kişiyi de getirmiş. Bunun üzerine gördüklerim
üçüncü günün ertesi gününde bazı arkadaşlarına
anlatmış. Bundan soma gözüne
görünmez olmuş ve aradan iki üç gün geçtikten
soma hastalanmış. Hastalığı o kadar
ağırmış ki öleceğini sanmış.
İnsanlarda bulunan anlayış, görüş ve fiiller,
soyut varlıklarda ve bu varlıklardan daha
üstün olanlarda da yoktur. İnsan aşamasındaki
varlıkta görülen olgunluklar diğer aşamalarda
gerçekleşmiyor. Çünkü insan yüce
Allah’ın göründüğü aşamadır. Bundan dolayıdır
ki, Allah şöyle buyurmuştur:
"Sen olmasaydın gökleri yaratmaz ve
meleklere insana secde edin emrini verSimavna
Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin 65
mezdim". Akli külli, nefsi külli ve onların
üstündeki varlık aşamalarında, insanda bulunan
anlayış bu şekilde görülmez. Ancak
insan aşamasında görülür. Varlık esasında
bütünden arındırılmıştır. İlimdeki olağanüstü
işleri, görüş ve anlayışları idrâkeden varlıktır.
Fakat bu durum imkânsız ve görünüşlerle
tahakkuk ediyor. Sen de bunu anla ve
kılavuz gibi izle.
Akıl, nefs, ruh ve gönlün varlık olduğunu
bil. Bunlar aşamaları dolayısıyla varlığın
birer aşamasıdır. Allah bu aşamalarda değişik
şekillerde tecelli eder ve bir aşamadan
diğerine geçer. Kimi zaman gök, kimi zaman
melek, bazen öğe, bazen da maden, bitki,
hayvan veya insan şekliyle ortaya çıkar. Bazen
en aşağıdakilere kadar iner, bazen da en
üsttekilere kadar çıkar. Öğeler şekline giren,
daha sonra madenler şeklini alan ve sonra
sırasıyla bitkiler, hayvan ile insan şeklide de
bürünen odur, Allah’tır . Bütün bu şekilleri
alan mutlak varlık olan Allah’tır. Farzı mahal
şekil ortadan kalksa bile, yalnız varlık
kalır Allah kalır. Mesela insan keçiyi yiyince,
keçi insan olur. Bütünü düzenleyen ve
bütündeki nefs de odur. Şekilden sekile
geçen odur. Buna dayanarak diğer bütün
görünüşleri ölçebilirsin. Buna dair Allah’ın
salat u selamı ona olsun ve Allah yüzünü
şereflendirsin Hazreti Ali ibn Ebi Tâlib ker66
Varidât
remallâhü veçhe şöyle buyurmuştur:
"Levh benim, Kalem benim, arş ve kürsi
ile diğerleri de benim." Bugün de Allah,
varlık şekline bürünüp, velilere görünebilir.
Çünkü Allah kulun şeklini almaya muktedirdir.
Bu hususa dair "Risâletü’lKuşeyriyye"‘
deki kerametler bölümünde
iki sözün yer aldığı belirtilmiştir. Geceleyin
otururken bir kelebek kandilin etrafında
dönmeye başladı ve daha soma birkaç kez
kendini kandilin ateşine çarptı; soma yanmış
gibi yere düştü ve cansız olarak öyle kaldı.
Belli bir süre öyle izledim, fakat kelebekte
hiç bir yaşantı belirtisi yoktu. Gönlüm öldüğüne
karar kıldı. Ancak o andan Ebâyezid’in
nasıl bir karıncayı alıp, üfürerek dirilttiği
aklıma geldi. Ben de kelebeği alıp, diriltmek
üzre içimden gelen samimî bir şekilde üflemeye
başladım. Kelebek üflemeden soma
anında dirildi ve tıpkı daha önce uçtuğu gibi
uçmaya başladı, sanki hiç ateşe düşmemiş
gibiydi.
Allah Teâlâ her şeye muktedirdir ve Gaybı
görünmeyeni ancak o bilir. Böylece de
görünmeyenleri bilen Allah Teâlâ dır. Çünkü
amaçlanan varlık Allah’tır. Allah’ın selamı
onlara olsun peygamberler uyanıkken dünya
ile ilişkileri kesilip, duyuüstü alemindeki
varlıkları tıpkı rüyalardaki gibi görürlermiş;
bunu bil. Gördüklerinin bir kısmının açıkSimavna
Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin 67
lanması gerekiyordu. Mesela dünya Peygamber’e
değişik güzel bir şekilde görünüyordu
ve dünyanın görüntüsünden çok değişikti.
Peygamber bu görüntüyü yine dünya
olarak açıklardı. Bundan dolayı, ona cennet,
huri ve ateş şekliyle görünenleri de başka
anlamları olabileceği gibi, aynı anlamlarda
da olabilir. Peygamber’e seslenen âyetlerin
de böyle açıklanması gerekiyor. Bundan
dolayı Hazreti Peygamber şöyle buyurmuştur:
"Kur’ân’ın dışı ve içi vardır. İçinin de içten
içe yedi anlamı vardır."
Öz varlığın işitmek, görmek, güçlü ve yeterli
olmak gibi sıfatları vardır. Bunlar görünüşler
halindeyken ortaya çıkar. Öze olduğu
gibi bu görünüşlerden ayrı bir şekilde bakıldığında
da, sıfatlar yine vardır. Bu sıfatlarla
Allah’ın sıfatları arasında ilişki yoktur. Allah’ın
sıfatlan bu sıfatlara benzetilmekten
münezzehtir. Akıl, kuruntu ve hayal de, bunları
idrak edemez. Bu sıfatlar ruh, beden,
cansız, bitki, hayvan, gök veya yerdeki bütün
varlıklarda görülür. Yeri göğü kaplayan yüce
Allah, bu varlıklarda vardır ve diridir. Haşa
Allah bu varlıklardaki eksikliklerden münezzehtir.
Bu sözlerle bütün nesneler, ona benzetildi;
Bilmelisin ki, Allah her insanın kulağıdır,
gözüdür, dilidir, elidir ve diğer bütün görü68
Varidât
nen ve görünmeyen güçleridir. İbâdetleri
devam ettirenler, bunu Allah’a daha yaklaşmak
ve onu anlamak için yapmaktadırlar.
Zîrâ arif olmayan kişi gaflet içindedir; fakat
kendisini böyle bilmez. Tıpkı ilimle uğraşmayan
âlimler gibidir. Bu âlim de câhil saydır.
Allah’a karşı gelme suçlarının etkileri
inançlardaki farklılıklara göre değişir, bunu
bil. Kul inancından dolayı sorumlu tutulur.
Hadisi kutside de "Ben, kulumun düşündüğü
gibiyim." denmiştir. Buna dayanarak
keder, azap, aşağılayıcı haller, tat, nimet ve
aşamalar ortaya çıkar. Bir insanı inciten ve
onu cehenneme gidecek kişiler arasına sokan
durumdan, başka bir kişi haz duyabilir
ve onun sayesinde cennetlikler arasına girebilir.
Rüyalar da inançlara göre değişik anlamlar
taşıyabilir.
Mesela, uyuyan kişi kendini rüyasında
çırılçıplak ve sesli bir şekilde yelleniyor
görüyorsa ve Müslümansa, bu onun kabahat
işlemiş olduğuna delalettir. Bu rüya
Hıristiyan kişi için uygun olabilir ve dinine
ters düşmeyebilir. Şayet bu rüyayı Hıristiyan
birisi görmüş olsaydı aksi yönde açıklanabilirdi.
Hicri sekiz yüz on yılının Safer ayı gecelerinden
birinde hastalandım ve hastalığım o
kadar şiddetlendi ki, yaşantımdan ümidimi
kestim. Bunun üzerine diğer bütün varlıkları
Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin 69
bir yana iterek Allah’a yöneldim ve gönlümden
geldiği gibi,
"Ya ilâhi! Bu hastalık sonumu mu getirecek?
" diye seslendim. Allah Teâlâ görünmeden
bana,
"Seni bu hastalıktan kurtaracağım" dedi.
Bu arada kendime geldim; sevinçli ve
gönlüm rahattı. Şifayı veren Allah’tır.
Ahiret âleminin emir, gayb ve melekût
âlemi; dünyanın ise yaratıcı, melek ve şehadet
gözle görülen âlemi olduğunu bil. Bundan
dolayıdır ki, biz cennet, köşkler, meyvalar,
huriler ve benzerlerinin alelade halk
tabakasının iddia ettiği gibi olmadığım söyledik.
Bazı câhil ve görünürde âlim bilinen
kişiler, bunların şehadet aleminde olduğunu
sanıyorlar. Bunlar orada bühtanların tıpkı
dünyadaki ağaçlar, nehirler, köşkler ve hurilere
benzediğini iddia ediyorlar. Bu tür iddialarda
bulunan kişiler Müslüman sayılmaz.
Şunu bil ki, akıl görüş, düşünüş, buluş,
açık şekilde seçiş ve anlama için bir araçtır.
Sofiler düşünce ve görüş yönlerinden dolayı
akla, ayak bağı ve örtü demişlerdir. Zira
düşünen güçlerin içinde hayal ve kuruntu
unsurları da yer alabilir ve inşam yanılgıya
sürükleyebilir. Böylece de nesneleri iyi kavramayabilir.
Bundan dolayıdır ki, kelam alanında
çalışan bilginler, akla dayanan bir
konuyu izah ederlerken, düşünce ve görüş70
Varidât
lerine başvururlar ve bu düşüncelerini uzun
bir süre için savunurlar. Daha sonra bunun
aksi görüşlerine yansımaya başlarsa, yıllar
soma bu görüşlerinden vazgeçerler. Görülüyor
ki sırf akla dayanıp ve onu düşünce ve
görüşle oyalamak, gönlün amaca varmasını
engeller ve konu aydınlanmaz. Her akim iki
yönü bulunur. Biri düşünce ve görüşle kavrama,
diğer ise, gönlün temizliği ile bulma
yönündedir. İkinci yön, yani buluş yoluyla
anlamak daha doğrudur ve yanlış yapılma
ihtimali daha azdır. Düşünce ve görüşe dayanan
yöne, hayaller ve birçok yanlışlıklar
karışır. Buluş yoluyla gerçekleşen yönde ise
akıl, gönül temizliği, peygamberlerin izlenmesi
ve onlara uyulmasını sağlar. Düşünceye
dayanan yönde, gönül temizliği bulunamaz.
Akıllı kişinin peygamberlerin izinden
gitmesi, yaptıkları çalışma ve çabaları taklit
etmesi gerekir. Ayrıca gerçeği anlayabilmesi
için, aklına takılan çürük düşünceyi bırakması
lazımdır. Akla takılan bulanıklıklar bir yana
bırakılınca, gerçek ortaya çıkar.
Başlı başına bir bölüm oluşturmayan, fakat
göklerin bir bölümü sayılan, bir veya iki
yıldızı gökten aldığımı gördüm ve o anda
aklıma gelen düşünce şöyleydi: Tavusun
kanadında bulunan ve göze benzeyen renk,
her ne kadar ayrı bir biçim oluşturuyorsa da,
o da kanadın bir bölümüdür ve ondan ayrı
Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin 71
tutulamaz. İşte gökteki yıldız, böyledir; göklerin
bir bölümünü meydana getirir. Özel
rengi, parlaklığı, saf ve beyazlığı onu bütünden
ayıramıyor. Elmanın da bazı yerleri diğer
yerlerine göre, daha kırmızı olabiliyor.
Bazı hallerde, konunun ilgisine göre âhiret
denebiliyor. Mesela kötülük yapmak ve
içki içmenin başlangıcı tatlıdır. Fakat neticesi
rezil olmak ve pişmanlıktır. Bu durumların
ikisi de, bu dünyadadır. Pişmanlık ve rezil
olmak tada oranla âhiret sayılabilir.
Sekiz yüz on yılı Cemaziyülahir ayının ilk
on gecesinin bir perşembe gecesinin sabahına
yakın Şeyh Muhyiddîn’i gördüm. Şeyh
bana şunları söylüyordu:
Ben şeytanı başka bir dünyaya göndermek
istedim ve bunu yaptım. Şeytandan bu
dünyada pek az iz kaldı ve bu dünyayı bırakıp
gitti.
Bu rüyayı o sıralarda bazı arkadaşlarıma
anlattım. Onlara bunu ezberleyip, ihmal
etmemelerini ve sorduğum zaman bana
izahı ile birlikte hatırlatmalarım istedim.
Rüyanın tabirine gelince, Allah daha iyi bilir,
şöyledir:
Şeytan uzaklığın belirtisidir. Şeyh ise yakınlığın
işaretidir. Şeyh, birliği eserlerini de
ve özellikle de "Fusus" adlı eserinde açıklamıştır.
Ben de, o şuralarda bu eseri okuyordum,
rüya bu hususta bir uyarıcıydı.
72 Varidât
Bir gün uyurken, onu bahçesinde zikrederken
gördüm. Uyanınca bir kişinin Allah’ın
adını zikrettiğini duydum ve beni içten etkiledi.
O anda içime Rasûlüllah sallallâhü
aleyhi ve sellemin:
“Cennet bahçesinde gönül ferahlandırmak
isteyen Allah’ı zikretsin" sözü doğdu.
"Allah’ın Elçisi doğru söylemiş. Bütün olgunlukların
anahtarı Allah’tadır. Çünkü olgunluklar
ondadır ve bu olgunluklar ancak
ona yakın olmakla meydana gelir. Yakınlık
da cennettir ve cennet de, Allah’ın daima
zikredilmesiyle elde edilir. Allah’ın selamı
ona olsun peygamber buyurmuştur ki:
"Kişi birşeyi seviyorsa, onun zikrini arttırır."
Zikrin çoğalması Allah’ın sevgisini gönüllere
yerleştirir. Yüce Allah’ı idrak etmek için,
gönlün başka konularla meşgul olmaması
gerekir. Daha başlangıçta iken, gönül bağı
bulunmazsa, Allah’la gerçeği arayan kişi
arasında sevginin oluşması zorlaşır. Allah’ı
hatırlamak ve zikretmek sevgiyi getirir ve bu
sevgi Allah’ın zikredilmesiyle ilgilidir. Bundan
dolayıdır ki Allah şöyle buyurmuştur:
"Allah’ı atalarınızı andığınız kadar anın".
Bunlar kula yol göstermek ve merhamet
kazandırmak içindir. Kul Allah’ı zikretmeye
devam ederse, içine işler, gönlüne varır ve
Allah’ı sevmeye başlar. Allah’ı zikretmekten
Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin 73
zevk duymaya başlayınca, Allah ona rahmetinin
kapılarım açar ve sevgisinin karşılığını
verir. Kişi daima Allah’ı anmakla zevk duymalıdır.
Çünkü bu durum mutluluğun belirtisidir.
Rivayet edilir ki, Hazreti Peygamber
şöyle buyurmuştur:
"Cennetin kapısı üzerinde Allah’tan
başka ibâdet edilecek yoktur yazılıdır." Bu
da, cennet kapılarının Allah’ın adı zikrolunmadan
açılmayacağına işarettir. Dünyadaki
her varlığın iyi ve kötü birer yönü muhakkak
vardır. Allah insana bir işi yapmak istediği
zaman iyi yönünü gösterir, insan da o işi
yapar. Yine Allah bir insana yaptırmak istemediği
bir işin kötü yönünü gösterir ve onu,
bu işi yapmaktan alıkoyar. Olgunluklar ve
sebepleri de böyledir. Allah olgunluk aşamasını
kazandırmak istediği kişiye, olgunluğun
iyi yönlerini gösterir ve sebeplerini de sergiler.
Böylece kişi onlarla ilgilenmeye başlar.
Bu arada kötü yönlerini de gösterir, bırakmasını
sağlar. Sadece yüce Allah’ın zikri
kalır. Mesela Allah’ı zikretmek en büyük
olgunluklara varma sebeplerinden biridir.
Bunların iyi yönlerini gösterir, olgunluklara
eriştirir, kötü yönlerini gösterir, onlardan
uzak durmasını gerçekleştirir. Allah’ın yardımıyla
en büyük olgunlukları elde etmek
hiç de zor değildir. Diğer vesileler de böyledir.
Dünyayı terk etmede olduğu gibi. Her
74 Varidât
nesnenin iki yönü olduğuna şüpheyle bakmamalı;
çünkü Allah bunu yapmaya muktedirdir.
Bunun gerçeğinde de önemli bir neden
yatar. O da şudur;
Dünyadaki her zerreciğin içinde iki zıt
yön vardır. Cemâl ve Celâl sahibi Hak Allah ,
her zerrede tecelli eder ve hepsinde vardır.
Bu zerreciklerde bütün sıfatlarının izleri, suç
ve aşağılayıcı durumlar da vardır. Kötü yön
suçları gizler ve iyi yön gibi görünür, ta ki
oraya yönelesin.
Dünya üstü ve altıyla iyi amaçlı bir insan
niteliğindedir. Dünyanın en üstü en alta etki
yaptığı gibi, içinde bulunanların da birbirilerine
etkisi ve bağlantısı vardır. Dünyadaki bu
düzen, göklerin kendi özel durumlarında
uzaklık ve yakınlık içinde bulunmasının sebebidir.
Zira buradaki herhangi bir değişiklik
göklerdeki değişiklik, dünya düzeninin değişmesine
ve başka bir düzene girmesine
neden olur. Bundan dolayıdır ki, gökler yükselir
veya alçalırsa hâlihazırdaki vaziyeti
değişirse, dünya düzeni bozulacaktır demişlerdir.
Bütün bunlar Allah’ın rahmeti ona olsun,
Şeyh’in sağladığı faydalı sözlerinden ibarettir.
Allah’a hamdolsun.

Hiç yorum yok: